Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

AK Parti´in mülkle imtihanı...

Konuya halef-selef açısından bakıldığında, söz konusu olan ülke Türkiye ve onun üzerinde yaşayan bizler isek, modernleşme süreci ile başlayan olay ve olgular bütünlüğünde bakıldığında, ferdi değil de, toplumsal olarak, iyinin ve güzelin yanında, yapılan g

AK Parti´in mülkle imtihanı...

?Muhafazakârlıktan kapitalizme, bir tas çorbadan rezidanslara??

İktisadi alanda değişim ve farklılaşma?

Osmanlı Batılılaşmasının doğal bir sonucu olarak, daha cumhuriyet deneyimi öncesinde, ekonomik alanda kapitalizm anlayışına uygun bir ekonomik sistemin ilk temelleri atılmıştı. Tabii ki, bu Batılılaşmaya koşutluk içerisinde, hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da işin başında ?Yahudi, Rum ve Ermeni?ler bağlamında gayr-i Müslim azınlığa mensup zengin aileleri, paşazadeleri ve bunlarla birlikte, taşradan merkeze yerleşmenin sonucunda ve varolan ortamın mantığına uygunluk açısından ?sınıflar arası farlılığa binaen zenginleşen ve buna bağlı olarak da laikleşen ?yerli´ ?Müslüman? aileleri görmekteyiz?

İlerleyen süreçte de,yani cumhuriyet devrinde de, bunun ?artık´ böyle olduğunu, yeni devlet eliyle, Müslüman halkın elinde avucunda olan maddi birikimin, onların elinden alınarak, geçmişin aristokrat ve onlarla birlikte burjuvalaşan kesimlere sermaye olsun diye verildiği gerçeği ile başlayan kapitalistleşme sürecinin stard almasından bilmemiz gerekirdi. Zaten, ta o günden bugüne, kapitalist büyüme olgusu, neredeyse tüm iktidarları olduğu gibi, toplumun kahir ekseriyetini bile etkilemiş, sarıp sarmalamıştı.

Kapitalist büyüme olgusu?

?Kahvehane bahane?? kabilinden, gözlemlediğimiz kadarıyla kendine özgü bir bütünlük içerisinde, yaşanabilir bir vasatta ?İstihdam, emek, sermaye, üretim, gelişme, maddi değer elde etme ve var olan hakları tevdi´ bağlamında zar zor elde edilen hakların önemli bir kısmı, kısmen altmışlı ve büyük oranda da yetmişli yılların hükümetlerinde iktidar ortağı olan sosyal demokrat idarecilerinin ?Bülent Ecevit vb.- sermaye sınıfını ve şartlar içerisinde ?makul bir kapitalizmi´yok saymadan, işçi sınıfı açısından geliştirmekle meşgul oldukları yasal hakların, 1980´de, başında ?küreselci liberal´ Turgut Özal ve ekibinin bulunduğu 24 Ocak ekonomik kararlarına ek olarak, aynı Özal´ın uzun yılları bulan başbakanlığı ve devlet başkanlığı döneminde alabildiğine alıp sistemleştirdiği küresel liberal uygulamalara yine ek olarak, yine aynı sosyal demokrat çevrelerin acımasız liberal politikalar karşısındaki beceriksizlikleri, 2002 den bu yana devrede olan ?muhafazakâr kapitalist´ süreçte yeni bir kırılmayı gözlemlediğimiz gibi, uçurumun kenarında da bulunmaktayız, sonuçta?

Kendine özgü kriterler, algılar ve materyaller bağlamında kendi gelişimini sağladığı düşünülen, birbirinden, çıkış ve istek bağlamında farklılık arz ettiği söz konusu olan iki ana kanadın büyüye büyüye devasa bir hacme ulaşan ?ekonomik pasta´dan pay alabilme savaşı, çıkarlar çatışması sonuçta, çıkarlar birliğini de var kılmıştır. Bu vasatta İstanbul sermayesi olarak tesmiye edilebilecek olan laik sermaye ile zahiren dinamiğini İslam´dan, İslami gelenekten ve bu geleneğin Anadolu versiyonundan aldığı konusunda bir ittifak bulunan Anadolu sermayesinin, çehre değiştirip peyderpey taşradan merkeze taşınma sürecinde ilk karşılaşma olarak değerlendireceğimiz tanışma sürecinde, başta ekonomi kalkışlı bir laik-antilaik kutuplaşmasını da getirmesi, sermayenin belirgin bir renginin, biçiminin olmadığı gerçeğini de ortaya koyuyordu. 

İşte bundan dolayıdır ki, Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti, onun oluşturduğu bir iktidar ve o iktidarın çevresinde kümelenmiş bulunan ve mevcut iktidarın maddi ve iktisadi tarafı olduğu apaçık ortada bulunan mezkûr sermaye grubunun, İslami kimliğine ve geçmişine rağmen, kapitalist büyüme olgusu içerisinde bir yerde durmaya, o noktayı kendine dayanak yapma düşüncesi, Osmanlı batılılaşması ile başlayan ve cumhuriyetle birlikte devam edip şimdilere tevarüs eden bir mantaliteyi içermektedir. Kapitalizme meyil, sermayeyi elinde bulunduran sermaye sahibinin sadece iktisadi anlamda bir şekilselliğe tekabül etmediği, bunun yanında, o kişinin, ya da gurubun öteden beri bağlı bulunduğu gözlemlenen, dini bağlılık açısından manevi ve kültürel temelleri ve hareket alanını da kapsayacak oranda, bir sınıfsal değişimi de kapsadığını ortaya koyuyordu.

Dini bağlılığı ve ideolojik angajmanın bakılmaksızın, bu topraklarda elinde bulundurduğu sermayeyi iktisadi alan kanalize etme gereği duyan kişi ve çevrelerin, bu konuda oluşan bir ?arz ve talep? çerçevesinde istisnası var mıdır bilinmez, ama Refah Partisi´nin iktidar deneyiminde belirginleşen sisteme dâhil olma durumu Ak Parti iktidarı döneminde, adeta kapitalizm açısından ontolojik bir temele irca ediliyordu. Her olgu, kendi vasatında ete kemiğe bürünerek kendi ideolojik ve sınıfsal temelini de ya oluşturuyordu, ya da geri dönülemez bir değişimi, dönüşümü ve başkalaşımı da öngörüyordu. Bunu Ak Parti´nin on küsur yıllık iktidarında ortada duruyordu.

Muhafazakâr burjuvazinin oluşumu? 

Burjuvazinin var olan mantalitesine uygunluk içerisinde bizde de cumhuriyetin varlık gerekçesine onaylar derecede oluşan laik burjuvalarla birlikte, Menderes ve Özal süreci ile Ak Parti deneyimi dönemlerine gelen biri ?muhafazakâr burjuvazi´ olarak tesmiye edebileceğimiz durum aynı amaca hizmet ediyordu. Büyük oranda halkın alın terinin sonucu oluşan ?milli´ servetin iktidar yoluyla türedi bu yeşil sınıfa aktarılması ve bu açıdan da inançtan, siyasete ve oradan da hayatın hemen tüm alanlarında farklılık gösteren yeni yaşam stilleri artık söz konusuydu. Burjuvazinin işlerlik açısından halktan, işçiden, esnaftan kesilen, alınan maddi değerlerle birlikte vücut bulması, kapitalist sistemin sacayağını oluşturması onun hangi inanç ve kültür kökünden gelirse gelsin mevcut veriler ışığında kendisini yeniden yapılandırması ve bu tür kazanımlarından(!) dolayı aristokrasiye yanaşması batılı paradigmaların yol göstericiliğinde yol alıyordu? 

Bu durumu besleyen bir yığın amilde vardı; başta çarpık ve yanlış din anlayışı, muhafazakârlık ve ulaşılan son noktada duran liberal haller? Bu minvalde oluşan sac ayakları bir yandan mülksüzleşen yığınları, elindekilerle ancak ve ancak yetinmeye çalışan kitleleri oluşturduğu gibi, bir yanda da yukarıda çeşitli vesilelerle bahsetmeye çalıştığımız muhafazakârlaşma yoluyla iktidarın boyasıyla boyanan millici, mukaddesatçı kimlikli cemaatlerin politbürolarını işgal eden zevatın ?yatırım ve kalkınma´ adı altında semirmeleri, acı bir hakikat olarak ortaya çıkıyordu.  Bu yolla da hem kendi dünyalarını imar anlamım da refah cemaatleri, maksatları aynı olsa da laik sınıfa karşın milli bir burjuva sınıfı oluşuyor ve hem de oluşan o iklimden nemalanan iktidar bu vesileyle ?muhafazakâr modernleşme´ politikalarını da hiçbir engele takılmadan yürürlüğü sokuyordu!

Muhafazakâr bir kapitalistleşme süreci

İlk dönem İslamcı düşünür, âlim, aydın ve entelektüellerinin 2.Meşrutiyet´le başlayan arınma, yenilenme ve ıslah mücadelesi cumhuriyetle birlikte kesintiye uğradığında, onun yerine geçen, ama onun bıraktığı yerden bir mücadeleyi vermekten ziyade, gelenekçi çevrelerin hem cumhuriyete muhalif ve hem de onsuz yaşayamadığı gerçeğine bakıldığında, bu kesimin külli bir sistem analizi yapmaması sonucu, İslam adına ciddi bir manifestonun Milli Görüş dönemine kadar yapılamadığı çok rahatlıkla söylenebilir.

Milli Görüş´ün de başlattığı mücadeleye bakıldığında, sistemin nirengi noktalarına yönelik dişe dokunur bir şeyler yapılmadığı, sadece pansuman tedavisi ile, bazı yanlışların düzeltilmeye çalışıldığı; bunun da, Kemalist sistemi rahatsız etse bile, kendini laiklik ilkesine ve kapitalist ekonomik işleyişe teslim etmiş bulunan sistemi kökünden değiştirecek donelerden ya yoksundu, ya da böyle olması öngörülmüştü.

Ak Parti sürecine geldiğimizde de bu konuda ciddi bir değişimin olmadığını, belki de belirgin ve işleyişi anlamamız açısından, ama kendini o temelden ayırmadan bir hareketlilik olduğunu görebiliyoruz.. Ak Parti iktidarına karşı ?kadim´ Milli Görüşçülerin dile getirdikleri, ama bazı konularda bir eleştiri hakları var olsa da, bu çevrenin de içerisinde bulundukları ideolojik angajman ve düşünsel temel açısından pek de farklı bir zihniyete ait olmadıklarına vurgu yapabilirdik. 

Kemalizm ideolojisi çerçevesinde ve inkilaplar yoluyla başlatılan batılılaşma hadisesi sonunda, Osmanlıdan tevarüs eden ve kendine özgü bir yanı bulunan İslam anlayışının dahi, sistem tarafından yok sayılması sonucu, Müslüman Anadolu halkının önemli bir kısmının, işin periferisinde durmasını, sisteme yanaşmamasını ve bundan dolayı da giderek muhafazakârlaştığı görülür.

Periferide bulunarak muhafazakârlığı seçen ve bu yeni duruma uygun bir İslam anlayışını geliştirmeye çalışan bu kitle, zamanla kendi içerisinde fire verdiği görülür. Bu kitle içerisinden milliyetçiliğe kısmi de olsa bir kayış olmasına rağmen, ana kitlenin, İslam´a kendi mantığı içerisinde İslam´la örtüştürülen muhafazakârlıkta karar kılmıştı. 

İlk etapta, bu kitlenin sisteme dâhil edilmesi Kemalistler tarafından düşünülmemiş olmasının yanında, bu kitlenin, yine onlar açısından atıl durması pek de bir sorun teşkil etmiyor olacak ki, ellili yıllara kadar pek önemsenmemiş ve göze batmamıştı. Ta ki, Menderes döneminde oluşan iktidarın doğal olarak bu muhafazakâr kitleye dayanması hadisesi sonucu, peyderpey sistem içine dâhil olma, sistem içi araçlardan yararlanma çabaları, başta Kemalist sistemin ve haliyle de CHP´nin işine gelmemiş olsa da, cumhuriyetin kurucu ideolojisi bağlamında batıya verilen sözler muvacehesinde, bu işe, pek gönüllü olunmasa da, cidden karşı çıkılmamıştı.

İşte, DP iktidarı ile başlayan sisteme dâhil olma, sistemin araçlarını kullanma ve onun kullana geldiği dilini kuşanma çabaları, birçok açıdan olduğu üzere, ekonomik anlamda da kapitalistleşmeyi, getirmişti. Muhafazakâr kitlenin sistemle tanışan ve zamanla milliyetçileştiği de gözlemlenenlere ek olarak, daha sonraki süreçte, o muhafazakâr kitlenin daha dindar kesiminin de, yetmişli yılların başında partisel mücadele yoluyla, sanayi ve iktisadi anlamda, sitemin işleyişini düzenleyen kurumlarda görülmeleri, buradan da hareketle ya koalisyonlar yoluyla, ya da tek başlarına iktidarları süreçlerinde, her ne kadar ?Milli Görüş, ağır sanayi hamlesi? düşünce ve eylemlerine rağmen, bağlı bulundukları sistemin özünden dolayı, adına adil düzen denilse de, muhafazakârlaşma yoluyla kapitalist sistemi yer yer onardıkları görülür.

Ak Parti´ye gelince?

Görünür planda bir gömlek ve kulvar değişimine rağmen, Ak Parti´nin de Milli Görüş çizgisinin esaslı bir iz sürdürücüsü olduğu pek âlâ söylenebilirdi. Uygulamalara bakıldığında, belli ki, ya ufak tefek anlayış farklılıkları, ya da Ak Parti iktidarının, Milli Görüş´ün yerine koalisyon hükümetleri değil de, tek başına iktidarı oluşturmasının, her alanda olduğu üzere iktisadi alanda da birtakım avantaj ve dezavantajı oluşmuştu. 

Bunlar kısaca; ?her iktidar kendi ?burjuva´ sınıfını oluşturur?du fehvasınca, ya bizzat kendisinin oluşturduğu, ya da oluşan blok bir burjuva sınıfını çekip çevirdiği hakikati muvacehesinde, gerek finans ve gerekse de, bu finansın yatırıma dönüşmesinde başat roller oynayan bir vasata işaret etmektedir. Özal´la başlayan ve giderek kanıksanan taşeronluk sisteminin Ak Parti´nin iktisadi yatırım alanında da, pek bir değişikliğe uğratılmadan sürdüğünü görmekteyiz.

Devleti, vermesi düşünülen bazı temel hizmetler ve güvenlik alanında ki asli görevi dışında, oluştuğu düşünülen kamburdan ve iç işleyişte ki zorluklardan kurtarma adına takip edildiği bilinen taşeronluk siteminin, neredeyse bir ucunun eğitim alanından çıkacağı oranda kabullenildiği ve içselleştirildiği vakıası, beraberinde de, Özal döneminde nüksettiği görülen birçok zorluğunun ve sıkıntının Ak Parti iktidarı döneminde de ortaya çıktığından hareketle söylersek; tamam devlet aygıtını, sonucu ne olursa olsun, akla gelen hemen her alanda işe koşmayalım, ama insafı, merhameti ve adaleti elden bırakmamalıydık! 

Görece bir aldanıştan hareketle, muhafazakârlığı İslam´ın öngördüğü bir yol ve yöntem olarak değerlendirdiğimizde, bir Müslüman´ın iktisadi alanda kapitalistleşeceğini öngörelim, ama İslam, kendi varlık gerekçesi açısından, sonucu ne olursa olsun kapitalistleşmeye vb. geçit vermiyorsa, bu muhafazakârlığın apaçık bir yanılsama olduğunu neden öngörmeyelim?

İşte, gerek Ak Parti´yi ve yüzü ona dönük, sosyolojik açıdan ?Müslüman´, ama besbelli ki bu muhafazakârlıktan bir türlü kurtulamayan kitlenin bu konudaki ısrarlı çabalarının, bu iktidar döneminde servetine servet; gücüne güç katan ve bu gücü belki de ileride devlete ve topluma karşı kullanma potansiyeli bulunabileceğini düşünmemiz gereken ?kapitalist sınıfın işleyişinin nasıl sonuçlar doğuracağını öngöremez isek, bizde Müslüman kitle olarak bu dişliler arasında ya öğütülürüz, ya da bu dişlileri bizzat biz çalıştırmış olmaz mıydık?

Mantık aynıydı?

Ha salt kapitalist, ha liberal, ha sosyal demokrat ve ha hatta muhafazakâr, ya da İslamcı, değişen bir şey olmuyordu.. Herkes, bal tutan parmağını iştahla yaladığından olsa gerek, kimse ne özelleştirmelerin mantığını sorguluyor ?sadece sorgular gibi yapıyorlardı-ne sistemden ayrı düşmek istiyor ve ne de kârından olmak istiyordu. Sermayeyi elinde bulunduran herkes, devletin sunduğu bu imkânlardan yararlanmanın peşindeydi ve keyifler kekâydı, sonuçta?

Bakıyorsunuz, öteden beri, üretim ilişkilerinde üzerlerine pek risk almak istemeyen, ama kaymaktan da yararlanmak isteyen büyük patronların, ihaleye çıkan en büyük, kârlı ve prezantabl işletmelere talip oldukları ve bu işletmelerin de hiç sektirmeden bunlara verildiğini görmekteydik. Ki bunların bir kısmı da aldıkları işlerin bir kısmını, aslan payı kendinde olmak şartıyla, yine kendileri gibi bir hayat telakkisine sahip taşeronlara verdiklerini de?

Gerçi bunda, yadırganacak bir şey yoktu aslında hem kendilerine benzer çevreler nemalanacak, sözde onların eliyle istihdam alanı açılacak ve kaymak sürgit devam edecekti! Bu, işi alma ve yekdiğerine devretme sermaye sahibi her ana grubun yaptığı rutin bir işti kısacası?

Ak Parti´den de mi ?Bir kişiye tam dokuz pul/dokuz kişiye de bir pul? acı gerçeği?

Adına serbest piyasa denilen ekonomik anlamda batıya açılımı arzulayan tipler olarak Menderes, Demirel ve Özal´la birlikte o çok sevdikleri liberal anlayışın salt ekonomik ağırlıklı olarak yerleştirildiği, yayılma vasatı yakaladığı bir zaman diliminde, daha sonraki süreçlerde ve şimdilerde de Ak Parti iktidarı döneminde harfiyen uygulandığını görmekteyiz. ki, iktidarda hangi görüş, hangi parti olup olmadığına bakılmaksızın, var olan uygulamanın aynı uygulama olduğu görülür. Belki de neredeyse bir ahir zaman alameti sayılabilecek evsafta bulunan günümüz Müslümanları zenginleşince muhafazakârlaşıp burjuvalaştığı bir vasatta, bu vasatı dünden kullanmaya hazır diğer siyasi kesimlere mensup birçok iş ve sermaye çevrelerinin, kârı kendilerine, zararları ise, -iktidar ve parti açısından bir imaj zedelenmesine yol açsa da- bu riski Ak Parti´nin üstlenmesinin arzulandığı bir vasatta, kendi elleriyle koymuşcasına buldukları bu taşeronluk sistemi bağlamında, servetlerine servet, güçlerine güç katacaklar ve belki de, devşirdikleri bu güçle gün gelecek, iktidar üzerinden koca bir toplumu sağmal koyun gibi, sağmaya çalışacaklardır. Umut edilir ki, böyle olmaz, ama ya olursa!

Ak Parti´nin muhafazakâr bir tarzı takip ederek, varolan sistemim kapitalist yolda olmazsa olmaz düsturu olan ve bir açıdan da kendisinin varlık gerekçesi olarak tasarladığı mevzuya yönelik yatırım ve kalkınma paradigması açısından bir yandan kendi iktisadi ve burjuva sınıfını oluşturma çabaları, bir yandan da ?sistem öyle istiyor diye´  kendi dışında ve kendilerine ait bir temelde varolmuş bulunan ve kapitalist sistemin oluşmasında gayreti bulunan ?esas´ laik sermaye sınıfının bu kalkınmacı kaos ortamından alabildiğine yararlanma düşünce, çaba ve pratiği, belki de ilerleyen süreçte, dokuz kişiye bir pulu bile çok görecek ortamları hazırlayacaktır. Ki, böyle olunca da acılar katlanarak devam edecektir.

Şimdilik Acının son adresi Soma Ermenek, rezidans inşaatları vs?

Bu kez acının son adresi Soma ve Ermenek olmuştu. Patronunun paradan başka bir şey düşünmediği, basına yansıdığı kadarıyla sıfır kâra rağmen(!) holding binası için yüz milyonlarca liranın su gibi harcandığı bir vasatta Soma yanmış, orada 301 emekçi telef olmuş, aileleri perişan olmuş kimin umurunda idi? Bundan öncede bu topraklarda birçok ölümlü iş vakası yaşanmıştı, ama mahiyeti açısından Soma´daki kadar bir felaket ilk kez yaşanıyordu. Ki garip olanda şu idi; yine basında çıkan haberlere göre ?gerçi çoğu doğru idi aslında-kömür madeni ocağının önemli bir kısmında epeydir süren yangına bakıldığında, bir avuç kömür almak için bile olsa ocaklara ne adına olursa olsun girilmemeliydi.

Ermenek için de aynı şeyleri söylemeli, söyleyebilmeliyiz, iktidarın bu konularla ilgili olarak düşüncesi, planlar, yapıp ettikleri ve yapacakları vs. elbette iyi, güzel ve anlamlıdır, ama iş iktidarın yapacağı ve edeceği ?son´ işlere kalmadan, kapitalist ruhu yerinde ve zamanında boğmak, işe el koymak zorundaydık vicdan, merhamet, adalet ve sosyal haklar taraftarı ve işleyişin doğal takipçileri olan, olması gereken siyasi partiler, sendikalar, STK´lar ve toplumsal kümeler olarak.

Acıdan ideolojik rant devşirenlere de dikkat çekmek?

Birde bunun yanında, iyi şekilde oluşturulduğu söylenen resmi mevzuatın yanında, cidden yapılmadığı söylenen denetimler ?çoğu formalite imiş meğer- sonucu böyle bir acı tablo ile karşı karşıya kalmıştık.

Bir yanda işgüzarlık, aşırı kâr duygusu, bir yanda ise, toplumu sükunete davet eden iktidar yaklaşımı ve iş kapıya dayandığında ?işi sıkıya alacağız´ yollu demeçler; bir yanda, hangi toplumsal kesimden olursa olsun, ?Soma´nın, Somalının; Ermenek´in ve Ermenekli´nin derdine derman olabilir miyim??´ deyip çare olmaya çalışan milyonlar; bir yanda cami imamından, futbolcusuna, şarkıcısından türkücüsüne  İspanyolundan Amerikalısına, Filistinlisinden, Mekkelisine kadar saf tutan koşturan kesimler, insanlar; bir yandan da bu işten ?devrim´ kotarmak adına ?provokasyonları rutin hale getiren, yapmak yerine yıkmayı tercih eden, daha doğrusu aklına başka bir şey gelmeyen ?zavallı´ ve numunelik sol? Ateş düştüğü yeri yakıyordu bugüne kadar, öyle biliyorduk, öyle anlıyorduk, ama anladık ki ateş bizleri de yakıyor! Yeter ki ateşleri hep birlikte söndürmesini bilelim?

Sonuçta?

Yaratılış açından ruh ve maddeden teşekkül etmiş bulunan insanın, hayata bakışında bir bütünlük olması gerekir ki, hayatın bir anlamı olsun ve ahlak da o yaratılışa uygunluk arzetsin. Buna bağlı olarak Müslüman, hayatı ve ahlakı bir bütün olarak değerlendirir. Eğer hayat ve ahlak bir bütünse, bu ahlak salt bazı konulara indirgenmeden iktisadi anlamda da devrede olmayı gerektirir. Gerçi ahlak mütekâmil bir biçimde devrede ise, sonuçta, bu mütekâmiliyet kişiyi iş yapma ve para kazanma konusunda sabit bir çizgide tutar, onu az da kazansa, çok da kazansa, çevresine, topluma ve çeşitli kanallar vasıtasıyla, eğer işveren konumunda ise, kendi işini gördürdüğü işçilere, elemanlara vb. karşı adalet ve paylaşım ekseninde bir çizgi tuttururdu. Bunun aksi ise, Kur´an´ın ?kesinlikli olarak´ öngördüğü bir ?iman ve amel bütünlüğü? savsaklanmış ve ıskalanmış olurdu. Ki, bu iman ve amel bütünlüğünün savsaklanması ve ıskalanması sonucu, her konuda olduğu gibi, iktisadi alanda da adaletsizliği doğurabilmekteydi.

Önce bütünlük, ahlak ve paylaşım, daha sonra ise, gerekirse kalkınma ve üretim, ama yürürlükte olan kapitalist sistemi ıskartaya çıkararak. Ki, bu da serden geçecek yiğitleri istediği gibi, mangal yürekliliği de öngörmektedir. 

Sonuçta, bir başka tarz ise, sonuçta, iki taraflı hezimet demektir diyebiliriz?

 



Anahtar Kelimeler: Parti mülkle imtihanı

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER