Tarih: 21.12.2022 18:20

Akla Yapılan Vurguya Rağmen Yaşanan Akılsızlıklar…

Facebook Twitter Linked-in

Çağımız akıl çağıdır’ nitelemesi boşuna söylenmemektedir. Çünkü akıl üzerinden her şeyin anlamını keşfetme çabası öncelenmektedir. Akıl, her şeyin mihenk noktası olma özelliğini bu çağ ile kazanmıştır. Daha önceki zamanlarda da akıl vurgusu vardı. Ama bu akıl vurgusu ile bugünün akıl vurgusu arasında da ehlince bilinen bir mahiyet farkı vardır.

Akıl vurgusu özel spesifik bir episteme/bilgi yöntemi üzerinden yapılan bir şeydir. Bu özel ve spesifik bir epistemeyi bütün epistemeler üzerine hükümran kılma arayışı modernleşmenin temel hasletidir. Bu hasletin diğer kültürlerin de baskın karakteri olması bilinçaltı çalışmalar ile sağlanmıştır. Farkında olmayan bütün farklı kültürler akıl vurgusu ile modernleşme karşısında düştükleri yenilgiyi örtbas edeceklerini düşünmektedirler. Hâlbuki bu onlar açısından büyük bir tuzağa işaret etmektedir. Ama bu tuzağın bir tuzak oluşunu anlayacak bir akıl noksanlığı ile malul neredeyse bütün kültürler. İstisnai durumlar söz konusu her olayda olduğu gibi… Ama genelleme yapmanın bir karşılığı da vardır.

Bir akıl, içinde yer aldığı sistem açısından tanımlanan rolü üstlendiğinde kendi akliyetini kaybeder. O zaman akıl, biçimlendirildiği gibi şekillenir ve aslında köreltilmiş bir akıl ile karşı karşıya kalınır. Akıl vurgusu ise bilakis, ortaya konan şeyi dışarıdan görebilecek bir bakışa sahip olmak ve onu farklı bir olgu ile karşılaştırarak değerlendirmeyi içerir. Bu aklın özgürlüğünü ona kazandırır. Bugün ise hem batıda hem de doğuda ağırlıklı bir konum olarak akıl, batılı episteme tarafından tanımlandığı biçimi ile kullanılmaktadır. Bu da doğal olarak farklı akılları devre dışı bıraktığı içindir ki bir akılsızlık durumunu da işaret etmeyi sürdürmektedir.

Örneğin, akıl üzerinden geleneğe yönelik yapılan eleştirilerin elbette bir karşılığı vardır. Bu konuda yapılan haklı eleştirileri de göz ardı etmenin akıl açısından bir ehemmiyeti yoktur. Ama geleneğe yöneltilmiş akıl vurgusunun dayanağının; yani apriori/ön varsayımlarının üzerine bina edilmiş yapısı batılı epistemik unsurlara dayalı ise bu tam olarak bir akılsızlığı işaret eder. Çünkü İslam, vahiy aracılığı ile zaten sürekli bir akletme olgusuna vurgu yapmaktadır. Ama apriori/ ön varsayımlarını da kendisi koyduğu ilkeler üzerinden bir eleştirel mekanizmaya gönderme yapmaktadır. Yani Müslümanların kendilerine has bir akılları vardır zaten! O yüzden başka akıllara ihtiyaçları yoktur. Ama başka akıllar üzerinden kendi aklını iptal ederek kendi düşünce yapısına yönelik eleştiriler yönelttiğinde artık o kendisi olmaktan çıkmaktadır. Kendine yabancılaşmakta ve kendinden uzağa düşmektedir. İşte sorunda tam olarak burada baş göstermektedir. Bugün sorunların kaynağında bu olgunun bizatihi kendisi vardır.

Hâlbuki beklenen tavır; Müslümanların hem kendi geleneksel kültürel yapısına yönelik eleştirel tutumunu kendi müslümanca aklına uygun gerçekleştirmeleri ve hem de batılı aklın ürettiği kültür ve düşünceye yönelik eleştiriyi de yine kendi müslümanca aklının ilkeleri üzerinden yaparak kendi düşünce yapısının gücünü keşfetmeleridir. Bu nokta üzerinden hak, hukuk, adalet, özgürlük ve siyasal kavramları yeniden düşünmekte yarar var…

Müslümanların taraf olacakları tek bir hakikat vardır: o da İslam vahyinin belirlediği ve ümmetin üzerinde bin beş yüzyıldır ittifak ettiği ilim usul geleneği üzerinden elde edilmiş ilkelerin oluşturduğu temel yaklaşım, bakış ve değerlerdir. Bu yaklaşım, bakış ve değerler ile geleneğe yönelik yapılacak eleştiride bu aklın verileri kullanılmalıdır, hem de oluşmuş, siyasal, sosyolojik yapıların sağlıklı olup olmadığı, doğru olup olmadığı konusunda da bu verileri eksene almalarıdır.

Müslümanların her hangi bir partiyi savunmalarının nedeni çok önemlidir. Aynı refleksi veren ama farklı nedenlere sahip kişiler var olabilmektedir. Bir yapıyı birden fazla sebeple desteklemek mümkündür. Bunu gözlemlememiz de mümkündür. O yüzden Müslümanlar, bir partiyi veya yapıyı desteklerken, hangi kıstaslara sahip olmaları gerektiği konusunda bir açıklığa sahip olmalılar. Bu birlik ve bütünlük açısından da önemlidir. Ama nedense Müslümanlar kendi kavramları ile desteğe davet edilirken, bizatihi Müslümanların aleyhine onlarca iş yapılabilinmekte ve hala Müslümanların o yapıyı desteklemeleri yine Müslümanların lehine olduğu savı ile istenilmektedir. Bu temel gerçeğin Müslümanların nezdinde bir çözüme kavuşturulması sağlanmadığı sürece Müslümanların sağlam ve müslümanca bir bakış üzerinden müslümanca bir aklı hayata geçirmeleri mümkün görünmemektedir.

Şimdi meselelerimizi şöyle dikkatle ele alalım: tarafgirlik, parti tutmacalar, ırkçılık, kavimleri üstün tutma hayali, tarihsel kutsal şahsiyetler vesaire ile Müslümanların toprak, iktidar üzerinden sürekli çatışma yaşamalarının nedenlerine bakalım ve vicdanımızı dikkate alarak cevaplar aramaya başlayalım… Hangi tarafgirliğimiz bizatihi ilahi rızaya matuf bir özellik göstermektedir. Tarikat, cemaat, parti ve meşrepler ile örgütlerin karakteristik yapıları bizatihi İslam ile özdeş kılınamayacağına göre bunlara yönelik gösterilen tepkiler, şiddet uygulamaları, yok saymalar vesaire hangi İslami temel ilke ile uyum sağlamaktadır. Akla yapılan bunca vurguya rağmen akılsızlığın devamını sağlayan şey işte budur…

Müslüman bir aklın inşasını gerçekleştirmeden yapılacak akıl vurgularının bir karşılığı olmayacağı gibi bizi akıllı da yapmamaktadır. Yapılan hataların akıl tarafından bulunması ve engellemesi için gereken adımların atılmasını da engellemektedir. Çünkü akıl tanımının doğru yapılmadığı bir zeminde akıllar karmaşası yaşanmaktadır. Bu doğal hal, akla karşı bir antipatiyi ve karşı çıkışı da meşrulaştırmaktadır. Behemehâl aklın müslümanca bir tanımı yapılmalı, bu tanımın Müslümanların vahye isnadının sağlamlığı ile garanti altına alınmalı ve böylece vahyin akıl karşıtlığının kocaman bir yalan olduğunun aşikâr kılınması sağlanmalıdır. Bu her müslüman entelektüel için bir sorumluluk alanıdır.

Her kavramda olduğu gibi akıl kavramına da yapılan vurguya göre bir değerlendirme yapmayı elzem kılmaktadır. Akıl kavramının müslüman zihin açısından tam olarak neye tekabül ettiği açık kılınmadığı sürece bu zihni karmaşa devam edecektir.

Bir sorumluluk alanı olarak akla yapılan her vurguda ‘hangi akıl’ sorusuna cevabı da içerecek şekilde kullanmayı bir refleks olarak göstermeliyiz ki kavram yerli yerine otursun ve bir zaman sonra artık bu zihinsel karmaşa ortadan kaldırılsın, hiç kimsenin de artık bu akıl vurgusu belirsizdir deme imtiyazı kalmasın…

Akıl, kavram olarak bütün yöntemlerin üzerinde bir hassasiyete sahiptir. Akıl, kendi dışındaki her şeyi değerlendirmeye alacak bir özelliğe sahiptir. Ama bu genel akıl tanımı, süreç içinde kendi bakış açısı içinde yeniden bir tanıma da kavuşabilmektedir. Bu akıl gerçeğini dikkate alarak akıl kavramını konuşmalıyız…

 

Kaynak: mirathaber.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —