Tarih: 24.04.2025 15:58

Ailenin sonu

Facebook Twitter Linked-in

Bu başlığı, 2004 yılında Kütahya Yetiştirme Yurdunda yaptığım bir çalışmaya başlık için kullanmıştım. O tarihlerden itibaren Batıda sosyologlar ailenin artık çöktüğünü ileri sürüyorlardı. Ben de bunu daha yeni bu havaya girmeye başlayan Türkiye'de gözlemlemek istemiştim. Araştırma, Kütahya Kız ve Erkek Yetiştirme Yurdu üzerineydi. Ergen genç gruplar ağırlıktaydı. Çoğunlukla aileleri tarafından gönüllü olarak buraya gönderilmişti. Çünkü buradan çıkanlara devlet iş imkânı sağlıyordu. Ancak buna rağmen ailelerin gönüllü olarak çocukları uzun süre yanlarından uzak ve aile özelliği taşımayan bir yetiştirme yurduna göndermeleri de düşündürücüydü. Ergen gençlerden dışlama hissini yaşayan da vardı, ancak yine en fazla ihtiyaç hissettikleri şey ağabey, abla gibi ailedeki rolleri üstlenen kişilerle ilişkiydi.

Huzur evleri, anaokulu ve yaşlı bakımevleri gibi olguları aile sosyolojisi teorileriyle yorumlamaya ve anlamaya çalıştım. Şunu görüyordum. Modernleşme-kapitalistleşme ile beraber ailenin birçok fonksiyonu sona eriyor. Eğitim, sağlık, iş, bakım, konaklanma, çocuk yetiştirme, yaşlılar bakımı... Ulus devlet okulları ve endüstri iş hayatı bu fonksiyonları üstleniyordu. Max Weber'in modern bürokrasi ideali gerçekleşiyordu. Hem doğurganlığın süreci değişiyor, hem de ihtiyacı. Ailenin anlamı da bu fonksiyonel değişime eşlik ediyordu. Hatta Batıda bazı araştırmacılar eşitlik adına erkeğe de rahim monte etmeyi savunuyordu.

Olaylar ve gelişmeler çok griftti. Eşitlik, doğurganlık, çalışma hayatı, yeni bireysellik kültürü... Hepsi de aileye çarpıyordu. Aile yeni bir fırtınaya tutuluyordu. Türkiye henüz bunun farkında değildi. LGBT söyleminin görünürlük kazanması ve artan etkisiyle uyanış başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son Kadem Genel Kurulunda yaptığı konuşma ile ailenin sonu olgusuna işaret ediyor. Bu konuda somut olgulardan bahsediyor. Cinsiyetsizleştirme, yanlış nüfus politikaları, aileye ilişkin yanlış kültür aktarımları, evlilikten kaçınma... Özellikle Batıda Aile Planlaması adıyla başlatılan nüfusu azaltma projesinin Türkiye'de de uygulanmasına dikkat çekiyor. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında 11 milyon üstü bir nüfusumuz var. 1960'larda da en fazla otuz civarındadır. Bu kadar az nüfusu bile azaltma projelerinin uygulanması yanlış sosyal mühendislik çabaları. Muhafazakarlar bu politikalara karşı hep mesafeli oldular.

Doğurganlık, evlilik ve aile ilişkileri yolunda gitmiyor. Erdoğan bunu savaştan daha tehlikeli bir tehdit olarak görüyor ve hatta felaket olarak tanımlıyor. Bu konuşmasında ailenin sorunlarını çözmenin sadece maddi teşviklerle olmayacağının da farkında. "Ancak meselenin maddi teşviklerin ötesinde bir inanç, bir kültür, bir medeniyet tasavvuru olduğunu unutmamalıyız. Zihinleri değiştirmeden, kalpleri mutmain etmeden, bilhassa yanlış algıları yıkmadan hedeflediğimiz noktaya varamayız".

Aile, post-modern durumda sona doğru gidiyor. Ancak buradaki son, belli bir biçimin de sonunu anlatıyor. O da sanayi ailesinin sona erdiğidir. Bu aile biçimi ile aile daha fazla süremez. Kapitalizmle (Sovyetik aile mühendisliği de başarısız olmuştur) ve modernleşme ile ortaya çıkan ailenin daha fazla sürmesi mümkün gözükmüyor. Bu aile sona eriyor.

Peki genel olarak ailenin sonuyla nasıl başa çıkabiliriz?

Aileyi dışlayan kültürel taarruzlara direnerek ve kapitalist iş rutini değiştirerek. Türkiye'de hamile kadının yarı zamanlı çalışması gibi atılan adımlar bu açıdan önemlidir. Yeniden kendi kültür ve medeniyet bağlamına yerleşen aileyi ihya etmeye yönelik aile reformları ile önemli adımlar atabiliriz.

Her şeye para, üretim ve tüketim ile hükmeden, bireyi en uç özne olmaya davet eden bir anlayış ailenin sonunu getirir. Müslümanlık kültürü, tecrübesi ve inancını terk eden aile de bu akıbete uğrar. Gelenekçi aile ve modernist aile ikileminden çıkarak yeni aile tasavvurunu inşa etmeliyiz.

 

Kaynak: star.com.tr




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —