Aksa İlim ve Davet Merkezi AKMER'in 7. Tanıtım ve Değerlendirme Programı İstanbul Seyrantepe Kültür Merkezinde gerçekleşti.“Salgının Toplumsal Etkileri ve Vazgeçilmez Sorumluluklarımız” temalı program ilgiyle takip edildi.
Sunuculuğunu Cihat Aydın’ın yaptığı program, Kur’an-ı Kerim’den konuyla bağlantılı ayetlerin ve mealinin okunmasıyla başladı. Program’da Kur'an'ı Kerim'i Adnan Altuntaş, mealini ise Coşkun Musullu okudu.
Dernek yönetimi adına açılış konuşması gerçekleştiren Şeref Bal, ilk defa geçen sene Covid-19 virüs salgını sebebiyle salon programlarını yapamadıklarını, bir araya gelip hasbihal edebilmenin özlemini duyduklarını söyleyerek sözlerine başladı.
İletişimin sanallaştığı, duyarlılığın azaldığı, endişe ve telaş havasının hâkim olduğu bu dönemin bizlerden çok şeyler götürdüğüne üzülerek şahit olduk diyen Şeref Bal, “bu yasaklı dönemde insanın insana, yemek gibi su gibi ihtiyaç duyduğunu açıkça fark ettik. Buluşmalarımızın, sohbetlerimizin ve derslerimizin, sadece bir bilgiyi aktarmanın çok ötesinde işlevi olduğunu anladık. Aynı dili konuşan, aynı derdi paylaşan, hayata kulluk heyecanıyla bakan mü’minlerin, birbirlerini motive eden, ayakta tutan destekler olduğunu gördük.” dedi.
Koronavirüs salgınının sebep olduğu belirsizlik döneminde de güç ve imkanları nispetinde faaliyetlere ara vermemeye çalıştıklarını belirten Bal, Kur’an çalışmalarını, gündem değerlendirmelerini, kitap okuma faaliyetlerini sanal platformlarda devam ettirdiklerini, gerek ülke içinde gerekse Suriye, Filistin ve Çad’da yardım faaliyetlerini ara vermeden sürdürdüklerini hatırlattı.
“Bugün olumsuz örneklikler ve medyanın yanıltıcı mesajlarıyla, insanımızın İslam’dan ve Müslümanlardan ümidini kesmesi istenmektedir” diyen Şeref Bal, AKMER olarak tüm bu umutsuzluk propagandalarına karşı, hayırlı çalışmalar ve ideal örnek fertlerin yetişmesiyle insanımıza ümidi ve umudu taşımaya kararlı olduklarını ifade etti.
Açılış ve Selamlama konuşmasının ardından önce çocuk faaliyetlerinin yer aldığı kısa bir çalışma, sonrasın da ise “Vazgeçmeyeceğiz”konulu bir sinevizyon gösterimi yapıldı.
“Salgının Toplumsal Etkileri ve Vazgeçilmez Sorumluluklarımız” konusu üzerine yapılan konuşmalarla devam eden programda ilk olarak MAZLUMDER İstanbul şube başkanı Ali Öner söz aldı.
Yaşadığımız dijital çağda insanlığın cep telefonları tarafından kuşatıldığını, sosyal medya platformları, adına “Çoklu İnsan Kimliği” denilen ilginç bir kimlik oluşturulmaya başlandığını belirterek sözlerine başlayan Ali Öner, salgınla birlikte yaklaşık 1,5 yıl hiç bilmediğimiz bir hayata mahkûm edildiğimizi, bu süreçte, evlerimizin ev olmaktan çıkıp birer apart otele dönüştüğünü söyledi.
Ortak mutfak, banyo ve odaları olan, çocuklarımızın varolan odalarında akıllı telefonları ile kendi dünyalarını yaşadıkları bu yeni dönemin yıkıcı etkisinin tedbir alınmazsa ileride daha iyi fark edileceğini iddia eden Ali Öner, eskiden aile ilişkilerini zedelediği düşünülen televizyonların bile ne ilginç ki artık aileyi bir arada tutan reçete hale geldiğine dikkat çekti.
Bu süreçte ne yazık ki artık çocuklarımızın bizlerin çocukları olmadığı, içerisinde yaşadıkları sanal dünyanın çocukları olduğunu anladık diyen Öner, “şuan yeryüzünde beş milyara yakın insan sosyal medya kullanmaktadır. Çocuklarımız sanal dünyalarında, yeni fetva vericilere ve kendilerini takip ettikleri yol göstericilere sahipler. İnsanlar, bir apart otelde kaldıklarını, çocuklarının tam anlamıyla kendilerine ait olmadığını bilerek yeni bir hayatı nasıl inşa edebilirler?” uyarısında bulundu.
Pandemi sürecinde gerçeklik duygumuzun yok edildiğini, neyin gerçek neyin sahte olduğunun ayırt edemez hale gelindiğini aktaran Ali Öner, tüm bu gerçekliğin yok edildiği yerde, Kur’an’ın indirildiği o dönemi zamanımıza taşımak durumunda olduğumuzu, Kur’an’ı günümüze taşıyarak nasıl bir dil ve anlayış ile insanlığa sunacağımız üzerinde düşünmemiz gerektiğini hatırlatarak, insanların birbirlerine olan yakınlıklarının azaldığı, aile bağlarının ciddi zedelenme yaşadığı bu süreçten çıkabilecek zindeliği göstermenin şart olduğunu vurguladı.
Programın ikinci konuşmacısı İzmir ÖZGÜN-DER başkanı Hamza Akdeniz oldu.
“Salgının bizden birçok şey götürdüğü ve götürmeye devam ettiği doğrudur ama aslında zaten üzerimizde yorgun ve yılgın bir hal vardı” sözleriyle konuşmasına başlayan Hamza Akdeniz, kardeşlik hukukumuzun, birlikte iş yapabilme anlayışımızın zaten yavaş yavaş yitirildiğini, salgının ise bu durumu hızlandırdığını söyledi.
Bugün bizlerin vazgeçilmez sorumluluğunun iman etmek ve bunun gereği olan salih amelleri işlemek olduğunu vurgulayan Akdeniz,“Rabbimiz iman edin ve Sıddıklarla beraber olun buyurmaktadır. Bunu yapamadığımızda sesimiz kısılmakta, güvenimiz azalmaktadır. Anma törenlerinde saygı duruşu göstermeyenlerin linçe uğraması, charliehebdo’dan bile daha aşağılık hakaretlerin sergilenmesi maalesef artık suskunlukla karşılanıyor.” dedi.
Bir mü’minin hayatının her alanında sorumluluklarının olduğunu, barışta, savaşta, savaşın kızıştığı anlarda, beraberce, ayrılığa düşmeden, kardeşçe mücadele edebilmenin önemini hatırlatan Hamza Akdeniz, grup, grup, birey olarak takılma alışkanlıklarının gücümüzü zayıflatacağının uyarısını yaptı.
Salgın sürecinde de vazgeçilmez sorumluluğumuzun “bir kalmak” olduğunun altını çizen Akdeniz, Fussilet Suresi 33. Ayetini aktararak, “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” gerçeğinin pandemi öncesi, sonrası gibi zamanı olamayacağını vurguladı.
Allah resulü ve ashabının da 23 sene boyunca değişik imtihanlardan geçtiğine dikkat çeken Hamza Akdeniz, ambargo, hicret, devlet dönemlerini yaşayan o dönem Müslümanlarının her koşulda işlerini, görevlerini yapmaya devam ettiklerini, ambargo gibi zor koşullarda bile yılmadan sabırla direnişlerini sürdürdüklerini, müşriklere meyletmediklerini, onlara yaranmaya çalışmadıklarını hatırlattı.
Hamza Akdeniz, bugün akademisyenlerden, kanaat önderlerinden bazı kişilerin, rejime ve onun kurucu liderine karşı gösterdikleri iltifat ve övgülerin anlaşılamaz ve kabul edilemez olduğunu ifade etti.
Hamza Akdeniz,“dünya üzerinde yüzölçümü oranlarına göre en kalabalık yer olan Gazze’de Filistinli kardeşlerimiz bunca baskı ve zorluğa rağmen vazgeçmediler, direniş azimlerini kaybetmediler. Bugün, kendimize, inancımıza, hatta ağır gelmesin Allah’a bile gereği gibi güvenmediğimizi düşünüyorum. Bizler her daim Allaha güvenmeliyiz. Aramızda yaşanan ufak tefek meseleleri ön plana çıkarmamalı, ayrılık sebebi olarak görmemeliyiz. Kardeşlerimizin arasını bulmalı, kardeş olmayı becerebilmeliyiz…” sözlerinin ardından okuduğu “Savaşa Girdi Kalbim” şiiriyle konuşmasını sonlandırdı.
Daha sonra söz alan ÖZGÜR-DER genel başkanı Rıdvan Kaya, son 1,5-2 yılda hayatımızın akışının değiştiğini, derslerimizi, çalışmalarımızı, etkinliklerimizi durdurduğumuzu ve böylece sürdürdüğümüz çalışmaların çoğundan mahrum kaldığımızı belirterek başladığı konuşmasında şunları vurguladı: “Bu süreçte değer vermediğimiz birçok şeyi yapamaz olduk. Aile ziyaretlerimizi durdurduk, cenazelerimize gidemedik, kardeşlerimizle kucaklaşamadık. Hatta musafaha bile yapamadık. Bu durum, üzerinde ibret alıp üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Acaba bu tecrübe ettiklerimiz bizi daha iyi zeminlere taşıdı mı, taşıyacak mı? Salih amellerimizi çoğaltıp, arttırmamıza etken olacak mı?”
Bu süreçte yürüttüğümüz çalışmaların kıymetinin bilinmesi gerektiğini hatırlatan Rıdvan Kaya, rutinleşip alışkanlığa dönüşen ve hemen vazgeçilen çalışmaların aslında kıymetinin bilinmesi gerektiğini, sayımız artmıyor, olmuyor diyerek bu faaliyetleri değersiz görme hatasına düşülmemesini, sadece Müslümanlarla beraber olmanın bile başlı başına bir nimet olduğunu ifade etti.
“Namazlarımızda saf düzeninde sıkıntılar yaşıyorduk, salgınla artık aramız zorunlu olarak açıldı. Cemaatle namaz kılma alışkanlığımız yoktu, artık istesek de yapamaz olduk. Mescitler, camiler kapandı gidemez olduk. Allah’ın bize lütfettiği nimetlerin gerçek manada hamd edicisi olmak istiyorsak, o nimetleri en güzel şekilde idrak edip başka insanlara taşıma, onlarla birlikte mücadele etme, onlarla birlikte hayırları çoğaltmaya çalışmalıyız.” diyen Rıdvan Kaya, küçük ya da büyük demeden, etki gücüne takılmadan yaptığımız işlere değer vermemiz, hayırlı olduğunu bildiğimiz işlerde sadece sıradan bir katılımcı olma halini terk etmemiz, Allah için yaptığımız işi en iyi şekilde yapabilmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Allah(c)’ın İnşirah suresi 7. Ayetinde “Fe-izâferaġtefensab,” “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul” buyurduğunu hatırlatan Kaya, hiçbir zaman boş vermeden, yorulmadan, vazgeçmeden hayatın yaşanması gerektiğine işaret etti.
“En sağlıklı hayat, Allah’ın emrine uygun olarak yaşanan hayattır. Alınan tedbirler abartılmamalı, ölüm ve hastalık korkusu bir takıntı haline getirilmemeli. Tedbir almak, bizleri asli kimliklerimizden, emri bil maruf vazifelerimizden, insan olma vasfımızdan uzaklaştıracak boyutta olmamalı” diyen Rıdvan Kaya konuşmasının bu bölümde şunları söyledi:
“Hastalıklara karşı teyakkuzda olmalıyız ama en büyük hastalığın şirk ve zulüm olduğunu bilmeliyiz. Koronavirüs salgınına karşı gösterilen teyakkuzun onda biri bizi sarmalayan şirke, zulme karşı gösterilse sanırım muhsin bir toplum ortaya çıkardı. Bugün ulusalcılık virüsü, Kemalizm, devletçilik ve buna benzer hastalıklar toplumu sarmıştır. Ama ne yazık ki, geçmişte islami hassasiyetleri olan kesimleri de etkilemiştir. Başörtülü annelerin, namaz kılan sakallı babaların evlatlarının ellerinden tutup hiç rahatsızlık duymadan resmi ideolojiyi sağlamlaştıran törenlere evlatlarını götürdüklerini görmekteyiz.
Rabbimiz Tahrim suresinde “yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden ailenizi koruyun” uyarısını yapmıştır. Pandemide, virüsü kapmaktan, hastalıktan kendilerini ve ailelerini cehennemden kaçar gibi kaçıranlar, 29 Ekimler, 10 Kasımlar gibi günah ve şirk pompalanan dönemlerde hiç bir tedbir almamaktadır. Korona gibi hastalıklara tabi ki tedbir almalıyız ama bizi, ailemizi ve toplumu cehenneme götürecek sekülerizm, ulusalcılık, sağcılık gibi gayri meşru telkinlere kapılmamak için çok daha fazla tedbir almalıyız.”
Konuşmasının son bölümünde, bu musibetten gereği gibi ibret alınması gerektiğini belirten Rıdvan Kaya, “önce kendimiz olmalıyız. Başkalarını taklit etmek, birilerine yaranmak, hoş görülmek gibi bir çabamız olamaz. Asıl olan Rabbimizin rızası olmalıdır. Bu süreci Rabbimize yakınlaşma vesilesi görelim, hesabını verebileceğimiz bir hayata talip olalım. AllahuTeala bizleri mü’min olarak yaşatsın ve mü’minlerle beraber son nefesimizi verebilmeyi nasip etsin.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Programda son olarak AKMER başkanı Hamza Er söz aldı. Böyle bir konuyu gündeme getirirken, bunun sadece bir grubun, bir yapının sorunu, meselesi olmadığı, insanlığın, Müslümanların ortak derdi, ortak konusu olduğu düşüncesiyle hareket ettiklerini belirten Er, “bir aile olarak gördüğümüz ve içerisinde bulunduğumuz mü’minler topluluğunun kadınıyla, erkeğiyle, genciyle yaşadığı ve yaşayacağı muhtemel problemleri konuşabilmeyi istedik. Aynı zamanda, teslim olmadan, kanıksamadan, sürekli de şikâyet tavrıyla hareket etmeden, çözüme yönelik de bir şeylerin dillendirilmesini arzu ettik.” dedi.
Hamza Er, maruz kalınan bu salgın hastalıktan bir an önce tamamıyla kurtulabilmek için dua ederek başladığı konuşmasının başında, bu süreçte vefat eden Av. Necip Kibar ve Ahmed Kalkan hocaya da Allah’tan rahmet duasında bulundu.
İmtihan olduğumuz, sınandığımız bilinciyle yeryüzü yürüyüşümüzü sürdürdüğümüzü, iman edenler olarak, güzellikleriyle, acısıyla, bolluğuyla, darlığıyla, hastalığıyla, sağlığıyla, savaşıyla, barışıyla bu hayatın bir sınanma alanı olduğunu ve ancak isabetli tercihlerimizle Allah katında kıymet kazanacağımızı ifade eden Hamza Er,“Bizleri Rabbimiz katında değerli kılıp, ebedi hayatımızı huzur, mutluluk diyarı haline getirecek olan, doğru ve rahmani tercihlerimiz olacaktır. Bolluk anında azmayan, şımarmayan, yokluk olunca şikâyet etmeyen, hastalıkta haddini bilen, sağlıkta şükreden, savaş anında geri durmayan, barışta inşa, ıslah derdini yüklenen, zorluk anında vazgeçmeyen, rahatlık da ise gevşemeyen tercihleri Allah bizlerden beklemektedir. Yani hangi şart altında olursak olalım, hangi koşulları yaşıyorsak yaşayalım, tercihlerimizin temelini daima “kulluk bilincimiz” belirlemelidir.” dedi.
Tevhidin, adaletin, merhametin, güzel ahlakın, cesaretin, esenliğin şahitleri, yani örnekleri olmanın, hava durumu gibi bazen görülüp bazen kaybolan bir hâl olamayacağını dile getiren Hamza Er, her anı ibadet şuuruyla yaşanması gereken hayatımızda laik-seküler bir alanın, tatile gönderilmesi gereken değerlerimizin, naftalinleyip sandıklara gömeceğimiz kimliklerimizin bulunamayacağı uyarısını yaptı.
Hamza Er, “Müslüman kimlik ve kişilik her an ve koşulda kendisini görünür kılacak zindeliği muhafaza etmelidir. ‘Allah benden ne istiyor, ne bekliyor?’ hassasiyetiyle hayatı yaşamak, onu tam anlamıyla anlamlı kılacak güzide, ideal bir bakıştır.” dedikten sonra konuşmasına şöyle devam etti:
“Darbeleri, baskıları, yasakları, yokluğu görmüş geçirmiş Müslümanlar, özellikle belli bir zaman aralığında tesis edilen daha özgürlükçü, daha müreffeh, daha konforlu bir ortamın şartlarında maalesef zaten atıl, edilgen kimliklere bürünmüşlerdi. Adalet mesajımız, Tevhid çağrılarımız, bozulmasından endişe edilen konforlu işleyiş uğruna paylaşılmıyor, görünür kılınmıyordu. Bir insanın hidayetinin değeri, kıymeti unutulmuş, tebliğ ve davet nasihatleri terk edilmişti. Hedefler, heyecanlar değişim yaşamıştı...
Kazanımlar, hak yolda, doğru istikamette kullanılamamış, dünyevi kazançlara sımsıkı yapışılmıştı. Hak ve hakikat çağrılarına ayaklar süre süre gitmeye başlanmış, mescidler, salonlar, ilim merkezleri, meydanlar, istişari faaliyet alanları boşaltılmıştı. Edinilen yeni çevreler, lüks, şatafatlı hayat alanları, mevki, makam sahibi kesimlerle oturulup kalkılması daha havalı görülmeye başlanmıştı. Yani, tembellik, üşengeçlik, ihmalkârlık, rahatlık ve varlık virüsünün bizleri kuşatması çok olmuştu. Bizleri yolumuzdan, çabalarımızdan alıkoyan virüsler damarlarımızda kan gibi dolaşıyordu…”
İşte böyle bir ortamda dünyayı kasıp kavuran, kısıtlamalarla bizleri evlerimizde tutan Covid-19 virüsüyle karşılaşıldığını ifade eden Hamza Er, bu virüsün canımıza minnet olacak yeni mesafeler oluşturduğunu, bencilliklere, bireyselliklere, tembelliklere bahane kılıfı olarak kullanıldığını, utanıp sıkılıp söylenemeyen, yapılamayanların perdesi olarak rahatlatıcı bir işlev gördüğünü öne sürdü.
Mallardan ve canlardan eksilme korkusuyla imtihan olduğumuzda ilk olarak değerlerimizi ve çabalarımızı gözden geçirmenin yanlışlığını hatırlatan Hamza Er,“yangında ilk kurtarılması gereken tapu senedi, ziynet eşyaları, elektronik eşyaları mıdır, yoksa insan mı? Cevabımız tabi ki insansa, insanın yüreğine dokunmayan, onu ihmal eden bir Korona süreci de düşünülebilir miydi? Çünkü insan olmaktan, insan kalmaktan, islami değerlerimizle var olmaktan vazgeçmek, önce kişiyi, sonra da toplumu çürütür… İhmal eden, aldırmayan ve bunları alışkanlık haline getiren bir ümmet toparlanamaz ve kendine gelemez… Adalet, ahlak, ahiret ve tabi ki Rabbimiz ihmal edilemez. Ahdimiz, misakımız ihmal edilemez.” dedi.
Pandemi sürecinde oluşan mesafeler, Müslümanların kardeşlerine dair özlemlerini arttıracak bir etki yapmalı diyen Hamza Er, kutsal günlerinde batıl uygulamalarını görünür kılıp bizlere dayatan, ara vermeyen çağımızın ifsat dalgasına karşı, bizi duyarsız bırakacak bir teslimiyet halinden de acilen çıkılması gerektiğini söyledi.
Hamza Er,“‘Şehrin en uzak yerinden koşarak gelen adam…’ sorumluluğunun yüreklerimizden çıkmasına izin veremeyiz. Furkan Suresi 77. ayetinde; ‘Allah’ın birliğine imanınız, ibadet ve ihlasınız olmadıktan sonra Rabbim size ne diye değer versin?...’ buyurulmuştur. İnancımız ve yeryüzünde değer üreten amellerimiz unutmayalım ki Allah katındaki yakınlığımızı ve kıymetimizi belirleyecektir.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Program Grup Kıyam’ın birbirinden güzel ezgi ve marşlarını seslendirmesiyle sona erdi. Özellikle, “Doğ ey güneş erit taştan adamı” ve “La İlahe İllallah” ezgileri salondan coşkulu bir katılımla söylendi.