Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Meşrutiyet devrinin ilk yıllarını eserleri doldurmuş birden çok sıfatı olan bir yazarımızdır. Gazeteci, hikâye ve roman yazarı, felsefeci, tarihçi velhasıl bütün alanlarda eser vermiş. Aynı zamanda bilgi birikiminden okurlarının da haberdar olmasını arzu eden velut bir şahsiyet.
Bu yazımızda bugün için pek fazla bilinmeyen Ahmet Mithat’ın bu romanın konusu, kahramanı ve kitapta bulunan bazı pasajlarla sizleri yüz yüze getirmek istiyoruz. Ancak bir şeyi hatırlatmadan geçemeyeceğiz. Yayınevi bu eserin orijinaline dokunmamış günümüz Türkçesine çevirme yerine sadece latinize etmiş ve bilinmediğini düşündüğü kelime ve tamlamaların manasını sayfaların altında örneğini aşağıda sunduğumuz şekliyle vermiştir.
Kitap özet olarak, zengin Arap bir tüccar olan Cafer Kerhi’nin oğlu olan Süleyman Muslî daha küçükken babasının yanında çalışan hırs sahibi ve istediklerini elde etmek için hiçbir kötülük yapmaktan çekinmeyen Osman Şemri adındaki babasının katilinden öcünü almak için Osman Şemri’nin entrikalarla yerine geçmeyi düşündüğü emire öldürtmesi daha sonra memleketinden uzaklaşarak Kudüs tarafına sefer yamak isteyen bir birliğe katılarak savaşırken Hıristiyan bir beldeye esir düşmesi, oradaki şövalye ve diğer Hıristiyan askeri birliklerini savaş hilesiyle birbirine düşürerek onları zayıflatıp Arap İslam birliklerini o köye çağırtması ve yenilmeleri ve o köyden sevdiği kız olan Mariya Konstanse’ yi kurtarmak için giriştiği mücadele ve kızın Alamut kalesine götürülmesi, kale hükümdarı olan Haşhaşilerin resinin, kızı vermek için Bizans imparatoriçesi Margerit’in kendisine getirilmesini istemesi çerçevesinde gelişen olayları aktarırken Ahmet Mithat Efendi’ nin roman içinde araya girerek Bizans entrikalarından, Alamut kalesinin hikâyesi ve Haşhaşilerin nasıl oluşuturulduklarını ve insanları yalancı cennet oluşturarak ne şekilde ölüm makineleri haline getirip suikastler düzenlettiği daha sonra ise Kürt beyleri ile ittifak kuran Süleyman Muslî’nin bu vahşete dur nasıl dediğini anlatır.
Kısacası Ahmet Mithat Efendi bu roman ve roman kahramanı Süleyman Muslî aracılığı ile 13 ve 14. yüzyıl Haçlı seferleri, Doğu ve Batı Roma’nın durumu ve romanımızda ilk olarak Batınilik’i anlatır.
( Bizim Süleyman Muslî bu aralık henüz dünyaya gelmemişti. Fakat va- esefa ki familyası için bu geliş makdem-i hayr olmadı.Zira pederi Cafer Kerhî bir büyük muamele-i ticariye için Bağdat’ a gitmeye lüzüm görüp Osman Şemrî ise icray-ı ma-fi’z zamir için bu sefer pek büyük bir fırsat ittihaz eylemişti. Artık efendisinin yanından ayrılmayacak mertebede takarrüp eylemiş olduğundan ikisi birlikte olarak Dicle Nehri’ nden Bağdat’ a doğru kelek ile akıp giderken gece vakti belinden hançeri çıkarıp tulumların en çoğunu delmiş ve derununda mahpus olan havanın selbini tahliye eylemiş olmasıyla Cafer Kerhî uykudayken gark-i lücce-i gadr û hıyanet oldu.
Makdem-i hayr : hayra başlangıç
Icray-ı ma-fi‘ iz zamir : gizli isteği yerine getirme
Takarrüp (-eyle): yakınlaşmak
gark-i lücce-i gadr û hıyanet: ihanet dalgalarında boğulmak
Avrpa-yı şimali ve vasati akvam-ı bedeviyesi Rum-ı Garbî İmparatorluğu üzerine yüklenerek nefs-i roma şehrine varıncaya kadar memaliki tamaıyla istila eyledikleri zaman kısm-ı garbinin ahvali âdeta tamamıyla düzeldi. Zira akvam-ı bedeviye yine bedeviyete mahsus olan hüsn-i ahlak ve mekârim-i ahlak ve mekârim-i evsaf ile gelip Roma‘ da birçok asırlardan beri istihsal edilmiş bulunan terakkiyat-ı medeniyeye sahip olmuş ve bedeviyet ve medeniyetin haiz olduğu iki türlü hasenetın ictimaından meydana pek güzel bir hüsn-i mürekkeb çıkmıştır.
Avrpa-yı şimali ve vasati akvam-ı bedeviyesi Rum-ı Garbî İmparatorluğu üzerine yüklenerek nefs-i roma şehrine varıncaya kadar memaliki tamaıyla istila eyledikleri zaman kısm-ı garbinin ahvali âdeta tamamıyla düzeldi. Zira akvam-ı bedeviye yine bedeviyete mahsus olan hüsn-i ahlak ve mekârim-i ahlak ve mekârim-i evsaf ile gelip Roma‘ da birçok asırlardan beri istihsal edilmiş bulunan terakkiyat-ı medeniyeye sahip olmuş ve bedeviyet ve medeniyetin haiz olduğu iki türlü hasenetın ictimaından meydana pek güzel bir hüsn-i mürekkeb çıkmıştır.
El-haletü hazihi İstanbul’a Anadolu’dan, Rumeli’den, Avrupa’dan, Asya’dan, Afrika‘ dan velhasıl dünyanın kıtaat-ı hamesesinden adamlar gelir.Bu sebebe mebnidir ki İstanbul’a nev-i beşerin sergi-i umumisi denilse becadır. İstanbul’ a her gelen adam bu şehr-i şehîre hayran olur kalı. Cümlesi dünyada bunun emsali bulunmadığına hümeder. Bunu seyahatnamelrine yazar, gazetelere derceder
Sevdalısını imparatorluk makamına kadar is’ad edebilmek için kocasına kasteden impatratoriçeler mi istersiniz? Kezalik müntehabını bu belalı mevkie çıkarmak için o mevkiin varisi kendi ciğerparesi evladını kurban eden imparatoriçe valideler mi istersiniz?