Tarih: 12.03.2024 14:25

Akif Son Dönem Şiirlerinde Neden ‘Irk’ İfadesini Kullandı?

Facebook Twitter Linked-in

 

Mehmet Akif’in ümmetçi bir dava adamı olduğunu, bu nedenle de İslami esaslara göre birlik, beraberlik tesis etmeye çalışan ‘Osmanlılık’ düşüncesini ‘İslam’ olarak benimseyip savunduğunu ve bu çerçevede mücadele yürüttüğünü hatırlatmakta fayda vardır. Nitekim bir bütün olarak Akif’in fikriyatına, şiir, sanat poetikasına ve dava anlayışına bakıldığında, onun ırkçılık yapmak bir yana bilakis hayatı boyunca ırkçılıkla mücadele halinde olduğunu görürüz.

 

‘Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyyet ne! 

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine. 

‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı Şerîat’te yeri? 

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri. 

Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde; 

Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde! 

Müslümanlık’ta ‘anâsır’ mı olurmuş? Ne gezer! 

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber. 

En büyük düşmanıdır ruh-i Nebî tefrikanın; 

Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!’

 

Mehmet Akif Ersoy

 

Akif’in Kavmiyetçilik-Milliyetçilik Anlayışı

 

Akif’in yaşadığı dönem içerisinde karşısında durduğu ve amansız bir şekilde mücadele ettiği alanlardan biri de kavmiyetçilik cereyanı olmuştur hiç şüphesiz. Çünkü o, kavmiyetçiliğin İslam dünyası için ne kadar büyük bir fitne olduğunun fevkalade bilincindeydi. Yine biliyordu ki kavmiyetçilik Batı’nın bilinçli bir projesi idi ve maksat Osmanlı’yı ve İslam dünyasını çökertmekti. Nitekim o bu öngörüsünde yanılmamış ve Osmanlı ile birlikte İslam dünyası da bu kavmiyetçilik illetiyle darmadağın olmuştur.

 

Akif, Safahat’ın İkinci Kitabı’nda İslam dininin bütün kavimleri (müntesip olunan soy, ırk, unsur) tek bir milliyet altında tuttuğunu; kavmiyetçiliğin ise İslam’ı yıkacak bir ayrılık hissi ve fitne olduğunu şöyle ifade etmiştir:

 

“Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam, 

Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam, 

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? 

Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? 

Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı, 

Aynı milliyetin altında tutan İslâm’ı, 

Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir. 

Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir.”

 

Şiirin devamında ise Akif, Arnavutluk ve Araplık düşüncesi ile Osmanlı’dan ayrılmış olanları örnek gösterdikten sonra, Türkçülük akımının da aynı şekilde zararlı olacağını şöyle ifade eder: 

 

“Arnavutlukla Araplıkla bu millet yürümez. 

Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez. 

Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan; 

Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan.”

 

Türkçülük fikir akımının siyasi bir görünüm kazanması üzerine, Akif’te din-İslam merkezli millet söylemi ön plana çıkmıştır. Bu dönemden önce milleti, devleti oluşturan unsurları, ortak tarih şuuruna sahip olan topluluk anlamında kullanan Akif, yaşanan son gelişmelerle birlikte; ‘millet’ eşittir ‘din’ yaklaşımını kullanmaya başlamıştır. 1911-1912’de Sebilürreşad’daki makalelerinde millet kelimesini bu anlamda kullanmaya özen göstermiş ve Müslüman Osmanlı toplumlarını kavmiyetçilik-milliyetçilik akımlarından uzak durarak İslam dini etrafında kenetlenmeye davet etmiştir: 

 

“Ey cemaat-ı Müslimin, siz ne Arapsınız ne Türksünüz, ne Lazsınız, ne de Çerkezsiniz! Siz ancak bir milletin efradısınız ki o millet-i muazzama da İslam’dır. Müslümanlığa veda etmedikçe kavmiyet davasında bulunamazsınız.” 

 

Safahat’ın üçüncü kitabı olan Hakkın Sesleri’nde ise Akif, millet kelimesini İslamiyet karşılığında kullanmış ve Hz. Peygamber’in İslam çağrısını yaptığı 25 yıl gibi kısa bir sürede meydana gelen gelişmeleri milliyet kapsamında değerlendirmiştir:

 

“Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz: 

Gelmişiz dünyâya milliyet nedir öğretmişiz! 

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyetin,

Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden insâniyyetin, (…) 

Yirmi beş yıl yirmi beş bin yıl kadar feyyâz imiş! 

Bak ne ânî tekâmül! Bak ki: Hâlâ mündehiş.”

 

Akif, Meşrutiyet’in ilanı sonrasında hız kazanarak güçlenen Türkçülük akımını da kavmiyetçilik olarak görmüş ve bunun İslam Birliği’ne zarar verdiğini düşünmüştür. Bu konuda muhatap olarak gördüğü Ziya Gökalp’i ciddi anlamda eleştirmiştir. Balkan Savaşı’nın çıkma sebebi de olan ulusa dayalı bağımsız devletlerin kurulması şeklinde ortaya çıkan kavmiyetçilik fikrine Akif, 1913 Haziran’ında neşretmiş olduğu Hakkın Sesleri’nde, İslam’ın kendisinin bir millet olduğundan hareketle karşı çıkışını sürdürmüştür. Akif’in memleketi olan Arnavutluk’un Osmanlı’dan ayrıldığı bir dönemde onun bu konuda kullandığı dil daha da sertleşmiş ve kavmiyetçiliği küfür olarak tanımlamıştır:

 

“Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyyet ne! 

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine. 

‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı Şerîat’te yeri? 

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri. 

Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde; 

Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde! 

Müslümanlık’ta ‘anâsır’ mı olurmuş? Ne gezer! 

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber. 

En büyük düşmanıdır ruh-i Nebî tefrikanın; 

Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!”

 

Akif, daha sonraki yıllarda da aynı minvalde konuşma ve vaazlarına devam etmiştir. 1913 yılında Beyazıd Kürsüsü’nden şunları haykırır bu kez: 

 

‘Filhakîka ırkı, lisanı, muhiti, âdâtı, elhasıl her şeyi yekdiğerine mübayin olan bu kadar akvâmı Müslümanlık kardeş yapmıştı; kavmiyeti, cinsiyeti aradan kaldırmıştı. Fakat son zamanlarda biz Müslümanlar bu hakîkatten gâfil olduk. Aramıza nâmütenâhî esbâb-ı tefrika girdi. Bırakalım memalik-i ecnebiyedeki Müslümanları; Osmanlı memleketinde bu kadar akvam var. Öyle ya Arnavut, Kürt, Çerkez, Boşnak, Arap, Türk, Laz… Elhâsıl daha birçok kavmiyetler mevcut. (…) Pek ala! Hepsinin beynindeki rabıta nedir? Rabita-i diyanet! Şimdiye kadar bu rabıta sayesinde kardeş gibi yaşadık. Türk Türklüğünün ne olduğunu bilmiyordu; Arnavut kavmiyetinden dem vurmuyordu. Zaten Müslümanlıkta kavmiyet yoktur.

 

Görüldüğü üzere Akif, İslam Birliği’ni engelleyecek olan her türlü oluşumun karşısında yer almıştır. Kavmiyetçiliği ve fırkacılığı da İslam Birliği’nin önündeki bir engel olarak gördüğü için ona da karşı çıkmıştır. 1913-1914 yıllarında Sebiliürreşad’da yayımlanan Fatih Kürsüsü’nde de bu düşüncesini şöyle ortaya koymuştur: 

 

“O halde vahdete hâil ne varsa çiğneyiniz… 

Bu ayrılık da neden bir değil mi her şeyiniz? 

Ne fırka herzesi lâzım ne derd-i kavmiyyet; 

Bizim diyânete sığmaz sekiz, dokuz millet!”

