Bir önceki yazımızda (“Kovadis” başlıklı yazı) devrimin öncelikle zihinlerde gerçekleşeceğini belirterek; bu “zihnî devrim”in ilmî-fikrî yükünü ulema ile akademyaya yüklemiştik.
Sonra bir soru: Peki bize ne yapacağız?
Hocamız rahmetli Nurettin Topçu’nun son yazıları “harp” hakkında idi. O şöyle diyordu:
“Üçüncü Dünya Harbi birbirine düşman olan üç kıtanın harbi olacak.”
Ardından sömürgeci ABD ile Avrupa’nın tüm mazlum milletlere yaptığı zulümden bahsettikten sonra Çin’in bu zulmün çocuğu olduğunu belirtiyor ve 1973 yılında yani yarım asır önce şu tesbiti yapıyor:
“Üçüncü Dünya Harbi şüphesiz ki bu iki zalim kıtaya onlarınki kadar zulümle cevap verecek olan Çin’den çıkacaktır” (Hareket, Nisan 1973).
Hoca’ya göre “harp” dünyadaki kavgaların yarışmaların zorunlu toplamıdır. “O yarışmaların yarışmasıdır”. Bu belki de son yarışma olacak, insanlık “teknik” denilen canavarın esaretinden kurtulacak, demir devrinden toprak devrine geçecektir.
Peki “Üçüncü Dünya Harbi” çıkmaz ise ne olacak?
Hoca yine “harp” fikrinde ısrar etmekte ve şöyle demektedir:
“İnsanlığın bu kurtuluş müjdesini üçüncü harp getirmez ise... (insanlık) çılgın hırsların kucağında mutlaka doğacak olan Dördüncü Dünya Harbi’ne sürüklenecek ve bu harp nihaî kurtuluş olacaktır.” (Hareket, Kasım 1972).
Rahmetli hocamızın “Son Dünya Harbi” görüşü ne zaman gerçekleşir bilemeyiz ama; biz burada hâlihâzırda “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap olmak üzere “Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş” (Dergâh Yay. 2020)’te “gönül erleri”nin kuracağı bir şehre işaret etmiştik. Bu “şehir” ütopik-romantik bir arzunun ürünü değil. Turistik amaçla kurulan bir sürü belde var ki onların yanında mütevazı kalır.
Ulema ve akademyamız “Ahlâk Nizamı”nın çerçevesini çizedursun (inşallah) biz halkın önüne bir teklif olarak bu “pilot” şehri koyabiliriz. Bu sebeple “Bir Şehir Kurmak” yazısının önemli bölümünü yeniden sunuyorum:
Gönül erleri bir araya gelse “Bir Şehir” kuramaz mı? Tüm dünyaya “Evet! İşte bu” dedirtecek bir şehir, bir hayat tarzı, bir ahlâk nizamı. Devlet buna karşı çıkmak yerine destek vermelidir.
Vermedi ama.
Rahmetli Turgut Cansever’in dört başı mamur projesi hayata geçirilemedi.
Oysa inancımıza uygun, medeniyetimizi temel alan bir şehir kurmanın planlarını resimlerine kadar çizmiş, hazırlamıştı.
Sadece bir boş arazi istemişti. Bilâücret senelerce bu şehri oluşturacak “Türk evi” üzerinde çalıştı.
O sadece bir ressam, neyzen, mimar, şehir plancısı, uluslararası şöhret değildi. Ellili yıllardan itibaren belediyelerde, devlette görev almış; danışmanlık yapmış tecrübeli bir hoca idi.
En önemli özelliği “bağımsız” oluşuydu.
Burada tanışıp-görüştüğüm hocanın meziyetlerini sayıp-dökecek değilim.
Şunu belirtmek isterim ki; bıraktığı düşünce-sanat ve mimari miras talebelerinin (ailesinin) elindedir. Onlar bayrağı devralabilir.
İktidarı ve muhalefeti ile devlet ayrıca (akademya ve halk) şehirlerimizin içler acısı durumunu görüyor, ıslaha çalışıyor. Çalışsın bu da bir iştir. Tıpkı köprü, yol, tünel yapmak gibi.
Ama sıfırdan “Bir şehir kurmak” ve bunu tüm dünyanın hayran olacağı tarzda inşa etmek hepsinden önemlidir. Çünkü bu “Ahlâk Nizamı”nın hayata geçirilen misali olacaktır. Muhacirlerin Medinesi.
Doksanların başında ülke çapında yapılan bir ankete göre halkımızın %90’ı bahçe içinde müstakil ve tek katlı bir evde yaşamak istiyor.
Bu “toprağa-tabiata” bağlılığımıza işarettir. (İlginç olan şu: Ben bu yazıyı yazdığım günlerde İlber Ortaylı’nın “Tuhaf” dergisinde bir yazısı yayımlandı, başlığı şöyle: “Tarıma toprağa bağlan”. Şubat 2019).
Turgut hocanın tüm ayrıntısı ile dile getirdiği şehre ben bu risalenin ana fikri uyarınca ilavede bulunacağım.
-Bu şehir esas itibarı ile “tarım”a bağlıdır. Etrafındaki köyler ahali ve arazisini projeye katmalıdır. Ülkenin neresinde kurulacaksa oranın topografyası-iklimi-imkânları elbette gözetilecektir.
-Şehrin civarında tarıma bağlı küçük ölçekli sanayi bulunabilir. Yine olmasında fayda görülen (seramikten cama, undan konserveye, yemden gıdaya vb.) iş alanları açılabilir.
-25-50 bin kişilik bu küçük ama güzel şehirde zaruret haricinde motorlu taşıt yoktur. Yaya yürümek veya bisiklet ile toplu taşıma esastır.
-Şehirde bugün diğer şehirlerimizdeki gibi tüm kurum-kuruluş ve meslekler mevcut kanunlara tabi olarak faaliyet gösterir.
-Diyelim devlet bu şehir projesine ilgi göstermedi. “Ahlâk nizamı”na inanan sermaye sahipleri, inşaatçılar çeşitli ortaklık biçimleriyle bu yatırıma girişemez mi?
-İyi bir tanıtım ile bu şehrin tüm evlerinin hemen satılacağına inanıyorum.
Kim bu cennet köşesinde yaşamak istemez.
Şehrin yaşantısı, asayiş ve intizamı öncelikle şehir ahalisinin sahiplenmesi ile hal yoluna girecektir.
Pembe bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ancak “Ahlâk Nizamı”nı benimseyenler bu renge kıymet vermez. (Bu bir pilot uygulamadır. Başarısı yeni yorumlar ile yurt sathına yayılabilir.)
Şehrin sakinleri “Kanaat toplumu”nun fertleridir. Hududullah çerçevesinde yaşamaktan başka hedef tanımazlar.
Ne ABD’deki Amish tarikatına mensupturlar, ne de bir “getto” kurmuşlardır. Cennete bu dünyada değil, öte dünyada kavuşacaklarına inanmışlardır. Onlar “Ahlâk Nizamı”nın öncüleridir.”
(Bundan böyle bana düşen herhalde “Toprağa Dönüş” hareketini şimdilik ferdî olarak deneyenlerin hikâyelerini yazmak olacaktır. Bu “öncü”lerin yaşadıklarını bana iletmelerini dilerim.)