Tarih: 25.01.2021 17:20

AİHM’nin Türkiye ile İmtihanı

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye, son zamanlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aleyhinde verdiği hak ihlali kararlarıyla yeniden gündeme geldi.

AİHM’nin kamuoyunun yakından tanıdığı Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararına iktidarın uymaması, siyaset-hukuk, yürütme-yargı ilişkilerinin sorgulanmasına neden olduğu gibi AİHM’nin kararlarına yansıyan Türkiye’nin insan hakları alanındaki sicilinin de gündeme gelmesine neden oldu.

Bu yazının konusu, AİHM’nin kararlarına yansıyan Türkiye’nin insan hakları sicilinin dökümünü çıkarmak ve bu döküm üzerinden iktidar yargı ilişkilerini analiz etmektir.

Önce Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile kurduğu kurumsal ilişkinin tarihçesine bakalım.

50 milyon insanın ölümü ve muazzam bir ekonomik servetin heba olmasıyla sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı ve ardından başlayan Soğuk Savaş, Batı Avrupa’nın hukuk, güvenlik ve işbirliği paradigmasını önemli ölçüde değiştirdi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Avrupa ülkesi, Avrupa halkları arasında gerginliği azaltmak, uzlaşıyı sağlamak ve sözleşmelere dayalı güven ve işbirliği ortamını tesis etmek amacıyla Avrupa Konseyi’ni kurdu. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek, azınlıklar, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma, uyuşturucu madde, çevre sorunlarına çözüm aramak ve Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla 5 Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi’nin, 4 Kasım 1950’de Roma Antlaşması ile imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1953’te yürürlüğe girdi. 1959’da Avrupa Konseyi, taraf ülkelerin AİHS’ne uyumunu denetlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni oluşturdu.

1949’da 10 ülke tarafından kurulan Avrupa Konseyi, bugün itibariyle Avrupa’daki 47 üye ülkesiyle en eski uluslararası organizasyonlardan birisidir.

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu faşist blokun çöküşü, Amerika, İngiltere, Fransa, Çin ve Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu ittifak devletlerinin zaferi ile sonuçlandı.

Savaştan sonra Amerika ve Sovyetler Birliği’nin jeostratejik ve jeopolitik çıkarlarındaki uyumsuzluk, Soğuk Savaş’ın başlamasının en önemli nedeni oldu. Savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin, Doğu Avrupa ve Asya’da yayılma stratejisi izlemesi, bu kapsamda gemilerine boğazlardan geçiş hakkı ve toprak talebinde bulunarak Türkiye’yi tehdit etmesi, Türkiye’nin ulusal güvenlik endişesini arttırdı. Bunun üzerine Türkiye, ulusal güvenliğini korumak amacıyla Amerika ve Avrupa yanlısı bir dış politika izlemeye başladı. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla Türkiye bir taraftan Amerika ile öte taraftan Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi. Bu kapsamda Türkiye, Ağustos 1949’da Avrupa Konseyi’ne üye oldu. 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 4 Kasım 1950 tarihinde imzaladı.

Türkiye, 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na bireysel başvuru hakkını, 1990 yılında da zorunlu yargı yetkisini tanıdı. Türkiye, 22 Mayıs 2004’te Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle, usulüne göre yürürlüğe giren uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğunu ve bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamayacağını, ayrıca temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmaların iç hukuk mevzuatıyla aynı konuda farklı hükümler içermesi halinde uluslararası antlaşma hükümlerinin geçerli olacağını güvence altına aldı.

Son olarak Türkiye, 12 Eylül 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını tanıdı.

Bu kısa girişten sonra konunun özüne dönelim. Çağdaşlaşma ve batılılaşma genel konsepti içerisinde kodlanan muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ilkesini bir dış politika hedefi olarak belirleyen Türkiye’nin AİHM kararlarına yansıyan insan hakları sicilinin dökümü, Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı istatistiklerle aşağıda sunulmuştur.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —