24. 09. 2018 Pazartesi
İSTANBUL - Hamid Ebrahimi
İran´ın güney batısında bulunan Huzistan eyaletinin merkezi Ahvaz´da cumartesi günü düzenlenen askeri geçit törenine dört kişilik silahlı grup tarafından silahlı saldırı düzenlendi.
Saldırı, İran´ın Haziran 2017´de DEAŞ´ın üstlendiği Tahran saldırılarından sonra yaşadığı en kanlı terör saldırısına dönüşürken, resmi açıklamalara göre olayda askerlerle beraber sivillerin de bulunduğu 29 kişi hayatını kaybetti, 60´tan fazla kişi de yaralandı.
Yapılan saldırının etkileri sadece ülke sınırları içinde kalmayıp uluslararası toplumda da tepkilere neden oldu. Eylemin Huzistan bölgesinde, İran´ın Kutsal Savunma olarak adlandırdığı İran-Irak savaşının başlangıcının yıldönümünde ve Arap milliyetçisi ayrılıkçı bir örgüt tarafından düzenlenmesi, İranlı yetkililerin de olayla ilgili ABD ve Suudi Arabistan´ı sorumlu tutmaları, dikkatleri yapılan eylemin iç boyutlarıyla birlikte uluslararası boyutlarına da çekti.
İran´ın güney batısında yer alan, batıdan Irak ve Kuveyt´le toprak ve sahil sınırı olan, güneyden Basra körfezine bağlana Huzistan eyaleti tarihsel olarak İran´ın Irak, Hicaz ve Şam coğrafyasına olan kapısı olarak önemli bir konumda bulunmuştur. Bölgenin bu coğrafi ve tarihi özelliğiyle beraber 20. yüzyılın başlarında bölgeden çıkarılmaya başlayan petrol, bu toprakların ekonomik ve stratejik değerini artırmış, İran için hayati bir bölge haline getirmiştir. Günümüzde İran´ın ham petrol üretim merkezi olan Huzistan eyaleti ayrıca İran´ın en önemli uluslararası deniz ticareti kapılarından olan İmam Humeyni, Mahşehr, Hurremşehr ve Hindican limanlarına sahiptir.
Huzistan ham petrol ve doğal gaz rezervleri açısından İran´ın en zengin bölgesidir. Eyaletin merkezi olan Ahvaz hem Huzistan hem de İran´ın diğer güney, batı ve doğusundaki tüm petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan bölgelerin ham petrol ve doğal gaz dağıtımı ile ilgili sanayinin merkezidir. Abadan Rafineri Tesisleri, İmam Humeyni Limanı Petrokimya Tesisleri ve Mahşehr Petrokimya Tesisleri bölgedeki petrol sanayilerindendir. Bunun yanında bölgedeki demir çelik fabrikaları da ülkenin ekonomisinde önemli paya sahiptir. Tarım ürünleri üretimi açısından da verimli topraklara sahip olan Huzistan´da bölgedeki Heftteppe şeker fabrikasının da ihtiyaçlarını karşılayan geniş çapta şeker kamışı üretimi gerçekleştirilmektedir. Eyalet Ervend (Şattülarap), Karûn, Kerha ve Hindican nehirleri ile birlikte ülkenin en büyük su barajı olan Kerha barajı ile de bu açıdan önemli bir konuma sahiptir.
Nüfusu Araplar, Farslar, Lorlar ve Türkmenlerden oluşan Huzistan´da çoğunluğu oluşturan Araplar, eyaletin merkez, batı, güney batı ve güney kısımlarında ikamet etmektedir. Ekseriyeti Şii olan bölgedeki yerleşik Araplarda aşiret yapılanması halen devam etmektedir.
Huzistan´ın İran için ekonomik ve jeostratejik ehemmiyeti devletin her zaman bölgedeki durum ve gelişmelere hassasiyetle yaklaşmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bölgenin heterojen demografik yapısı hem Pehlevi rejimi döneminde hem de İran İslam Cumhuriyeti döneminde iç karışıklık ve dış müdahale açılarından bölgenin güvenliği için bir potansiyel tehdit olarak değerlendirilmiş ancak farklı dönemlerde benzer politikalarla söz konusu ?tehdit´e karşı önlem ve uygulamalar hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Kaçar hanedanının sonuna kadar bölgenin yönetimi Arap aşiretlerinin elinde olup bu bölge ayrıca Arabistan olarak da kayıtlarda kullanılmaktaydı. Ancak 1925´ten itibaren Pehlevi hanedanı, bu tarihten itibaren bölgedeki yerleşik Araplara yönelik ağır asimilasyon ve baskı politikalarıyla beraber zorunlu göç politikasıyla da bölgenin demografik yapısını değiştirmeye çalıştı. Rıza Şah´tan sonra yerine geçen oğlu Muhammed Rıza döneminde ise devletin söz konusu politikaları eskisi kadar sert ve şiddetli olarak devam etmese de devletin bölgeye yaklaşımında bir değişiklik yaşanmadı.
1979 devriminden sonra Tahran´daki yönetimin bölgeye yönelik politikalarının değişeceğini bekleyen yerleşik Arapların umutları ise kısa sürede boşa çıktı. Nitekim devrimden sonra Huzistan´daki yerleşik Arap halkı ve siyasi gruplar, birtakım siyasi, toplumsal ve kültürel taleplerle bölgede etkin olan Şii din adamlarından Şeyh Muhammed Tahir Âl-i-Şübeyr etrafında toplanarak harekete geçtiler. Ancak bu girişim Tahran yönetiminden karşılık görmeyerek akim kaldı ve Şeyh Tahir ile Devrim Rehberi Ayetullah Humeyni arasında yapılan birebir görüşme dahil tüm müzakereler başarısız oldu. Nihayetinde güvenlik güçlerinin müdahalesi ile bölge tekrar merkezi hükümetin hakimiyetine geçti ve Şeyh Tahir, Kum kentine sürgüne gönderildi.
Kısa süre sonra İran-Irak savaşının başlamasıyla bölgede yaşanan ve etkileri halen devam eden büyük yıkım ve zorunlu göçler, mevcut sorunları daha da karmaşık hale getirdi. Savaş döneminden sonra insani, doğal ve yeraltı kaynakları, ekonomik altyapı vb. açıdan son derece zengin olan Huzistan´da yerleşik halk, bu nimetlerden çok az faydalanabildi, yüksek yoksulluk ve işsizlik oranları, sosyo-ekonomik indekslerin düşük seviyelerde seyretmesi yıllarca siyasi, kültürel ve toplumsal haklarından mahrum kalan yerleşik Arap vatandaşların günümüze kadar uzanan ve zaman zaman toplumsal ayaklanmalara dönüşen tepkilerine yol açtı. Nitekim 2005 Nisan ayında hükümetin bölgenin demografik yapısını değiştirmek için bakanlıklara verdiği iddia edilen gizli talimatın ortaya çıkması, haftalarca süren bir halk ayaklanmasını tetikledi.
Muhammed Rıza Pehlevi döneminde daha çok sol görüşlü birçok siyasi oluşum Huzistan´da merkezi hükümete karşı faaliyete başladı. Ancak devletin sıkı baskı ve kontrolü altında bu örgütlerin siyasi faaliyetleri ile birlikte silahlı faaliyetleri ara ara petrol borularında patlamalar gerçekleştirmek gibi eylemlerle sınırlı kaldı.
1979 devriminden hemen sonra bölgede yerleşik Araplara mensup birkaç siyasi oluşum faaliyete başladı. Ekseriyeti devrim yanlısı olan ve siyasi olarak bağımsızlıktan ziyade yerel yönetimle ilgili talepleri olan bu gurupların en önemlisi Arap Halkı Örgütü idi. Ancak Şeyh Tahir´in tutuklanarak sürgüne gönderilmesi ile sonuçlanan merkezi hükümetle yaşanan sürecin nihayetinde söz konusu örgütlerin bölgedeki faaliyetleri kısa sürede son buldu. Bu dönemde İran-Irak savaşının başlamasıyla Irak´ta Ahvaz´ı Özgürleştirmek İçin Arap Cephesi örgütü kuruldu. Irak hükümeti tarafından desteklenen bu örgüt savaş boyunca İran´a karşı silahlı mücadeleye devam etti.
Savaştan sonra Cumhurbaşkanı Rafsancani döneminde silahlı mücadele yürüten farklı gurupların ortaya çıktığı ve daha çok petrol tesislerine saldırı eylemleri gerçekleştirdikleri görüldü. Ancak reformistlerin 1997´de iktidara gelmesi, ülkedeki diğer yerlerde olduğu gibi Huzistan Arapları için de birtakım açılımları beraberinde getirdi. Bu dönemde bölgedeki yerleşik Araplara mensup bazı siyasi şahsiyetler, faaliyetlerini yürütmek için Vifak Komitesi adında bir siyasi oluşum tesis ettiler. Bu siyasi oluşum daha sonra İslami Vifak Partisi adıyla İran´daki Arapların ilk yasal siyasi örgütü olarak ülkenin resmi siyaset alanına girdi. Faaliyeti sürecinde meclise milletvekili ve bölgedeki kent ve köy konseylerine üye çıkarabilen bu parti, başarılı bir deneyim oldu. Nitekim partinin faaliyeti döneminde bölgedeki gerginlikte ve saldırılarda ciddi bir azalma meydana geldi. Buna rağmen ilerleyen süreçte 2005 olaylarına neden olacak birtakım provakatif eylemler ve güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri, yeni başlamış olan süreci baltaladı ve böylece partinin faaliyetleri durduruldu.
Günümüze gelindiğinde Huzistan´ta Arap kesime mensup sayıları onlarca olan siyasi veya silahlı mücadele veren örgüt ve oluşumların teşekkül ettiğini görüyoruz. Çoğunun ortadan kalktığı veya etkinliği olmayan bu gruplardan bazıları, günümüzde de faaliyetlerini sürdürmektedir. Ahvaz´ı Özgürleştirmek İçin Arap Cephesi ve Ahvaz´ı Özgürleştirmek İçin Arap Hareketi Partisi, bu grupların arasında yer alan marjinal ayrılıkçı örgütlerdendir. El-Ahvaz Halk Demokratik Cephesi gibi bazı uluslararası kuruluşlarda da temsilcisi olan bu grupların hem siyasi hem de silahlı olarak halihazırda en etkin olanı ise 22 Eylül´de Ahvaz´da terör saldırısını üstlenen Hareketü´l-Nidal (el-Ahvaz hareketi) örgütüdür.
Bu örgüt adını 2005 Ahvaz olaylarında duyurmaya başladı. O dönemde bölgede düzenlenen gösterilerin devamında Ahvaz kaymakamlık binasına, bazı banka şubelerine, diğer birkaç kamu kurumuna ve petrol borularına 13 bombalı saldırı gerçekleştirdi. Arap milliyetçiliğini esas alan örgüt Huzistan, Hürmüzgan ve Buşehr eyaletleri dahil olmak üzere Arap yerleşimli bölgelerin İran tarafından işgal edildiğini öne sürerek amacının bölgeyi özgürleştirmek ve bölgeye yerleşen ?yerli olmayan´ sakinlerden arındırmak olarak ilan etmiştir. Örgüt silahlı faaliyetlerini Muhittin Âl-i-Nâsır tugayları adıyla yürütmektedir.
Hareketü´l-Nidal örgütü, Huzistan´da 2011, 2012 ve 2015 yıllarında düzenlediği saldırılarla günümüze kadar eylemlerine devam ederken, ülke dışında da faaliyetlerini sürdürdü. Örgüt Tunus ve Kuveyt başta olmak üzere bazı Arap ülkelerinde toplantılar düzenleyip söz konusu devletlerden, örgütün Arap Birliği´ne temsilci kabul edilmesi gibi birtakım taleplerde de bulundu. Merkezi Hollanda bulunan örgüt, Ahvazuna adında Arapça yayın yapan bir televizyon kanalına sahiptir.
Yapılan son terör saldırısını üstlenen Ahvaz Direniş Ordusu ise çeşitli siyasi ve silahlı örgütlerden oluşturulmuş olmasının örgüt tarafından öne sürülmesine rağmen, bu teşkilatın Hareketü´l-Nidal örgütü tarafından yönetildiği bilinmektedir. Nitekim Ahvaz´daki saldırının gerçekleşmesinden kısa süre sonra açıklama yapan Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsü Tuğgeneral Ramazan Şerif, eylemin El-Ahvaz hareketi (Hareket´ül-Nidal) tarafından gerçekleştiğini ifade ettikten sonra Farsça yayın yapan Londra merkezli İraninternationan tv kanalına bağlanan Hareketü´l-Nidal örgütü sözcüsü Yakup el-Tostari, saldırıyı Ahvaz Ulusal Direniş Ordusu adına üstlendiklerini duyurdu.
İran´ın Irak, Suriye ve Yemen´de artan nüfuzunu ciddi bir tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan´ın daha önce 2011 Bahreyn müdahalesi, daha sonra 2015´te Yemen´e askeri müdahaleye başlaması iki ülke arasındaki gerginliği arttırmıştı. Ancak iki ülke arasındaki iplerin kopmasına neden olan olaylar, Suudi Arabistan´ın Ocak 2016´da İran´a yakın Şeyh Nimir El-Nimir´i idam etmesi ve devamında Suudi Arabistan´ın İran´daki Meşhed Başkonsolosluğunun işgal edilerek ateşe verilmesi oldu. Donald Trump yönetiminin işbaşına gelmesi ile birlikte ABD tarafından İran´a karşı açılan yeni cephede yer alan Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefikleri, bu dönemden itibaren İran´a karşı hamlelerinde daha cesaretli hareket etmeye başladılar. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman´ın ?bölgedeki çatışmaları İran´ın içine taşıyacağız? gibi konuyla ilgili net ifadeleri ve benzeri açıklamaların, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn yetkililerinden de gelmesi İran´a karşı hamlelerin cesaret boyutunu açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi olası müdahalelerin sinyalini de vermekteydi.
Trump döneminde ABD´nin Nükleer Anlaşmadan çekilmesinin ardından Washington´un yeni bir strateji izlediğinin ve buna paralel olarak özellikle İranlı Kürt ve Araplara mensup örgütlerde yeni hareketliliklerin farkında olan İran, muhalif liderleri ortadan kaldırarak söz konusu örgütlerin harekete geçmesini engellemeye ya da geciktirmeye çalıştı. Hareket´ül-Nidal´in Genel Sekreteri Mevlana Neysi´nin de 8 Aralık 2017´de Lahey kentinde yapılan bir suikastta öldürülmesi bu açıdan değerlendirilebilir.
İran´ın saldırının aradından atacağı adımlara gelince, ülke içinde örgüt ve mensuplarına yönelik daha sert mücadele edilecek ve bununla birlikte örgütün bölge ve bölge dışındaki varlığına karşı da harekete geçecektir. İran´ın saldırıya karşı tepkisinin üç yönden ilerlemesi muhtemeldir. Birinci olarak örgütün kendisine yönelik operasyonlar olabilir. Bu durumda örgütün özellikle Avrupa´daki üye ve/veya yöneticilerine suikast girişimlerine tanık olunabilir. İran daha önce Cundullah örgütü lideri Abdulmalik Rigi olayında yaşandığı gibi örgüt liderlerini ele geçirmek için benzer operasyonlar da düzenleyebilir.
İkinci olarak İran´ın uluslararası toplumun örgütü bir terör örgütü olarak kabul etmesi ve özellikle Avrupa devletlerinin örgüte karşı harekete geçmeleri için diploması yürütmesi öngörülebilir. Bunun yanında İran yapılan saldırının daha önceki DEAŞ saldırısında olduğu gibi bölgesel varlığına bir gerekçe olarak öne sürecektir. Dolayısıyla 26 Eylül günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturumunda konuşma yapacak olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani´nin bu konuyu gündeme getirmesi olasıdır.
Üçüncü olarak İran, yaşanan terör saldırısından, başta ABD olmak üzere bölgede Suudi Arabistan´ın başını çektiği İran karşıtı ittifakı sorumlu tuttuğu için söz konusu ittifaka karşılık vermek isteyecektir. Nitekim Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsünün açık bir şekilde saldırıdan sorumlu örgütün Suudi Arabistan tarafından beslendiğini ifade etmiştir. Devrim Rehberi Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif de yaptıkları açıklamalarda ABD ile beraber bölgedeki ?terör destekçisi´ devletlerden bahsederek Suudi Arabistan´a işaret etmişlerdir.
Bu açıklamalara dayanarak İran´ın Suudi Arabistan´a karşılık vermek istediği düşünülebilir. İran bölgedeki vekil güçleri ve özellikle Yemen´deki Husiler vasıtasıyla Suudi Arabistan ve/veya Birleşik Arap Emirlikleri´ne saldırılar düzenleyebilir. İran´ın mevcut durumda, ordu yetkililerinden gelen açıklamalar doğrultusunda Suudi Arabistan veya bölgedeki müttefiklerinin topraklarını hedef almanın yollarını aradığı ayrıca düşünülebilir. Böyle bir saldırının bölgedeki devletlere ait hedeflerden ziyade İran´ın Hareketü´l-Nidal örgütüne ait bildiği merkez veya eğitim kampı gibi üslere yönelmesi daha muhtemeldir. Devrim Muhafızları Ordusunun Ahvaz saldırısıyla ilgili açıklamasında yer alan ?canileri bölge ve bölge dışındaki coğrafyalarda izleyip cezalandırmak için hiçbir çabadan geri durmayacağız. Teröristlerin arka destek noktalarına ve liderlerinin üs merkezlerine tamamen vakıf olduğumuz gibi yakın gelecekte sert intikamımızı alacağız.? ifadeleri bu ihtimalleri güçlendirmektedir.
Ahvaz´daki terör saldırısı İran´ın içindeki dinamikler ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeler çerçevesinde önemli sonuçlara yol açacak. İç gelişmeler açısından ele alındığında bu saldırı, güvenlik tedbirlerini sıkılaştırmanın yanı sıra olayla ilgili tutuklamalar, yargı süreci ve idam gibi ağır cezaları beraberinde getirebilir. Bu durum siyasi veya sivil aktivistlerin faaliyetlerini daha da zorlaştıracak bir ortamı oluşturacağı gibi olası ağır cezalar Arap nüfusu ile hükümet arasınındaki gerilimin daha da derinleşmesine yol açacak. Olayların bu minvalde seyretmesi durumunda, zaten devletin bölgeye yönelik sert politikalarından rahatsız olan Huzistan´da yeni gerilimlerin ortaya çıkması muhtemel görünüyor. Artan ekonomik sorunlarla beraber özellikle son dönemde artan kum fırtınaları ve su kirliliği gibi çevre sorunlarıyla başetmeye çalışan bölge halkının ve bilhassa gençlerin, etnik, politik, ekonomik, kültürel ve toplumsal taleplerini dile getirecek yasal siyasi parti ve oluşumlar bulamamaları, bölgedeki radikal eğilimlerin güçlenmesine ve sorunların kronik bir hal almasına sebebiyet verebilir.
Uluslararası açıdan ise İran ile Suudi Arabistan arasında halihazırda yaşanmakta olan siyasi krizin daha da derinleşeceği kesin. Son saldırının ardından Yemen savaşında, siyasi çözüme giden yol daha da daralacak ve iki ülke arasındaki gerginlik Irak gibi farklı alanlara da yayılabilecektir. Diğer taraftan yaşanan son saldırı Trump yönetimindeki ABD´nin İran´la yaşanan krizde müdahalesinin sadece ekonomik boyutlarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde İran´a karşı yaptırımların daha da ağırlaşması ile beraber İran´ın bölgesel olarak da faaliyetlerine karşı hamlelerin artması ihtimal dahilinde.
[Hamid Ebrahimi, İran Araştırmaları Merkezi´nde (İRAM) İç Politika Asistanı olarak görev yapmaktadır]