Yaşadığımız süreçle ilgili toplumda, her şeyin bir çözümsüzlüğe doğru gittiği, ekonomide işlerin yolunda gitmediği, toplumda kutuplaşmanın giderek arttığı ve sanki AK Parti iktidarının ilk dönemindeki güzel günlerin pırıltısını kaybettiği yönünde bir algı var. Bu algının ne kadar sahici olduğunun kararını elbette yine toplum verecektir. Ancak bir gerçek var ki, AK Parti iktidarının performansı ilk dönemde olduğu kadar parlak değil.
Kuşkusuz bu durumu değerlendirirken, Türkiye´nin son dört-beş yılda yaşadığı kritik süreçleri dikkate almak gerekiyor. Hele yaşadığımız bir 15 Temmuz ihaneti var ki, bunu hesaba katmadan sağlıklı bir değerlendirme yapmak ne yazık ki mümkün değildir. Öncelikle bu ihanet Türkiye´nin demokratik hafızasını zaafa uğratmıştır. Kurumları kuşatan FETÖ yapılanması sadece kurumsal yapıların sağlığını bozmakla kalmamış, hukuki işleyişten demokratik açılımlara kadar bütün süreçleri olumsuz yönde etkilemiştir.
***
Her şeyden önce bir beka sorunu yaratan bu ihanet, Türkiye´yi OHAL´le yaşamaya mecbur bırakmıştır. Zira biliyoruz ki, OHAL´in uzaması ülkeye gelmesi muhtemel yabancı yatırımlardan demokratik dünyadaki Türkiye´nin görünümüne kadar pek çok alanda negatif bir algı oluşturmaktadır.
Evet terörle mücadele Türkiye açısından hayati bir öneme sahiptir ve bu konuda asla bir zaaf görüntüsü oluşmamalıdır. Bu açıdan OHAL´in gerekli olduğu muhakkak. Ancak bu sürecin uzamasının başka problemleri tetiklediği de göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla devleti yönetenlerin çok dikkatli bir fayda-maliyet analizi yaparak doğru çıkış yolu bulmak gibi bir sorumlulukları bulunmaktadır.
Denebilir ki ?Biz kendi kendimize yeteriz, yabancılar bu ülkede yatırım yapmasa da Türkiye büyümeye devam eder.? Ama maalesef dünyada işler böyle yürümüyor. Başta Amerika olmak üzere, Avrupa ülkeleri ve diğer ülkelerin hiçbirisi kendi kaynaklarıyla kalkınmak gibi bir lükse sahip değildirler. Ülkelerin ekonomik görünümlerini dikkatle izlediğimizde görürüz ki, her biri dışarıdan gelecek yatırımlar açısından cazip bir ülke olduklarını göstermek için öncelikle uluslararası normlarda bir hukuk yapısına sahip olduklarını ve bireysel özgürlüklerin teminat altında olduğunu bir pazarlama argümanı olarak kullanmaktadır. Yani ülkeler milli çıkarlarını daha üst sevilere taşıyabilmek için, adeta bir kalite yarışı içindedirler.
***
Eğer Türkiye de demokratik ve kalkınmış ülkeler liginde yer almak istiyorsa bu hukuki ve demokratik standartları yakalamak zorundadır. Aslında AK Parti ilk siyasi yarışa katıldığı 2002 seçim beyannamesinde ?Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır? vaadiyle yola çıkarken, kalkınma konusundaki hedeflerini de çok net ortaya koymuştu, şöyle diyordu: ?PARTI?MI?Z, kalkınmayı, devletin tek yanlı iradesini yansıtan bir toplum mühendisliği olarak değil, toplumun çoğulcu yapısına saygılı demokratik bir arayış olarak görmektedir. Demokratikleşme ve kalkınma birbirinin alternatifi değil, aynı anda yürümesi gereken ve birbirlerini destekleyen süreçlerdir.?
2002 yılında bu vaatlerle iktidara gelen AK Parti, halen iktidarda bulunan bir parti. Eğer bugün toplumun zihninde hukukun üstünlüğü, demokrasi ve özgürlükler konusunda negatif bir algı oluşmuşsa, bu algıyı ortadan kaldıracak olan yine AK Parti´dir. İşte tam da bu yüzden, Türkiye´nin sorunlarının çözümü konusunda aslında umutsuz olmaya hiç gerek yok. Sadece AK Parti´nin ilk dönemdeki pırıltılı günlerine geri dönmesi ve demokratik hafızasını tazelemesi yeterli olacaktır.