Gündemde “Siyasi ayak” var. Birinci öncelikli düşman “FETÖ”, onunla topyekün mücadele ediliyor, epey ayak bulundu, onların üzerine gidildi, “Herhalde bu kadar dal budak salmış bir örgütün siyasi ayağı da vardır, olmalıdır” denilerek şimdi onun üzerine gidilmesi isteniyor.
Herkes istiyor görünüyor, çünkü birisinin üzerine “siyasi ayak” damgası vurulursa, onun okkanın altına gideceği var sayılıyor.
Siyasi ayak, herhalde, Gülen’le bir şekilde ilişki kurmuş siyasi kadroları ifade eden bir tanımlama.
Rivayet o ki, Gülen bu işe taa Komünizmle Mücadele Derneklerinin kuruluş sürecinde başlamış. 1960’lar… Yine rivayet o ki, Komünizmle Mücadele Derneği de Amerika’nın inisiyatifinde bir dernekmiş. Bir başka rivayet de şu ki, aslında o dönem Milli İstihbarat Teşkilatı da CIA’nın bürosu gibi çalışıyormuş. Bir rivayet daha: Gülen’in daha sonra açacağı yurt dışındaki tüm Türk okulları, aslında Amerikan istihbaratının öncü kuruluşlarından ibaretmiş.
Eğer bütün bu ilişkiler tehlikeli ise, 1960’lardan beri bu tehlikenin biliniyor olması ve Fethullah Gülen’le kurulan her ilişkinin “tehlikeli” addedilmesi gerekir.
Öyle olmamış. Bu süre içinde Gülen birçok siyasetçinin ilişki alanı içinde yer almış.
Bir kere 12 Eylül operasyonundan Gülen’i kurtaran rahmetli Turgut Özal. Özal, sonraki iktidar döneminde Türk okullarına sahip çıkmış. Demirel, Ecevit, Tansu Çiller, Hikmet Çetin de Türk okullarına sahip çıkan politikacılar arasında. Bu liderlerden hiçbirisinin Türk okullarında Amerikan istihbaratının izini görmemesi ilginç değil mi?
Rivayet o ki Gülen, 40 yılı (belki 60 yılı) aşkın bir zamandır, devlet içinde (özellikle TSK içinde) örgütlenmiş. Bu süre içinde TSK’da yer yer alarmlar çalınmış ama, bir “Siyasetçi hassasiyeti”ne rastlanmıyor. MİT kimi raporlar hazırlasa da bunlar bütün dini cemaatlere yönelik olduğu için, siyasetçiler nezdinde de fazla itibar görmüyor. Çünkü sağ siyasetçiler, muhafazakâr toplum kesimleri ile çatışma içine girmekten kaçınıyorlar.
28 Şubat döneminde Gülen, ilginçtir, askerlere “Okullarımız size feda olsun” derken, 28 Şubatçı medya üzerinden Erbakan’a tavır koyuyor. İlginçtir o günün Refah karşıtı medyası Gülen’in çıkışını Erbakan’la savaşın malzemesi haline getiriyor. Gülen – Siyaset – Medya ilişkisinin ilginç örneği.
Ak Parti iktidarı dönemi. Ak Parti, Refah’a yönelik 28 Şubat tırpanından sonra geldi. Önünde iç meşruiyet zorluğu, dış meşruiyet zorluğu vardı. ABD ile görüşüldü, AB ile görüşüldü, dış rezerv aşılmaya çalışıldı, dış rezerv aşılınca iç rezervin direnişi zorlaştı. TSK kaynaklı darbe girişimleri gündeme geldi. Bunlar gerçekten var mıydı, yoksa “bir odak” tarafından üretilmiş ve iktidar buna inandırılmış mıydı? Bir odak denen kimdi? MİT, Emniyet İstihbarat ve ordu kaynaklı bilgiler darbe girişimlerini onaylıyor muydu?
Ak Parti kadrolarının o gün bu istihbaratı ciddiye aldığı bir gerçekti. Peki nasıl önlenecekti? “Odak” orada da “Biz ne güne duruyoruz?” demiş miydi? Odak’ın medyası, Yargıdaki, Emniyet’teki kadroları bunun için seferber edilmiş miydi? Bu dönemde o odak daha sonra suç örgütü olarak adı konacak olan “Paralel Devlet yapılanması (PDY)” niteliğinde mevcut muydu? Ak Parti, o günlerde darbe odaklarıyla mücadele için böyle bir yapının yardımına ihtiyaç duyuyor muydu?
O günlerde Ak Parti kadroları, Gülen’e “Sizin yargıda, emniyette, Mitte, orduda darbecilerle mücadele edecek gücünüz var mı?” diye sormuşlar mıydı? O günlerde bu odakla iş birliğinin ilerde tehlike oluşturabileceği düşünülmüş müydü?
2010 referandumundaki iş birliğinin Ak Parti açısından değeri neydi, “Mezardan çıkmak pahasına gelin oy verin” diyen Gülen açısından neydi?
Bir soru şu:
-Acaba Gülen, devlet bünyesinde etkinlik kazanmak için mesela siyasi partiler bünyesinde örgütlenmeyi ve kimi kademeleri ele geçirmeyi planlamış mıdır? Yoksa devlet kademelerinde birikim sağlayarak iktidardaki her yapıyı etkilemeyi mi amaçlamıştır?
Ak Parti liderliği riski, 7 Şubat 2012’de MİT Başkanına operasyon yapılmak istendiğinde gördü. Ama buna rağmen 2012’nin Haziranında “Hasret bitsin” çağrısı yapılacaktı.
Asıl kopuş ise 17-25 Aralık operasyonu ile gerçekleşecekti. Öncesi, ortak çalışmalar niteliğinde idi, 17 – 25 Aralık ise, PDY’nin Yargı – Emniyet darbesi niteliğinde devreye girişiydi.
Ak Parti liderliği, önceyi “Safmışız, Allah affetsin, Alnı secdeye gelen insanlardı, Ne istedilerse verdik….” söylemleriyle silmeyi tercih etti.
Şu soruyu sorarak bitirelim:
-Acaba bugün devlette, yarın operasyon çekecek kadrolaşmalar mevcut mu?