Her ülke ürettiği değerler ölçüsünde zengindir. Ülkeler ürettikleri değerlerle gelişirler. Bilimsel, kültürel ve eğitsel değerler, üniversitelerde üretilir. Bir ülkenin bilimsel, kültürel ve eğitsel değeri, bu ülkenin üniversitelerinin değerine bağlıdır.
Üniversitelerin değeri ise, üniversitelerin öğrencilerinin değeriyle, öğretim elemanlarının değeriyle ve bunların ürettikleri eserlerin (buluş, patent, kitap, makale, vs.) değeriyle ölçülür.
Türkiye’de üniversitelerin ürettiği bilimsel, kültürel ve eğitsel değerler fevkalade düşüktür ve maalesef bu değerler gün geçtikçe değerlerini daha da yitirmektedirler. Türkiye’de adeta bir akademik devalüasyon var.
Türk akademisi çok ciddi bir “değersizleşme süreci”nden veya daha doğru bir terimle “değersizleştirme süreci”nden geçiyor. İşte bu makalede Türk akademisinin içinden geçtiği bu değersizleştirme süreci hakkında birtakım gözlemlerde bulunup, eleştirilerimi dile getireceğim.
Türkiye’de üniversitelerde her şey değerini hızla yitiriyor. Üniversite öğrenciliği kavramı değerini sıfırladı. Üniversite hocalığı kavramı değerini yitirdi. Bunların yazdığı, tez, kitap ve makalelerin bir değeri kalmadı. Aslında sadece üniversitenin öğrenci ve hoca gibi unsurları değil, doğrudan doğruya üniversite kavramının kendisi dahi değersizleşti.
Üniversite kavramının değersizleşmesi çok değişik açılardan incelenebilir. Ben en kolayını seçeceğim. Değersizleşmeyi sayılarla gözler önüne sereceğim. Önce Türkiye’de üniversite sayılarını bir tablo üzerinde gösterelim.
Kaynak: 2002 yılı sayıları için bkz.: EK-1.
Görüldüğü gibi Türkiye’de 2019 yılı itibarıyla 129’u devlet ve 73’ü vakıf olmak üzere toplam 202 adet üniversite var. Bu sayıya sağlıklı ve uzun bir gelişim sonucunda ulaşılmamıştır. Sadece 17 yılda Türkiye’de üniversite sayısı ikiye katlanmıştır.
Günümüzde Türkiye’de her ilde ve hatta bazı ilçelerde üniversite var. Keza Türkiye’de bazı üniversitelerin merkezleri il merkezinde olsa bile bu üniversitelerin hukuk fakülteleri dahil, bazı fakülteleri ilçelerde kurulu. Keza Türkiye’de neredeyse her ilçede üniversitenin birer birimi olan meslek yüksekokulları var.
Türkiye’de tam anlamıyla bir üniversite enflasyonu var. Bu kadar çok sayıda üniversite bulunması, bu kadar çok sayıda üniversite levhasının bulunması, bizatihi üniversite kavramını değerden düşürüyor.
Türkiye’de en olmadık yerlerde, derin taşrada, dağlarda, tepelerde, köylerde üniversite levhalarıyla karşılaşıyorsunuz.
Bir Örnek.- Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Biga İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi [1], adından anlaşılacağı üzere Biga’da kuruludur. Biga’nın 2019 yılı itibarıyla nüfusu 53.537’dir. Biga İİBF’nin kurulmasından önceki son nüfus sayımı olan 1990 nüfus sayımına göre nüfusu 20.753 idi [2]. Biga İİBF, Biga şehir merkezinde değil, şehir merkezinden kuş uçuşu 10 km uzaklıkta bulunan “Ağaköy” isimli köyde kuruludur. Öğrencilerin büyük kısmı Biga şehir merkezinde, bir kısmı da Ağaköy isimli köyde kiraladıkları evlerde ve yurtlarda yaşarlar.
Biga’da ayrıca bir de Meslek Yüksekokulu vardır. Biga’da 1666’sı ön lisans öğrencisi olmak üzere toplam 7.504 üniversite öğrencisi yaşamaktadır (Bkz. EK-3). 53.537 nüfuslu bir yerde 7.504 üniversite öğrencisi yaşamaktadır!
Gerek Biga’da, gerekse ülkemizin diğer yerlerinde, üniversite hocaları ve öğrencileri, ezici çoğunluğu ilkokul mezunu olan insanlardan oluşan bir sosyal ortamda yaşamak zorunda kalıyorlar. Onlardan ev kiralıyorlar. Derin taşranın bu adamları kasabalarında ve hatta köylerinde üniversite kurulmuş olmasından son derece memnunlar. Ticaretleri ve kira gelirleri artıyor. Türkiye’de üniversite kavramı önce derin taşra tarafından değersizleştiriliyor. Burada aslında “değersizleştirme” terimi az kalıyor; buna belki “yağma” demek daha doğru.
Hâliyle üniversite kavramının taşra tarafından değersizleştirilmesi üniversitelerin ve fakültelerin taşrada kurulması sayesinde olmuştur. Bilindiği gibi üniversiteler kanunla, fakülteler ise kanunla veya Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuşlardır. Dolayısıyla değersizleştirmenin asıl sorumlusu TBMM ve Bakanlar Kurullarıdır. Milletvekilleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri, taşranın oyunu almak için üniversite kavramının taşra tarafından değersizleştirilmesine imkân sağlamışlardır.
Belirtelim ki, Türkiye’de derin taşrada üniversite ve fakülte kurulması AKP iktidarının keşfettiği bir şey değildir. Türkiye’de 1982’den beri bu yapılıyor. Erzincan Hukuk Fakültesi, 18 Haziran 1987 tarih ve 3389 sayılı Kanunla, Biga İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi 3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı Kanunla kurulmuştur.
Türkiye’de 2018-2019 öğretim yılı itibarıyla 2.829.430’u önlisans, 4.429.699’u lisans, 394.174’ü yüksek lisans ve 96.199’u doktora olmak üzere toplam 7.749.502 (yedi milyon yedi yüz kırk dokuz bin beş yüz iki) üniversite öğrencisi vardır (EK-4).
Yani Türkiye’de nüfusun yaklaşık onda birinin üniversite öğrencisi olduğunu söyleyebiliriz. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu üniversite mezunu sayısı değildir; 2018-2019 öğretim yılı itibarıyla üniversitede okuyan öğrenci sayısıdır. Yani belirli bir yılda nüfusumuzun onda birinin üniversiteye gittiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de çok yakın bir gelecekte nüfusumuzun yarısı üniversite mezunu olacaktır.
Türkiye, sadece belirli bir yılda, nüfusunun onda birine üniversite eğitimi verebilecek bir ülke midir? Türkiye gibi bir ülke, belirli bir yılda 7 milyon 750 bin öğrenciye üniversite eğitimi verebilecek imkân ve zenginliğe sahip midir?
Nüfusu 83 milyon olan Almanya’da 3 milyon 43 bin üniversite öğrencisi vardır (2016). Nüfusu 67 milyon olan Fransa’da 2 milyon 480 bin üniversite öğrencisi vardır (2016). Nüfusu 66 milyon olan İngiltere’de 2 milyon 387 bin üniversite öğrencisi vardır (2016) (Bkz. EK-5).
Kaynak: Türkiye için bkz.: EK-4.
Nasıl oluyor da Almanya gibi bir ülke 3 milyon öğrenciye, Fransa gibi bir ülke 2 milyon öğrenciye, İngiltere gibi bir ülke 2 milyon öğrenciye üniversite eğitimi verebilirken, bu ülkelerden eğitim ve kültür bakımından çok daha geri olan Türkiye’de yedi milyon öğrenciye üniversite eğitimi verilebiliyor? Bunun hakkıyla yapılması mümkün müdür?
Vakıa şu ki, Türkiye’de, pek çok üniversitenin pek çok fakültesinde öğrencilerin azımsanamayacak bir kısmı, üniversiteye girmeyi çok da istemiş, bunun için çok da çaba sarf etmiş öğrenciler değildir. Hasbelkader üniversiteye giren bu öğrenciler, motivasyondan uzaktırlar ve gerekli disiplini de göstermezler. Türk üniversitesinin içinde bulunduğu ve çözümlenmesi mümkün olmayan büyük sorun buradan başlamaktadır.
Türkiye’de öğrenci sayısının kendisinden daha önemlisi, bu sayının çok hızlı bir şekilde artmış olmasıdır. Aşağıdaki tabloda 2002 yılı ve 2019 yılındaki öğrenci sayıları karşılaştırmalı olarak verilmiştir.
Kaynak: 2001-2002 sayıları için bkz.: EK-6.Tablodan görüldüğü gibi Türkiye’de üniversite öğrenci sayısı son 17 yılda 1.677.936’dan 7.749.502’ye çıkmıştır. Yani toplamda 4,6 kat artmıştır. Oysa aynı dönemde Türkiye’nin nüfusu 65 milyondan 82 milyona çıkarak sadece dörtte birlik bir artış kaydetmiştir.
Sadece 17 yılda üniversite öğrenci sayısının sağlıklı bir şekilde dört buçuk kat artması mümkün olabilir mi? Böyle kısa bir sürede böyle büyük bir artış normal bir artış mıdır? Dahası, belirli bir yılda, belirli bir ülkenin nüfusunun onda birinin üniversiteye gitmesi bu ülkeye ne gibi bir yarar sağlayacaktır?
Türkiye’de gereğinden fazla üniversite öğrencisi vardır. Normal koşullarda üniversiteye giremeyecek bu öğrenci topluluğu yüzünden “üniversite öğrencisi” sıfatı değersizleşmektedir. Türkiye’de üniversite öğrencisi olmayı gerçekten hak eden öğrencilerin hak ettiği kaynaklar, öğrenci sayısının fazlalığı yüzünden israf edilmektedir.
Vakıa şu ki bugün Türkiye’de “üniversite öğrencisi” olanların sahip olduğu prestij, 1960’lı yılarda, 1970’li yıllarda Türkiye’de “üniversite öğrencisi” olanların sahip olduğu prestijin onda biri değil. Oysa bugün de Türkiye’de öğrenci topluluğunun içinde, üniversite öğrenciliği sıfatını en az 1970’li yıllardaki öğrenciler kadar hak eden öğrenciler var.
Türkiye’de 7.749.502 üniversite öğrencisinin olması kaynakların israfından başka bir şey değildir. Türkiye’ye 7 milyon değil, 1 milyon üniversite öğrencisi yeter. Türkiye’de eğer 7 milyon değil, 1 milyon üniversite öğrencisi olsaydı, devletin öğrenci başına yaptığı harcama daha yüksek olurdu; öğrenciler daha iyi koşullarda eğitim alırlardı.
Bazı alanlarda bu durum daha vahimdir. 3 Kasım 2019 tarihinde yayınladığım “İlâhiyat Nereye Gidiyor?” başlıklı makalemde gösterdiğim gibi Türkiye’de ilâhiyat fakültelerinde öğrenci sayısı 2007’den 2018’e, sadece dokuz yılda 33 kat artmıştır. Sayının 11 yılda 33’e katlandığı yerde değerin aynı kalması mümkün müdür? 2018’deki ortalama bir ilâhiyat öğrencisinin 2007’deki ortalama bir ilâhiyat öğrencisi kadar kaliteli olmasının imkânı var mı?
* * *Burada çok daha acı şeyler söyleyebilirim: Türkiye’de üniversite öğrencisi sayısı artıkça kaçınılmaz olarak mezun sayısı ve dolayısıyla diploma sayısı da artmaktadır. Diploma sayısı artıkça da diplomalar değersizleşmektedir. Bugün bir İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi diplomasının, 1970’li yıllarda lise diplomasının değeri kadar bir değeri yoktur. Türkiye’de bugün birkaç üniversitenin mühendislik fakültesini istisna tutarsak, mühendislik fakültesi diplomasının 1970’li yıllarda endüstri meslek lisesi diploması kadar değeri yoktur. Ben Türkiye’de 1970’li yıllarda lise diploması olup da iş bulamayan bir kimse olduğunu duymadım. Türkiye’de bugün iktisadî ve idarî bilimler fakültesi mezunlarının ezici çoğunluğu işsizdir veya buldukları işlerle diplomaları arasında bir ilgi yoktur.