Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ahmet Örs: İslamcılık, Adil Bir Dünya Kurma İdealimizi İfade Ediyordu

Ahmet Örs; "İslamcılığın arayışlarla yola çıkışı derinlemesine bir ufuk üretemediği için yakın vadedeki birtakım kazanım vehimleri, siyasal ve düşünsel hatların oluşumunu engelledi."

Ahmet Örs: İslamcılık, Adil Bir Dünya Kurma İdealimizi İfade Ediyordu

ÜMİT AKTAŞ: Edebiyat dallarındaki eserler, öğretmenlik, yayıncılık, sendikacılık, aktivistlik… Bu kadar uğraşı bir arada sürdürme hünerini neye borçlusun?

AHMET ÖRS: “Estağfurullah” diye başlayalım isterseniz cevap vermeye. Yapıp etmek için uğraştığımız ve birbirleriyle irtibatlandırmaya çalıştığımız bunca meşgalenin hepsinin birden içinde yer almak, benim sonlarına yetiştiğim kuşakların İslamcılığının bir tezahürüdür diye düşünüyorum. Bunu, siz daha iyi gözlemlemişsinizdir muhakkak. O kuşakların çoğunun alanda yaşadıkları tecrübe eksikliği, el yordamıyla yol almaya itmişti onları. Ben de hasbelkader o zincire ekli buldum kendimi. Hep bir vazife şuuru oldu bizi itekleyen. Belki de biraz sözümüzü insanlara ulaştırmamızı engelleyen boşlukların varlığı… Bilemiyorum yine de tam olarak.    

ÜMİT AKTAŞ: Gençliğinde 28 Şubat dönemini yaşamış biri olarak, hikâyelerinde de yankılanması olan bu dönemin üzerindeki etkisi ne oldu? İslamcılığa yönelmen nasıl gerçekleşti ve ideallerin nelerdi?

AHMET ÖRS: 28 Şubat’la başlangıcındaki temasım, hayatımın ilginç bir ânına denk gelmiştir. Bunu da Allah’ın bir lütfu olarak görüyorum doğrusu. 28 Şubat’a giden süreçten birkaç ay önce hastalanmış, tam da o tarihî zamanlarda ağır beyin ameliyatları geçirmiştim. Sürece, başlangıçta tam olarak yoğunlaşamadığımı düşünüyorum şimdi. Kendime geldiğimde, İslamcı kişi ve grupların büyük oranda sahadan çekildiğini görmüştüm. Geride kalan arkadaşlarla, Tokat gibi küçük bir şehirde, 28 Şubat olmamış gibi yola çıktık. Pekişen 28 Şubat sürecinin bizim üzerimizde cesaret verici bir tesirinin olduğunu söyleyebilirim. Sahadaki çekilmişlik karşısında cesaretle dillendirilen devrimci söylemlerin, karşı çıkışların, zayıf bir toplumsallık üzerine bina edilseler de hak ettiğinden fazla bir karşılık gördüğünü düşünüyorum. Bu, iyi bir şey midir, bilemiyorum. Nereden bakıldığıyla alakalı olarak değişebilir ama bizim için olumlu tarafları ağır bastı diyebilirim. İslamcılığın, ailedeki iman zemininin İstanbul’daki üniversite yıllarında biçimlenmesiyle beni içine aldığını düşünüyorum. Varoluşumu anlamlandıran temel duruş olarak İslamcılığın, adil bir dünya kurma idealimizi ifade ettiğini düşünüp savundum hep.   

ÜMİT AKTAŞ: Üniversite sonrası Tokat’a döndün. Sonra TOKAD ve sendika kuruldu. Biraz bu dönemden bahseder misin?

AHMET ÖRS: Az evvel dediğim gibi Tokat, küçük bir şehir olarak bir staj imkânı sundu aslında. Kendi ayaklarımız üzerinde durabilme, yollar açabilme imkânıydı bu. İstanbul’un ardından bambaşka bir tecrübe alanı oldu açıkçası. Beş yıl süren öğrencilik yıllarımızın sonunda tam da varlığımızı, kimliğimizi belli bir seviyeye ulaştırdığımızı düşünürken İstanbul’dan ayrılmak, sonraki yıllar boyunca üzerinde düşünüp tartıştığım bir mevzu olmuştur. İyi mi yapmıştım, yoksa kötü mü? Hem kişisel hayatımda yaşadıklarım hem de TOKAD’ı var eden ve devamında sendikalarla pekişen mücadele hayatımız, benzersiz tecrübeler biriktirdi diyebilirim. TOKAD, bence ülkede boy veren İslamcılık tecrübesi içinde nadide bir yerde konumlanmıştır.

TOKAD, İslamcılığın büyük oranda sistemle bütünleştiği bir dönemde, bağımsız pozisyonunu koruyup sürdüren damarlardan oldu ve ülkedeki arayışlara cevap mahiyetinde mücadele alanı ve teklifleri sundu diye düşünüyorum. TOKAD’ın, ülkedeki küçük şehirlerden biri olan Tokat’ta yeşermesine karşın, toplayıp beslediği enerjiler bakımından önemli işler yaptığına inanıyorum. Şehre sıkışmamaya çalışarak, ülkenin ve dünyanın esaslı meselelerine doğrudan müdahil olmaya gayret etti TOKAD. İrtibatlarını bu esaslar çerçevesinde kurmaya çalıştı. Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen, sonrasında bugün varlığı devam etmeyen İnanç İlke-Sen ve yolculuğunu sürdüren Sağlık İlke-Sen, TOKAD’ın farklı toplumsal alanlarda örgütlenip mücadele etme prensiplerinin meyveleri olarak var oldu. Belki burada, küçük şehirlerin mücadele örgütlemek, kültürel ve sanatsal çalışmalar üretmek için yetersiz olduğuna dâir önyargıların, umutsuzlukların yanlışlığına dâir model oluşu bakımından TOKAD’ın rolüne bir kez daha vurgu yapılabilir.   

ÜMİT AKTAŞ: Ve yeniden İstanbul’a dönüş? İstanbul’da seni/sizi çeken ne vardı? Bir İstanbul büyüsü mü?

AHMET ÖRS: Evet, böyle bir şeyden, İstanbul söz konusu olduğunda bahsedilebilir, her ne kadar büyüye inanmasam da! İstanbul’un, ülkedeki ve hatta dünyadaki merkezî rolünden bahsetmeye bile gerek yoktur diye düşünüyorum. Hem kişisel geçmişimdeki İstanbul mayası diyelim hem de belli bir aşamadan sonra küçük bir şehrin sınırlarıyla temas, birtakım tekrarları insana ve hareketlere dayatabiliyor. Teorik anlamda da siyasal mücadeleler için bunun, yani birtakım aşamalarda yeni ve farklı mekânsallık arayışlarının gerekli olduğuna inanıyorum.

İstanbul’da öğrenciliğim bitmişti ama buradan bir kopma olmuyor, bilirsiniz. Ziyaretler, görüşmeler, canlı, dinamik bir irtibatlılık vardı zaten yakın-uzak çevrelerle. Sonra bir baktım ki her ay buradayım, bazen daha da sık! Hareket olarak da burada bulunmanın, ülkedeki İslamcı hat için olumlu bir tercih olduğuna inanıyorum çünkü. Son sekiz-on yıl boyunca ise bağımsız İslami mücadele hatları neredeyse tümüyle silikleşti. Böyle bir vasatta, hakikatten yana yükselttiğiniz her söz çok kıymetli. Bilmiyorum, durduğum yerden böyle değerlendiriyorum, anlattıklarımın eksiği-fazlası vardır elbette. 

ÜMİT AKTAŞ: Başörtüsü mücadelesindeki görece birlikten günümüze doğru geldiğimizde, bir tarafın egemenleştiği, öteki tarafın ise ideallerinin mücadelesini vermeye devam ettiği süreçte nasıl bir altüst oluş yaşandı?

AHMET ÖRS: Başörtüsü mücadelesinde bile söylem düzeyinde oluşan mutabakat, sahaya aynı ölçüde yansımıyordu ama yine de küçük ölçekli, elle tutulur bir İslami muhalefetten bahsedilebilirdi. Ne zaman ki AKP iktidardaki konumunu pekiştirdi, o zaman İslami çevrelerin çok büyük kısmı adalet mücadelesinden, hakikatten yana muhalefet üretmekten vazgeçti! Bunun hem korkudan hem de ikbal kaygısından kaynaklandığını, kimi zaman da teorik olarak temellendirilen bir durum olduğunu herkes açıkça görebilir diye düşünüyorum. Müslüman topluluklarda yaşanan ve sizin de işaret ettiğiniz bu altüst oluş Kur’an’a rağmen, O’nun “Sevdiklerinizin aleyhine de olsa adil şahitler olun!” uyarısına rağmen gerçekleşmiştir. Bu, son derece trajik bir tarihsel andır.   

ÜMİT AKTAŞ: Ortaklaşalıklar ve farklılıklar ne idi? Nedir seni burada tutan?

AHMET ÖRS: Belli bir aşamaya kadar ideallerle, yakın vadedeki tehditlerin savuşturulması isteği, ilginç bir şekilde yan yana geldi sanırım. Dönemsel tehditlerin endişelerinden sıyrılmakla, kurucu tavırların zaten kalıcı olarak yan yana gelmesi beklenemezdi. İslamcılığın arayışlarla yola çıkışı derinlemesine bir ufuk üretemediği için yakın vadedeki birtakım kazanım vehimleri, siyasal ve düşünsel hatların oluşumunu engelledi diye düşünüyorum. Bir de elbette yerel ve küresel düzenin, karşılamadaki maharetini kayda geçirmek gerekir.  

ÜMİT AKTAŞ: Hikâyelerinden bahsedelim biraz. Yoksullar, madunlar, göçmenler, diptekiler, topraksızlaştırılan köylüler, HES’ler, el konulan yaylalar… Nasıl bir dünya beklemekte bizleri?

AHMET ÖRS: Yapabildiğim kadarıyla öykülerim az evvel de söylediğim vazife şuurunun yansımalarıdır, âcizane. Siyasal mücadele hattında var olan her muhatap iyi kötü sızmıştır öykülerin bir yerine, mutlaka oralarda bir yerlere tutunmuştur. Hayatın sûretleri diyorum, nasıl her gün haber metinlerinde, birebir tanıklıklarda karşımızda arz-ı endâm ediyorsa, benim öykülerimde de o şekilde dolaşıp duruyorlardır. Tabii, kendi öykümden fazlaca bahsetmiş oldum, affınıza sığınıyorum. İfsat ve ıslah cephelerinde pozisyon almış bir ân içinde isek eğer, bir bütün hâlinde duran insanlık olarak buradaki kapışmanın belirleyeceği bir gelecek uzanacak önümüzde. İfsat cephesinin çok çok güçlü olduğunu söylemeye bile gerek yok aslında ama Allah’ın gaybî yardım ve müdahalesinin nasıl tecelli edeceğini bilemeyiz. Hızla yıkıma sürüklenen, ekolojik ve sosyolojik yıkıma muhatap olan varlık alemini sözle, sanatla, duruşla savunmaya devam edeceğiz inşallah, tabii sonuç Rabbimize aittir.

ÜMİT AKTAŞ: Bir yandan da emek mücadelesi, 1 Mayıs’a katılım, sendika! İslamî çevrelerin katılmadığı, pek de tasvip etmedikleri bu görece sol alanda yer almaya seni iten/çeken nedir?

AHMET ÖRS: Sondan başlayarak cevaplamaya çalışırsak eğer, vurguladığınız alanlar, halkımızın İslami algısında sola ait bir yerde gibi duruyor, evet. Elbette solun bu husustaki emek ve mücadelesini bir kenarda tutarak konuşuyorum. Ezilenlerin yanında durmak, doğrudan Rabbimizin emridir. Ancak birtakım tarihsel önyargılar, insanlığın ortak acılarından konuşmayı, söz ve eylem üretmeyi engelliyor Müslümanlara. Bu doğru değil. Emek mücadelesini, 1 Mayıs, asgari ücret, HES ya da emperyalizm karşıtlığı gibi eylemleri; şirk düzenlerinin ve kapitalist saldırganlığın insanı köleleştirdiğini, mutlak kurtuluşun tevhid ve adalet zemininde gerçekleşeceğini beyan etmek için yürütüyoruz, diyebilirim.

Dolayısıyla, bu pencereden bakınca bu mücadele, bütünün içinde anlamlı bir yere oturuyor. Sterilize edilmiş ve söyleme sıkışmış İslami pozisyonların elden geçmesi gerekiyor. Hem egemenler hem ezilenler karşısında söz söylemek, hakikate davetle direniş aralığında sağlam bir konum almaya gayret etmek çabası bizi buraya çekti diyebiliriz. 

ÜMİT AKTAŞ: Ve Tasfiye… Yıllardır sürdürülmekte olan dopdolu bir dergi. Ayakta kalmanın hiç de kolay olmadığı günümüz şartları içerisinde hâlâ yazmak, yazılar bulmak… Nedir amaçladığın?

AHMET ÖRS: Tasfiye’nin, en azından kendi kişisel yolculuğumda oldukça özel bir yeri olduğunu söylemeliyim. Yine vazife bilincine bağlayacağım Tasfiye’nin vücut bulma gerekçesini, umarım anlaşılmama menfi bir tesiri olmaz bu tekrarın. Tasfiye’nin kendini “direnen edebiyat” olarak tanımlaması zaten bu duruşu açık ediyor. Edebiyat dergileri hakikaten çok uzun yaşamıyor, birkaçı ve sermaye grupları tarafından desteklenenleri hariç. Oldukça ilginç bir kare var, edebiyat dergilerinin bir araya getirilmesiyle çekilmiş bir fotoğraf karesi… Sanırım 2004-2005 gibi çekilmiş, çünkü orada bizim Tasfiye’nin ilk sayısı da var. İşte o karedeki dergilerden, baktım sadece 5-6 dergi bugün yayımlanmaya devam ediyor. Büyük bir kısmı kapanmış.

Tasfiye de bazı kesintilere uğradı, farklı nedenlerle ama yürüyüşünde ısrar ediyor. Her tür probleme rağmen, bu irade iyi bir şey. Evet, Tasfiye’nin çizgisinde olan edebiyat ve düşünce üretimi biraz azalmış durumda ülkede, eyvallah ama şartları, üretimi zorluyoruz. Allah razı olsun, siz de katkıda bulunuyorsunuz Tasfiye’ye. Kendi çizgimizde olabildiği kadarıyla düşünsel, sanatsal derinleşmeyi hedefliyoruz. Daha kurumsal bir seviyeye çıkmasını isterim Tasfiye’nin. Bunu başardığımızda önemli bir eşiği aşmış olacağız inşallah.

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER