AK PARTİ'DE İŞLER NASIL BURAYA KADAR GELDİ?

İbrahim KİRAS ANALİZ ETTİ...

AK PARTİ

Erdoğan’dan eski yol arkadaşlarına “dolandırıcı” suçlaması… Davutoğlu’ndan “oğluma damadıma bırakmayacağım” cevabı, 17 yıldır ülkeyi yönetenlerin mal varlıkları araştırılsın teklifi… Neden buraya gelindi, nasıl buraya gelindi? Fazla klişe bir ifade olacak ama bu soruya benim cevabım şu: Vaktiyle bir düğme yanlış iliklendiği için… O düğme yanlış iliklenince ondan sonraki düğmeler de doğal olarak birbiri ardınca yanlış yere iliklendi ve şimdi sıra son düğmeye gelince bir ilik açıkta kaldı!

Erdoğan’ın kamuoyunda tepkiyle karşılanan “Şehir Üniversitesi operasyonu”nu savunmak için geçmişteki AK Parti hükümetlerinin en önemli isimleri arasındaki Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’e “Halkbank’ı dolandırmaya çalışıyorlar” suçlamasında bulunması “yanlış iliklenen düğmeler” zincirinin son aşaması.

Şehir Üniversitesine yönelik haksız operasyona girişilmemiş olsaydı kamuoyunun tepkisi sözkonusu olmayacaktı, dolayısıyla da kamuoyundaki tepkilere bakınca “Galiba bu işten Davutoğlu kazançlı çıkıyor” diye düşünülüp topu tekrar rakip sahaya atmak için “dolandırıcı”lı, “temlik”li, “tapu”lu laflar edilmesi gerekmeyecekti.

Hasılıkelam, bu zincir böyle uzayıp gidiyor ve en sonra en baştaki halkaya ulaşıyor… Erdoğan’ın sevdiği ve konuşmalarında tekrarladığı tekerlemedeki gibi… Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa çıktı…

***

Zincirin bir önceki halkasına bakalım… Şehir Üniversitesi operasyonuna neden gerek duyuldu? Bu üniversitenin bağlı olduğu vakfın kurucuları arasında yer alan Ahmet Davutoğlu yeni bir parti kurma hazırlığına girdiği için…

Davutoğlu neden yeni bir parti kurmaya girişti? Bu sorunun cevabı da tıpkı Ali Babacan ve diğer arkadaşlarına yeni bir parti kurma ihtiyacı hissettiren sebeplerle aynı… Yani en temelinde AK Parti’nin yönetiminde bazı şeylerin radikal biçimde değişmiş olması…

Ortak aklı esas alan bir kadro partisi olarak kurulan, rasyonel yönetim ve demokratik siyaset vaadiyle iktidara gelen AK Parti’nin belirli bir tarihten itibaren yavaş yavaş buralardan başka yerlere savrulması…

Yönetimin kişiselleştirilmesi, merkezileştirilmesi, dar bir çevrenin kontrolüne girmesi… Hem partide hem de hükümette görev alma kriterinin ehliyet ve liyakat değil sadakat olarak belirlenmesi…

Bu değişime itiraz eden -veya ileriki aşamalarda itiraz edebileceği düşünülen- kişilerin birer birer parti yönetiminden uzaklaştırılması…

Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve diğer bütün “eski arkadaş”ların tasfiyesi için -birtakım özel ekipler kurulması da dahil- hiçbir ilkeye, hiçbir değere sığdırılması mümkün olmayan işlere tenezzül edilmesi…

***

Şimdi burada adları geçen eski AK Partililer bütün bu olup bitenlere karşı epeyce bir zaman boyunca adına “dava” dedikleri soyut bir bahaneye sığınarak suskun ve hareketsiz kalmaktan vaz geçip yeni arayışlara giriştiklerinde ise suçlu ilan ediliyorlar.

Hikâyenin bugüne kadarki akışına bakarak kolaylıkla tahmin edebiliriz ki bu isimler yalnızca Halk Bankası’nı dolandırma ithamına maruz bırakılmakla kalmayacaklar, memlekette kötü giden ne varsa her şeyin sorumlusu olarak da gösterilecekler.

Ancak bu noktada iktidar partisi açısından ufak bir sorun var. Bu stratejinin işe yaraması zor. Çünkü mesele eski AK Partililerin yeni parti kuruyor olmaları değil. Mesele AK Parti’nin millet nezdindeki yerinin hızla irtifa kaybediyor olması. AK Parti yeniden milletin -veya hiç değilse küskün seçmeninin- gönlüne girmek için çaba göstermek yerine rakiplerini gözden düşürmek için uğraşıyor. Ekrem İmamoğlu’nu, Mansur Yavaş’ı yıpratarak İstanbul’u, Ankara’yı geri alabileceğini zannediyor. Bunun yerine halkı kendisinin İstanbul’u ve Ankara’yı daha iyi yönetebileceğine ikna etmeyi düşünmüyor. 23 Haziran’da bu strateji duvara tosladığı halde…

Kendisine faydadan çok zarar getiren bu yanlış stratejiyi mevcut rakiplerden sonra şimdi de “potansiyel rakiplere” karşı kullanmaya başlamak iyi fikir olmasa gerek.