Tarih: 27.07.2020 10:56

AK Parti: ‘Toplum’dan kendi ‘cemaat’ine… CHP: Kendi ‘cemaat’inden ‘toplum’a

Facebook Twitter Linked-in

 

Son altı-yedi yılın özeti: AK Parti ‘toplum’dan kendi ‘cemaat’ine dönerken, on yıllardır kendi ‘cemaat’ini ‘toplum’ sanan CHP düşe kalka bu vahim yanılgısını terk ediyor.

27 Temmuz 2020

Serbestiyet’teki son yazım (22 Temmuz), oy verirken sadece “hizmet”e bakan -ideolojisiz, siyasetsiz- seçmenleri tanımlamak için kullanılan ‘Selim Türkhan’ların Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) “veda”sına dairdi.

Yazıda, AK Parti seçmenleri arasındaki öbür partilerle kıyaslanamayacak kadar geniş kararsızlar kitlesini, sıkça yapıldığı gibi “huzursuz muhafazakârlar” diye adlandırmanın yanlış olduğunu söylemiştim. Çünkü onlar ‘muhafazakâr’ değildi, onlar ‘Selim Türkhan’dı.

Yazının sonunda ise AK Parti’nin son yıllardaki temel tercih değişikliğiyle, yani toplumsal taleplere duyarlı bir parti olmaktan çıkıp ‘dava’ odaklı bir parti haline dönüşme tercihiyle Selim Türkhan’ları kendisinden adım adım uzaklaştırmaya başladığını söylemiş, meseleyi okumakta olduğunuz yazıya bağlamıştım: Bu, bir bakıma iktidar partisinin ‘toplum’dan kendi ‘cemaat’ine yönelme tercihiydi ve ben bir sonraki yazıda bu sürecin ne zaman başlayıp nasıl geliştiğini ele alacağımı söylemiştim.

Bugün işte bunu yapacak, yarın da, üç bölümlük bu dizinin ilk bölümünde belirttiğim gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Kılıçdaroğlu’yla birlikte AK Parti’nin dönmekte olduğu yola girmesini, yani AK Parti’nin tam tersine, kendi ‘cemaat’inden ‘toplum’a yönelmesinin kısa tarihini ve bunun siyasetteki büyük önemini ele alacağım. 

Süreç, ekonomik sıkışmanın zorlamasından çok önce başlamıştı

Etyen Mahçupyan, şu satırları Mart 2018’de, AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ın “Metroda önceliğimiz en fazla oy aldığımız yerler” cümlesinden esinlenerek  kaleme almıştı:

“Gelinen noktada, aynen geçmişteki iktidarlara benzer şekilde, AK Parti’ye de kendi cemaatini toplumun yerine koyan, o cemaate hizmet götürerek seçim kazanmayı hedefleyen, seçimi kazanamamayı milli bir felaket olarak algılayan sağlıksız bir anlayış hakim olmuş gözüküyor. Hakem devleti hayata geçiren bir parti, şimdi ‘taraf devlet’ üretmekle kalmıyor, onun üzerinden toplumu parçalara ayırıyor, makbul vatandaşı yeniden tanımlıyor, dışında kalanı gayrı milli, hatta hain ve suçlu ilan edebiliyor.”

Peki, 2018 başlarında AK Parti’de iyice aleni hale gelen bu eğilim ne zaman başlamıştı, ne kadar geriye gidiyordu?

Meseleyi, kötü ekonomik yönetim neticesinde kaynakların tükenmesi ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak AK Parti’nin mecburen kendi çekirdek seçmenine ‘sığınmasıyla’ açıklayamayız. Çünkü, bu eğilim ekonominin kötüye gitmeye başlamasından çok önce, hatta ekonomiye güvenin zirvede olduğu bir dönemde kendisini göstermeye başlamıştı. Yani AK Parti’nin ‘kendi cemaatine dönmesi’ iktisadi zorluklar ve zorunluluklarla değil, ideolojik-siyasi tercihlerle bağlantılıydı.

Bu söylediğimi temellendirmeye çalışacağım şimdi.

Süreçlerin başlangıcı için kesin tarihlerin verilemeyeceği açık, fakat sembolik tarihler önerilebilir. Ben bu hikâyenin, yani AK Parti’nin kendi cemaatine dönme sürecinin sembolik başlangıç tarihini, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun “(Gelecek 10 yılda) inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecekte liberallerle yürümeyeceklerini, çünkü dönemin onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacağını” ilan ettiği 1 Nisan 2013 olarak veriyorum.

Erdoğan, ‘açık sözlü’ il başkanını da (2013) ‘açık sözlü’ belediye başkanını da (2018) tekzip etmişti ama hiç şüphesiz kendisi de farkındaydı AK Parti’nin ‘toplum’ algısının giderek daraldığını. O sadece neyin hangi açıklıkla söylenmesi gerektiğini onlardan iyi biliyordu.

Babuşçu’nun o sözleri sarf ettiği 2013 Nisanı ekonomik göstergelerin gerçekten de çok iyi olduğu bir döneme işaret ediyordu ve bu gerçek, şu sorulara ikna edici bir cevap vermeyi çok zorlaştırıyordu: Her şey bu kadar iyiyken, Selim Türkhan’lar gündüz paralarını kazanıp akşam huzur içinde Türk dizilerini seyrediyorken ve her seçimde oylarını gidip AK Parti’ye veriyorken AK Parti neden toplumun geniş kesimlerine seslenen kapsayıcı çizgisini darlaştırmaya yöneldi? Toplumun tamamının memnuniyetini sağlama stratejisi onu iktidar yapmaya devam ettiği halde neden bu stratejiden vazgeçip kendi cemaatine dönmeye başladı?

Hep aynı hikâye: Başlangıçta doğru söyler devamında şaşar!

AK Parti’deki radikal tercih sapmasının bu partinin korkularından kaynaklanan nedenlerine geçmeden önce, Türkiye’deki bütün sağ iktidarlara hükmeden bir kaderi hatırlamak yerinde olur: AK Parti de statükoya karşı mücadele ederek iktidar olmuş bütün sağ partiler gibi yönetti ülkeyi; başlangıçta demokrat, sonra giderek otoriterleşen bir tarzda…

Demokrat Parti tek parti statükosuna karşı, Adalet Partisi 27 Mayıs statükosuna karşı, Anavatan Partisi 12 Eylül statükosuna karşı ve nihayet AK Parti askeri vesayet ve 28 Şubat statükosuna karşı iktidarlarının ilk yıllarında, sonraki baskıcı ya da kısıtlayıcı dönemlerinden çok uzak ‘liberal’ performanslar sergilediler.

Tesadüf değil: Bu iktidarlar, statükoya karşı mücadelelerinde toplumun mümkün olan en geniş desteğini almak zorundaydılar, başka türlü seçim kazanamazlardı ve o nedenle toplumun tamamının memnuniyetini gözeten programlar uyguladılar. Çıkış noktaları ve amaçları gereği, bu programların temel yöneliminin baskıcı olması mümkün değildi.

Bu partiler ilk birkaç seçimi kazanıp iktidar olduktan sonra zamanla kendi statükolarını ve o statükoya oy veren ‘kendi’ seçmenlerini yarattılar ve ‘kendi’ seçmenleriyle seçim kazanmanın mümkün olduğuna inandıkları andan itibaren de otoriterleşmeye başladılar.

Fakat bu ortak özellik, yukarıdaki sorulara ikna edici cevaplar vermiyor. Soru bâkî: Bir parti toplumun tamamının memnuniyetini sağlama stratejisiyle iktidara gelebiliyorken neden bu stratejiden vazgeçip kendi cemaatine döner?

Bunu daha önce de sormuştum kendime ve şöyle bir cevap vermiştim:

“Kanaatimce bu sorunun cevabı iktidar duygusunun doğasında aranmalıdır: Bütün iktidarlar daha az talepkâr ve talepleri kendisini ‘sinirlendirmeyecek’ toplumları (yani kendi cemaatlerini) yönetmek isterler, yani işin kolayına kaçarlar. Dolayısıyla, kendi cemaatinin oylarıyla seçim kazanmanın mümkün hale gelmesinden itibaren de toplumun tamamının memnuniyetini gözetmekten adım adım uzaklaşırlar. AK Parti’nin ilk 10 yıldaki görünümünün de, sonraki dönüşümünün de en temelde böyle bir analizle anlaşılabileceğini düşünüyorum.”

Bu ‘kader’in birinci bölümü (toplumun tamamının memnuniyetini gözetme dönemi) AK Parti için hayli uzun sürdü. İşin kolayına kaçmaya başladıktan sonra ise bir dizi katalizör rolü oynayan etken onu ürküttü ve otoriterleşme sürecini hızlandırdı: Gezi isyanı (Mayıs – Haziran 2013), 17-25 Aralık (2013) operasyonları ve nihayet 15 Temmuz (2015) darbe girişimi.

Peki katalizör rolü oynayan bu etkenler devreye girmeseydi, AK Parti ‘kendi cemaatine dönme” tercihinde ısrarlı olur muydu? Benim bu soruya cevabım ‘evet.’ Çünkü bir kez bu kolay yola sapma tercihinde bulunduktan sonra, arkasından sınırlamaların ve baskıların gelmesi kaçınılmaz bir şey: Hukuku dizginleme, ifade ve basın özgürlüğünü kırpma, muhalif seslere tahammülsüzlük, vb.

Sonrasında, içine girilen otoriterleşme süreci iktisadi hayatı bozuyor, memnuniyetsizlikleri artırıyor ve iktidarlar daha fazla baskıya ihtiyaç duyuyor: Otoriterleşme sarmalı.

AK Parti’nin bu sarmaldan kurtulup geriye dönmesi mümkün mü? Bu soruya tam bir yıl önce (Haziran, 2019) “kesinlikle hayır” cevabını vermiştim, aradan geçen bir yıl cevabın isabetini sanırım ortaya koydu. https://serbestiyet.com/yazarlar/ak-parti-geri-donusu-olmayan-yolda-mi-evet-4321/

AK Parti ‘toplum’dan kendi ‘cemaat’ine dönerken, on yıllardır kendi ‘cemaat’ini ‘toplum’ sanan CHP düşe kalka bu vahim yanılgısını terk ediyor.

Yarın, CHP’nin Kılıçdaroğlu’yla girdiği yeni yolunu ve bu tercihin Türk siyasetinde yaratacağı değişiklikleri ele alarak üç bölümlük bu diziyi bitireceğim.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —