Bazen yazımı yazarken aklıma gelmeyen -gelse derdimi daha iyi anlatmama yarayacak- bir düşünceyi veya bir deyimi, yazımın mürekkebi kurumadan hatırladığım oluyor.
Okurken karşıma çıktığı da oluyor o düşünce, deyimi bir başkasının ağzından işittiğimde de…
Dün öyle bir gündü.
İktidar partisinde yer alan politikacıların kendilerini de etkilediği muhakkak yanlışlıkları gördükleri, hatta o yanlışlıklara gönülsüz katkıda bulundukları gerçeğinden hareketle, buna ses çıkarmalarını beklediğimi, siyasi tarihimizden örneklerle anlatmaya çalışmıştım.
Birinci Meclis’ten başlayarak her dönemde iktidarların yanlışlarını iktidar partilerinden birileri eleştirebilmiştir siyasi tarihimizde…
O yazıya ilham kaynağı teşkil edenlerden, yazıda kendisinden adını vermeden söz ettiğim önemli bir AK Partili, anlatmaya çalıştığım konunun daha iyi anlaşılmasına yol açabilecek bir deyimi, yeni bir açıklamasıyla bana hediye ediverdi.
“İçine sindirmek” deyimini…
Gerçekten demek istediğim tam da buydu: “Nasıl oluyor da en yakından müşahede ettikleri halde olan biteni içlerine sindirebiliyorlar” demek istemiştim.
AK Parti’nin önemli ismi bu deyimi kullandı ama çok farklı biri için kullandı.
Muhalefet seçimde kendilerinin adayının karşısına Abdullah Gül’ü çıkarmayı düşünüyormuş… AK Partili politikacı, vaktiyle Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının engellenmek istenmesini, başörtüsü yüzünden eşine reva görülen muameleleri hatırlatarak, AK Parti adayının karşısına çıkmayı nasıl içine sindirebileceğini merak ediyormuş…
Boşuna bir endişe…
Görebildiğim kadarıyla Abdullah Gül ismini cumhurbaşkanı adaylığı için telaffuz eden bir tek ben varım. İktidarın yandan çarklı teknesi durumundaki gazetenin kaptanı da olan yazar bu durumu birkaç kez yüzüme de vurdu.
Doğru söze ne denir?
Ancak ben görüşümü “Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül olsun” kesinliğinde yazıp söylemiş değilim. Dediğim şu: “Kazanmak istiyorsa, muhalefet cephesi, ‘Abdullah Gül gibi’ bir adayla seçime girmek zorunda.”
Görüşümün temelinde, şu ana kadar gördüğüm hemen her kamuoyu yoklamasından edindiğim bir aritmetik hesap yatıyor: İktidar ve muhalefetin güçleri neredeyse birbirine eşit. Muhalefetin öne geçebilmesi ve adayını seçtirebilmesi için, adayının, ‘Millet İttifakı’ içerisinde yer alan partilerin seçmenleri yanında, şimdilerde ‘kararsız’ olduğunu söyleyen yüzde 20 oranındaki kitleden ve bilhassa AK Parti tabanından da oy alabilecek biri olması gerekiyor.
Benim gözümde bu profile oturan bir kişilik Abdullah Gül…
[Onun gibi biri aday gösterilirse Millet İttifakı tabanından itiraz edecekler, oy vermeyecekler çıkabilir; ancak zaten seçim ‘yüzde 50+1’ ile kazanılıyor. Birileri oy vermez, başkası olunca vermeyecek birileri de verir.]
Partideki konumu sebebiyle önemli AK Partili de öyle bir çıkışı, sanıyorum, aynı hesapla, yani “Adayımız karşısına muhalefet kimi çıkartırsa zorlanır ve seçimi kaybederiz?” diye düşünerek yapmış olmalı.
CHP genel başkanı sıfatı bulunan bir adayı göze alabiliyorlar; ne göze alması, aday olarak karşılarında Kemal Kılıçdaroğlu’nu görmek istediklerini çok belli ediyorlar.
İstemedikleri, zaten aşınan AK Parti oylarını biraz daha aşındırabilecek birinin adayları karşısına aday olarak çıkartılması…
Boşuna endişe ediyorlar oysa…
Merak etmesinler, muhalefet kendileri kadar bile aritmetikten anlamıyor, muhalefet aritmetik özürlüsü; onlar benimle aynı anketlere bakıp aday kim olursa olsun yüzde yüz kazanacağına eminler.
İçe sindirme konusuna gelince…
Neredeyse bütün kamuoyu yoklamalarında, AK Parti’nin bir önceki seçimde aldığı oyunu koruyamadığı, hatta ‘çelik çekirdek’ gözüyle bakılan her halükarda oyunu AK Parti’ye vereceği düşünülen kitlede de ciddi çözülmeler yaşandığı görülüyor.
Uzun yıllarını halkın nabzını tutmaya vermiş uzmanlara bakılırsa, ‘çelik çekirdek’ %20’ye kadar inmiş durumda.
Üç yıl gibi siyaseten kısa sayılabilecek süre içerisinde iktidardaki partinin oyları yarıya neden düşmüş olabilir?
Ekonominin durumu ciddi bir etken, tamam, ancak tek etken o mu?
Koyu AK Parti seçmeniyken şimdi başka partilere oy vermeyi düşünen veya ‘kararsız’ olduğunu beyan eden seçmen kitlesi bir şeyleri içlerine sindiremiyor olabilirler mi?
AK Parti’nin yönetim kademesinin gözlerini ve kulaklarını tıkadığı, itibar ettikleri medyanın da görmezden geldiği için oy veren kitlelerinin de görmediğini ve işitmediğini sandıkları bir takım olumsuzluklar mesela?
En son örneği, iki cumhurbaşkanı danışmanını istifaya mecbur eden türden olumsuzluklar?
Yolun başında iktidara gelindiğinde ‘3 Y’ ortadan kaldırılacağı sözü verilmişti; o ‘Y’lerin herbiri şimdilerde ne durumda?
Şu ‘3 Y’: Yoksulluk.. Yolsuzluk.. Yasaklar…
[Bu soruyu sordum, ama cevap verebilecek konumdakilerden galiba hiçbiri yolun başında yoktu. Daha doğrusu, AK Parti kurulurken, “3 Y’yi ortadan kaldıracağız” sözünü verenler, hiç değilse büyük bölümü, şu sırada AK Parti içerisinde bulunmuyorlar.]
Abdullah Gül, daha önce üstlendiği görevlere ek olarak, 11. Cumhurbaşkanı kimliğiyle de, ülkeye hizmet etti. AK Parti de övünebilir o hizmet dönemleriyle…
AK Parti adına ilk hükümetin bakanlarını başbakan olarak Abdullah Gül belirledi. İlk hükümet programını o yazdı. Kendisinin cumhurbaşkanlığı dönemine kadar, AK Parti, onun en başta çizdiği yolu izlemiş, ülke Gül’ün seçtiği kadrolar eliyle yönetilmişti. Cumhurbaşkanlığında da seçilmesini engellemek için ellerinden geleni yapanları mahçup eden bir icraat sergiledi Abdullah Gül.
Ben yine aynı görüşteyim: Seçim sonrasında Türkiye bir geçiş dönemi yaşayacak; o dönemde yeniden geçilecek parlamenter sistemin alt yapısı huzurlu bir biçimde kurulmak isteniyorsa, bir sonraki cumhurbaşkanının ‘Abdullah Gül gibi’ biri olması gerekiyor…
İçine sindiremeyenler, itiraz edenler mutlaka çıkacaktır, ama ne yapayım, benim gözümde gerçek bu.