Filistin direnişinin öncü kuvveti Hamas, 7 Ekim’de dünyayı bambaşka bir sabaha uyandırdı. İsrail istihbaratı Mossad’ı yanıltarak işgal topraklarına sızan Hamas, çok sayıda Siyonist yerleşimci ve askeri esir aldı, Siyonistlere unutamayacakları bir zayiat verdi. Saldırı dünyayı şoke etti, çünkü saldırıdan Hamas’ın üst düzey bazı liderlerinin bile haberi yoktu.
Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları’nın Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin açıklamasına göre, Filistinli mücahitler 2021’deki Kudüs’ün Kılıcı Savaşı’nın hemen ardından Aksa Tufanı operasyonu için hazırlıklara başlamıştı. 2 senedir hazırlıkları yapılan operasyon o denli muazzam sonuçlara yol açtı ki, büyük şeytan Amerika ve İngiltere, savaş uçakları, gemiler ve askerler ile Ortadoğu’daki jandarmaları İsrail’in imdadına koştular.
75 senelik işgale bigane kalmayan herkesin malumudur ki, Hamas durduk yere saldırmadı. Belirli hedefler, stratejik amaçlar masaya konuldu ve çok titiz bir çalışma ile bu saldırının startı verildi. Son dönemde başta Batı Şeria olmak üzere Filistin genelinde Yahudi yerleşimciler ve İsrail kolluk kuvvetleri el birliği ile Filistinli Müslümanlara nefes aldırmıyordu. Her gün evler basılıyor, keyfi tutuklamalar ve cinayetler gerçekleştiriliyordu. Mescid-i Aksa İsrail postallarıyla kirletiliyor, Kudüs ve Batı Şeria’daki Yahudi nüfus ve yerleşkeler hızla artıyordu. Dolayısıyla bazı Amerikan liberallerinin, Türk ve Kürt ırkçılarının işkembe-i kübradan salladığı gibi ortalık durgun değil, yangın yeriydi.
İsrail sadece Filistin için değil, bütün insanlık için bir tehdit. Arz-ı Mev’ud olarak ifade ettikleri Nil ile Fırat Nehri arasındaki topraklar, resmi para birimleri ve meclislerinde resmediliyor. Bu topraklar, Türkiye’nin güneydoğusu dahil birçok devletin toprağını kapsıyor. Dünyada nam salan Siyonist milyarder ailelerin bazıları, ekonomik olarak 8-10 ülkeye bedel bir güce sahip ve bu güçleri üzerinden Latin Amerika’ya varıncaya kadar askeri darbeler, ekonomik şantajlar planlayıp uyguluyorlar. Siyonist sömürü düzenine çomak sokanları ellerindeki para ile hizaya getiriyorlar. Bu bir komplo teorisi değil, gerçekliğin ta kendisi. Bugün, Amerika’da yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi ve Demokrat başkan adaylarının ABD’de değil de İsrail’de yarışırcasına “Seçilirsek İsrail’in güvenliğini tesis edeceğiz” vaatlerini başa koymaları boşuna değil. Küresel dev firmaların tek tek İsrail’e bağış yapması ve desteğini ilan etmesi dikkate değer. Aynı firmaların LGBT desteği de bu kapsamda.
Aksa Tufanı’nın Hedefleri, Düşmanları ve Dostları!
Hamas ve diğer Filistin direniş örgütleri, Aksa Tufanı operasyonu ile İsrail yayılmacılığına set çekmek istedi ve birkaç stratejik hedefe odaklandı.
Bölge devletlerinde İsrail’le normalleşme yönünde bir furya var. Bu furya, Hamas’ın ve Filistinlilerin ne dediğine bakmaksızın Filistin’in geleceği ve İsrail’in meşruiyeti hakkında ahkam kesiyor. Hamas, Aksa Tufanı ile bu süreci baltaladı.
Hamas, Filistinliler güvende olmadığı sürece İsrail’deki Siyonist yerleşimcilerin de güvende olmayacağı mesajını verdi. Tel Aviv ve bilhassa sınır yerleşkelerdeki süregelen saldırılar Siyonist yerleşimcileri uzun yıllar sonra ilk kez bu denli korku ve paniğe sevk etti. Bu durum, İsrail’in Yahudi nüfusunu arttırma yönündeki demografik işgalini savaşın sonucu ne olursa olsun etkileyecek. İsrail’in dünyanın dört bir yanından Yahudi nüfusu çekmeye çalıştığını bilmeyen yok. Ukrayna Savaşı bunun en güncel örneği olarak kayıtlara geçti.
Filistin direnişinin her fırsatta vurgu yaptığı esirler dosyası, elde tutulan 300’e yakın Siyonist üzerinden pazarlığa açılacak. İsrail zindanlarında 7-8 bin civarı Filistinli Müslüman çile dolduruyor. Önceliğin Filistinli kadın ve çocuklara verilmesi bekleniyor. Bu mahpuslar arasında Filistin direnişinin önemli aktörleri de bulunuyor. Hamas, esirler dosyasına bir vefa meselesi olarak bakıyor. Geçmişte tek bir İsrail askerine (Gilad Şalit) karşılık bin küsür Filistinlinin serbest bırakıldığını göz önüne getirirsek, Hamas “ne koparırsam kardır” mantığıyla olaya yaklaşıyor.
Gazze’de 2006-2007 senelerinden beri devam eden kara, hava ve deniz ablukası, Gazze’ye hangi maddenin girip çıkacağına, hangi şahsın girip çıkacağına İsrail’in karar verdiği açık hava hapishanesi şartlarını dayatıyor. Mısır’da Sisi’nin hüküm sürdüğü son süreç de açık hava hapishanesi şartlarına tuz biber oldu. Hamas, Aksa Tufanı ile ile bu ablukayı da delmek ve hatta sınırları genişletmek istedi. Hamas’tan bir yetkili, 7 Ekim sabahı yaşananlara ilişkin “Bu kadar hızlı ilerleyeceklerini bilse Kassam bütün askerlerini operasyona katardı” açıklamasında bulundu.
Hamas’ın ve başta İslami Cihad olmak üzere ona destek veren Filistinli direniş örgütlerinin bu hedefleri yakalayabilmesi dış etkenlere de bağlı. Özellikle Filistin’e dost olma iddiasındaki devletlerin nasıl konum aldıkları savaşın seyrinde stratejik önem ifade ediyor.
Bu bağlamda Hamas’ın dost ve düşmanlarını masaya yatıracak olursak karşımıza çıkan tablo şu şekilde:
Büyük Şeytan Amerika liderliğindeki Batı bloku, hummalı bir seferberlik ile Siyonist İsrail’e askeri ve ekonomik destek veriyor. Demokrat olmak iddiasındaki iki yüzlü Avrupa devletleri İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya ABD ile yekvücut İsrail’in güvenliğini devlet politikası olarak gördüklerini dile getiriyor. Hem kimyasal bombaları İsrail’e aktarıyorlar, hem de Demir Kubbe’nin astronomik maliyetini üstleniyorlar. İsrail’in Jerusalem Post Gazetesi’nin aktardığına göre, Demir Kubbe’nin tek bir füzeyi imhası 50 ila 100 bin dolar arasında bir maliyet çıkarıyor.
Bölge ülkelerinden birinci planda Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn; ikinci planda da Mısır ve Ürdün Hamas’a düşmanlık kusuyor. Savaş şartlarında dahi el altından İsrail ile flört ediyor. Azerbaycan’daki Aliyev rejiminin bu süreçteki sessizliğini ve hatta Azerbaycan sokaklarında Filistin yanlısı gösterilere müdahale edip İsrail yanlısı gösterilerin önünü açtığını not etmek gerekir. İsrail’e giden Azerbaycan petrolünün kesintiye uğramaması işin cabası.
Ülkemiz içinde de Siyonist sömürü düzeninin ırkçı ayaklarının tek bir koro halinde hareket ettiği apaçık ortada. Ne hikmetse başka meselelerde birbirlerini boğazlayacak olanlar, söz gelimi Ümit Özdağ’ından Meral Akşener’ine, PKK’sından FETÖ’süne bütün işbirlikçiler Hamas’ı terörist olarak gördüğünü üstüne basa basa ilan etme gereksinimi duyuyor, “dostlar alışverişte görsün” kabilinden Netanyahu’nun devlet terörü suçu işlediğini söylüyorlar. Dikkat edersek, günah keçisi Netanyahu, 75 yıllık Siyonist rejim değil.
***
Düşman düşmanlığını yapacak. Ama Hamas’ın dostlarının veya dost olma iddiasındakilerin icraatleri, düşmanların planlarını etkisizleştirme ve Hamas’ın hedeflerini gerçekleştirmesi açısından ayrıca irdelenmeye muhtaç.
Çok popüler bir söylem dolaşıyor. 57 tane İslam ülkesinden hiçbiri Filistin’e destek olmuyor. Bu koca bir yalan! İran, Hamas’ı 30 senedir askeri ve ekonomik olarak destekliyor. Bunu hem Hamas liderleri, hem de ABD ve İsrail’in siyasileri sayısız kere raporlayıp açıkladılar. Bugün, İsrail’in bir türlü ortadan kaldıramadığı, savaşın kalbi olan tüneller Hamas Lübnan Temsilcisi Ahmed Abdulhadi’nin ifadesi ile Kasım Süleymani’nin fikri ile inşa edildi. İran, stratejik silah ve füze temini noktasında elinden gelenin fazlasını yaptı, dahası bunların yenilerinin üretimi için Gazze’ye adam da gönderdi. İran’ın bu desteği uluslararası sistem tarafından ekonomik olarak dışlanmasına neden oldu. İran’daki rejim muhaliflerinin başat itirazlarından bir tanesi, İran’ın parasının Filistin’e akıtılmasıdır.
Aslına bakarsanız, 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana bölgede ABD-İsrail vesayetini yok etmeyi amaçlayan bir eksen kuruldu. Bileşenleri, bunun adını “direniş ekseni” koydu. Bu eksenin içinde, İran, Hizbullah, Hamas, İslami Cihad, Ensarullah, Irak ve Suriye’deki irili ufaklı gruplar yer alıyor. İran, uluslararası sistemde devlet olarak yapamadığını, bu örgütler aracılığıyla proxy war( vekalet savaşı) usulüyle yapıyor. Bunu bizim Türkiye’deki mezhep histerisine yakalanmış hocalarımız hariç tüm dünya kamuoyu biliyor.
İran'ın en önemli vekili Lübnan Hizbullahı, 8 Ekim itibarıyla sınırda düzenlediği operasyonları ile Aksa Tufanı’na omuz verdi. Hizbullah şu ana kadar onlarca şehit verdi, 100’den fazla İsrail askerini öldürdüğünü ilan etti. İsrail basınında ve bazı zamanlar İsrail resmi makamlarınca bu bilgiler doğrulandı. Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah, İsrail ordusunun üçte birini Lübnan sınırına çekmeyi başardıklarını ve bu sayede salt olarak Gazze’ye odaklanmalarını engellediklerini belirtti. Hizbullah saldırıları nedeniyle Lübnan sınırındaki yerleşkelerin boşaltıldığını ve sadece askerlerin kaldığını söyleyen Nasrallah, “Eğer sadece siyasi bir duruş sergilemiş olsaydık kuzeyde Siyonistler rahat hareket ederlerdi” dedi.
Hizbullah ayrıca, savaşın seyrine göre daha geniş kapsamlı saldırılar düzenleyebileceğini de duyurdu. Nitekim, 2006 Hizbullah-İsrail Savaşı, Hizbullah’ın büyük bir fedakarlıkla savaşı Gazze’den Lübnan’a taşımasıyla gerçekleşmişti.
Yemen’deki Ensarullah Hükümeti de İsrail’e savaş ilan etti ve başta ülkemiz olmak üzere tüm Müslüman halklar nezdinde bu ilan ayakta alkışlandı. Yalnız, bazılarımız alkışladıkları Ensarullah’ın geçmişte ABD-İsrail-Suud yalanlarıyla sövdükleri Ensarullah ile aynı Ensarullah olduğunu bile fark etmediler. Kimilerinin İran uzantısı ve katil diye yaftaladığı Ensarullah, her türlü zorluğun ve işgalin altında bile önceliklerinin Filistin olduğunu göstermiş oldu. Ayrıca Batı ve Körfez menşeli haberlerin ne denli alçakça yalanlarla kurgulandığı da gün yüzüne çıkmış oldu. Aksa Tufanı Savaşı’nda sivil katliamı kılıfıyla Hamas için söylenen yalanların aynılarının direniş ekseninin tüm aktörleri için yıllardır söylendiği akıl ve basiret sahipleri tarafından kolaylıkla fark edildi.
İran’a yakın olan Irak ve Suriye’deki gruplar da sürekli ABD üslerini hedef alarak en azından tetikte olduklarını ilan etmiş oldular. ABD’nin kayıplarının basına kolay kolay sızdığı görülmedi, duyulmadı. Aksa Tufanı’nda Cezayir ve Malezya gibi ülkelerin de emperyalist “uluslararası toplum” ve sistem ile karşı karşıya gelmek pahasına haklıdan yana onurlu tavır aldıklarını eklemeliyiz.
Bir de bu süreçte ortada duran, Türkiye ve Katar gibi yönetimler de oldu. Aslında direkt Suudi Arabistan’ın uydusu olmayan İslam dünyasının önemli bir bölümü Aksa Tufanı Savaşı’nda ortada bir pozisyon aldı. Bunların bir kısmı, Cumhurbaşkanı Erdoğan örneğinde görüleceği üzere Hamas’ı mücahit ve direniş hareketi olarak gördüğünü ilan etmekten de geri durmadı. Ancak nötr duran bu ülkelerin dişe dokunur hiçbir icraatleri olmadı. Erdoğan bile daha sonra sorunu Netanyahu ile ilişkilendirdi ve “İsrail ile bağları koparmak olmaz” dedi.
Hamas’ın hedeflerine varması, İran’ın tek başına kotarabileceği bir yük değil. Diğer İslam ülkelerinin de artık irade ve cesaret ile elini taşın altına koyması kaçınılmaz bir sorumluluk. Bu sorumluluk her türlü siyasi, askeri, ekonomik desteği kapsıyor. Türkiye, Hamas’ı baskılayan ve ateşkesi savunan garantörlük konumuna erişme mücadelesi veriyor. Ancak ABD, İsrail ve Avrupa kafa kafaya vermiş Gazze üzerinde çeşitli senaryolara çalışıyor. Gazze nüfusunun tamamen veya kısmen boşaltılması, veya boşaltılmadan Ramallah’taki Mahmud Abbas yönetimine bağlanması gibi planlarını açıkça dillendiriyorlar. Bunun için de karada gerilla savaşında rezil olan İsrail’i üst düzey teknolojiler ve uluslararası yasaklı bombalar eşliğinde binlerce kadın ve çocuğu öldürmeye teşvik ediyorlar.
Bu vasatta, Hamas’ın elini güçlendirmesi nötr duran İslam ülkelerinin İran’ın yarısı kadar olsa bile elini taşın altına koymasına bağlı. Hamas’ın yok edilmesi bir heyuladan ibarettir, direniş her şart ve zeminde var olacaktır. Ancak İslam ülkelerinin tarihsel sorumluluklarını ötelemesi mümkün değildir.