 

Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu halkını mücadeleye davet eden Akif, 1920’de Zağanos Paşa Camii’ndeki vaazında kavmiyetçilik tehlikesine şöyle dikkatleri çekiyordu:

 

“Binaenaleyh Müslümanlar aralarında ayrılığı gayrılığı mûcip olacak en ufak hadiselerden, dargınlığı intac edecek en hafif hareketlerden, sözlerden katiyyen çekinmelidir. Fırkacılık, kavmiyetçilik… Bunlar artık susmalı. El birliğiyle bugün vatanı müdafaa etmeli. Asla meyus olmamalı. Emin olmalıyız ki canla başla çalışırsak, aradaki esbab-ı tefrikayı kaldıracak olursak vatan-ı İslâm’ı kurtarırız. İnşallah bundan sonra âlem-i İslâm hakkındaki tecellî-i celâl cemâle inkılâb edecektir.”

 

Vaazının devamında ise; “… İhtilalden çıktık ihtilale girdik; müşkülattan çıktık müşkülata düştük! Çünkü ecnebiler böyle istiyor, memleketlerimizi elimizden almak için programları bu” diyerek bu fitnenin bizi daha rahat bir lokma haline getirmek için Osmanlı ve İslam düşmanları tarafından aramıza sokulduğunu söyler. 

 

Kavmiyet Aleyhinde, Milliyet Lehinde

 

Malum İstiklal Harbi gerek İslam Birliği’ni savunanlar gerek Türk Birliği’ni savunanlar gerekse Batı ile birleşmek/benzeşmek fikrinde olanların ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir mücadele olmuştur. Süreç, bir grubun diğerlerini tasfiye etmesiyle sonuçlanmıştır. Mehmet Akif’in Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği çabalar ‘İslam Vatanı’nı korumaya yöneliktir. Bunun için mücadele vermiştir. Konuşmalarında hep bu hususa dikkatleri çekmiştir: 

 

“Ey cemaat-ı Müslimin! Memleketlerimizi kurtarmak için devam eden mücâhedâtınızda bir noktaya son derece dikkat etmelisiniz. Bu hareketlerin, bu himmetlerin sırf müdafaa-i din ve vatan gayesine müteveccih olduğu yâr-u ağyâr nazarında tamamıyla anlaşılmalıdır. Fırkacılık, menfaatçilik, kavmiyetçilik gibi hislerden külliyen müberra olduğuna yakındakilere, uzaktakilere tamamıyla kanaat gelmelidir. Bu kanaati zerre kadar sarsacak bir harekete, bir söze kimse tarafından meydan verilmemelidir. Hususi emeller, hususi içtihatlar yine hususi olarak sahiplerinin kafasında, kalbinde kalmalıdır. Çünkü gaye birdir. Efrad tarafından müşterek gayeye karşı gösterilecek ufacık bir inhiraf son derece muhtaç olduğumuz vahdeti temelinden sarsmaya kâfidir. Onun için bundan son derecede sakınmalıdır.”

 

Lakin gelişmeler Akif’in istediği şekilde olmamıştır.

 

Birinci Meclis’te 22 Şubat 1922 yılında yapılan bir konuşmanın TBMM Zabıt Ceridesi’ne düşen kayıtları, Akif’in bu dönemdeki kavmiyet ve milliyet fikri hakkında bize önemli bilgiler vermektedir. Kürsüde konuşan Hamdullah Subhi’nin, belirli bir inancı olan herkese dindarane bir saygı duyduğunu ifade ettikten sonra, örnek olarak kendisi ile Mehmet Akif’in ‘birbirine mütenakız görünen yollarda senelerce’ çarpıştıklarını ve Mehmet Akif’in ‘milliyetperverliğin daima aleyhinde enfes şiirler’ yazdığını ifade etmesi üzerine Akif’in; ‘Ben kavmiyet aleyhinde bir adamım, milliyet aleyhinde değil’ cevabını verdiği ve bunun üzerine Hamdullah Subhi’nin de Akif’in bu kullanımını doğruladığı görülmektedir. 

 

Akif, ayrılık sebebi olarak gördüğü kavmiyet fikrine karşı olmuş, millet fikrini kabul etmiştir. Kavmiyetçilik konusunda Akif’in gösterdiği tepkilerin, toplumu bir arada tutmak gibi sosyal bir boyutu olmakla birlikte, bunu, Kuntay gibi Akif’in bu konudaki hassasiyetlerini çok daha önceleri dile getirmiş olan Babanzade Ahmet Naim’in Akif üzerindeki etkisine bağlayanlar da olmuştur. 

 

Akif’in milliyetçiliği meselesine gelince, onun milliyet kavramını farklı şekillerde izah etmeye çalışanlar olmuşsa da yukarıda da ortaya konduğu üzere Akif’in milliyetten İslam dinini algıladığını görmekteyiz. Akif nation (nasyon) anlamdaki milliyetçiliği, kavmiyetçilik olarak görmüş ve buna karşı çıkmıştır. Merkezinde İslam olan, taklitçilikten uzak, irfan temeli üzerinde yükselen bir milliyetçilik anlayışını benimsemiştir diyebiliriz. 

 

‘Irkıma Yok İzmihlal’

 

Akif’in kavmiyetçilik-ırkçılık, milliyetçilik, milliyet ile ilgili düşünceleri yukarıda ifade edildiği gibi apaçık ortada iken son dönem şiirlerindeki ırkçılık ile ilgili ifadelerine ne demeli? 

 

Soruyu daha açık bir şekilde soracak olursak: Ümmetçi bir anlayışa sahip olduğunu bildiğimiz Mehmet Akif Ersoy neden son dönem şiirlerinde özellikle de İstiklal Marşı’nda açıkça ırkçılık manasına gelen ‘kahraman ırkıma’, ‘ırkıma yok izmihlal’ ifadelerini kullanmıştır?

 

Zaman zaman bilinçli olarak köpürtülen, hakkında ileri geri yorumlar yapılan hatta bu ifadelerin sonradan İstiklal Marşı’na dâhil edildiğini söyleyenler bile var. 

 

Yukarıda da izah edildiği gibi biliyoruz ki merhum Akif, hem Safahat’ında hem düzyazılarında hem de konuşmalarında ve en önemlisi yaşantısında hep kavmiyetçiliğe, milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı bir duruş sergilemiş ve mücadele etmiştir. Hayatında da bunun bedellerini ödemiş ama asla ümmetçi duruşundan taviz vermemiştir. 

 

Hâl böyle iken son dönem şiirlerinde ve özellikle İstiklal Marşı’nda yukarıda bahsi geçen ifadeleri kullanmasını nasıl izah etmek lazım? 

 

Öncelikle bütün söz ve eylemlerde olduğu gibi söylenen sözlerin, yazılan kelime ve cümlelerin, yapılan davranışların bağlamıyla birlikte söylendiği dönemi, mekânı ve en önemlisi o dönemin atmosferini iyi irdelemek gerekir. Yani sözün siyak ve sibakına bakmak lazım.

 

Evet, bir defa merhum Akif’in ümmetçi bir dava adamı olduğunu, bu nedenle de genelde İslami esaslara göre birlik, beraberlik tesis etmeye çalışan ve bunu kısmen de yapan ‘Osmanlılık’ düşüncesini ‘İslam’ olarak benimseyip savunduğunu ve bu çerçevede mücadele yürüttüğünü hatırlatmakta fayda vardır. Çünkü o, Osmanlı’nın hedef alınıp yıkılmaya çalışılmasını İslam’ın ve Müslümanların hedef alınması ve ortadan kaldırılmaya çalışılması olarak görüyordu ki durum gerçekte de böyledir. Evet Batı, Osmanlı’yı hedef alarak İslam’ı parçalamayı amaçlamıştır hep.

 

Ancak ne zaman ki Batı bu hedefinde başarıya ulaşmış, antlaşmalarla Osmanlı’nın adeta elini kolunu bağlamış, Osmanlı’yı parçalamış, topraklarını işgal etmiş, ordusunu dağıtmış, halkını darmadağın etmiş; işte o zaman Akif’in fikrinde taktiksel olarak bir başkalaşım, değişim yaşanmıştır. Bu fikir, düşünce ve eylemindeki bir değişim değil; ifade, söyleyiş, dile getiriş biçimindeki değişimdir. Özde bir değişim söz konusu değildir. Aslında buna değişim, başkalaşım da dememek lazım. Zamanın ruhuna uygun ifade biçimi demek daha uygun belki de…

 

Çünkü o dönemi hatırlayacak olursak; Osmanlı’nın artık ortadan kalktığı, herkesin kendi kavmi adına hareket etmeye başladığı, ulusçuluk cereyanının bütün cihanı sardığı bir dönemde varlığını devam ettirmek adına, sahneden dışarı atılmamak için merhum Akif’in de son dönem şiirlerinde bu çerçevede “ırk” ifadesini kullanmaya başladığını görüyoruz. Özellikle İstiklal Marşı’nın yazılış amaçlarından biri de orduya, halka biraz da cesaret aşılamak değil midir? Osmanlı’nın varlığında Osmanlılığı parçalamak için değil, bilakis Osmanlı’nın parçalandığı, yok olmakla karşı karşıya geldiği bir dönemde yeniden o dağınıklığı birlik beraberliğe dönüştürüp ayağa kaldırmak ve  şahlandırmak için bu ve benzeri ifadeleri kullanmıştır muhtemelen. 

 

İşte merhum Akif’in son dönem şiirlerinde “ırk” kelimesini de bu yönüyle Osmanlı ile aynı muhtevada ama daha damıtılmış bir şekilde o günün koşullarında ihtiyaca binaen kullandığını görüyoruz.

 

Nitekim rahmetli İsmail Kazdal’ın uzun süre üzerinde çalıştığı Safahat’ın Penceresinden kitabını okuyunca bu düşünceler zihnimde peyda oldu ve Akif’in son dönem şiirlerinde ‘ırk’ kelimesini niye kullandığı hususu bende böyle bir cevap buldu. 

 

“…Osmanlı birliğini parçalar gördüğü kavmiyetçiliğe şiddetle taarruz ederken, Osmanlı yıkıldıktan sonra, kavmiyetçiliğe taarruz şartı ortadan kalktığı için, ‘ırkıma yok izmihlal’ diyerek bizzat ırkçılık ifadesini kullanmıştır.” (İsmail Kazdal, Safahat’ın Penceresinden, Erguvan Yayınları, 2019, S: 146)

 

Burada söz konusu olan ırkçılık; milliyetçilik, kavmiyetçilik anlamında değildir. Akif daha önce nasıl “Osmanlı” kelimesini “İslam” olarak kulandıysa yine aynı şekilde “ırk” kavramına da yeni bir libas giydirerek “İslam” manasında kullanmıştır. Zaten bir bütün olarak Akif’in fikriyatına, şiir, sanat politikasına ve dava anlayışına baktığımızda onun ırkçılık yapmak bir yana bilakis hayatı boyunca ırkçılıkla mücadele halinde olduğunu göreceğiz. 

 

Akif’e rahmetle….

 

YUSUF TOSUN

YUSUF TOSUN

1972 Adıyaman Kâhta doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun olmuş, yüksek lisansını Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde yapmıştır. Yazın dünyasına deneme, öykü, mektup, günlük, biyografi türlerinde katkıda bulunmuştur. Bengisu Yayınları, Çıra Yayınları, Birey Yayınları ve Yarın Yayınları aracılığıyla yayımlanan eserlerinin yanı sıra çeşitli dergi, gazete ve sanal mecralarda yazıları yer almıştır. Birçok sivil toplum kuruluşunda aktif görevi bulunmaktadır. Anadolu Yazarlar Birliği Genel Başkanı olup evli ve iki çocuk babasıdır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —