Ahmet Davutoğlu KARAR yazarları Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur’a konuştu: Hatalardan ders almayı bilen biriyim. Tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. Kişilere bağlı partiler kişilerle gider... Bunları yaşamış birisi olarak yeni bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim?
Elif Çakır: En baştan başlayalım isterseniz. Partinin ismi ve logosu nasıl belirlendi?
Biri Ankara'da üçü İstanbul'da faaliyet gösteren dört ajans ve bu konulara yatkın bir grup arkadaş oturduk ve şu zorlukla karşılaştık. Türk siyasetinde partiler çok kapatılıp açıldığı için tüketilmemiş kelime neredeyse yok. Özellikle de en çok parti kapatılan muhafazakar ve Kürt siyasetinde her şey denenmiş. Demokrasi diyorsunuz, birlik diyorsunuz, Adalet diyorsunuz daha önce kullanılmış. Logolar da semboller de aşınmış. Hilal gibi bir sembol o kadar kullanılmış ki. Sizin yeni bir hareket olduğunuz itibarını verecek bir sembol olma niteliğini kaybediyor. Ben de açıkçası parti sembollerinde milletin ortaklaşa kullandığı sembollerin kullanılması taraftarı değilim. Parti ayrıştıran bir şey. Tartıştık bir çok isim geldi. Bizim Parti, Bir Parti, Birlik Partisi, Demokrasi ve Reform Partisi. Gelen çalışmaları eleyip önemli bir kısmını kurucularımıza sorduk. Onlardan gelen tavsiye ve tercihler belirleyici oldu. İsimle ilgili son kararı parti kurulmadan önceki cumartesi günü verdik. Çok logo geçti önümüzden. Bu çınar ağacı yaprağı masaya ilk geldiğinde herkesin benimsediği bir logo oldu. Önce logoda mutabık kaldık. Yalın herhangi bir sembol istismarına dayanmayan bir simge. Gelecek adı da öyle. Gelen tepkiler de son derece olumlu oldu.
Yıldıray Oğur: Aslında siz konuşmalarınızda tarihe çok sık referanslar yapan, kadim, medeniyet gibi kelimeleri çok sık kullanan bir siyasetçisiniz. Parti adı olarak Gelecek kelimesinin seçilmesi sizinle ilgili bu imaja karşı bir kontrastlık için miydi acaba?
Ahmet Davutoğlu: Tarihe referansta bulunmak yanlış değildir. Bugün önemli entelektüel devlet adamları Avrupa’da, ABD 'de yada Rusya'da konuştuklarında mutlaka tarihe referanslarla konuşurlar. Bizde de bunu yanlış görmem. Nitekim tarihi referanslara bugünü ve geleceği daha derinlikli anlamak üzere müracaat ediyoruz. Bu çerçeveden baktığınızda benim tarih vurgularımla partimizin adının Gelecek olması arasında herhangi bir çelişki olmamakla beraber bir uyum ve devamlılık görürsünüz.
DEĞERLERE SAYGILI ÖZGÜRLÜKÇÜ PARTİ
Elif Çakır: Peki Gelecek Partisi siyaseten kendisini nerede konumlandırıyor? Türkiye'de neyi temsil edeceksiniz. Nerede duruyorsunuz. Hangi kesimleri hedefliyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: Bunu tek bir cümleyle ifade gerekirse. “Değerlere saygılı özgürlükçü bir partiyiz.” Yani özellikle özgürlükçü bir parti olduğumuzu vurguladık. Ve değerlere saygılı olduğumuzu buna bir sıfat olarak ekledik. Özgürlükçü bir muhafazakar partiyiz demedik. Özgürlüklere saygılı bir muhafazakar parti demedik. Özgürlükçü bir partiyiz. Değerlere saygılıyız. Bu değerleri de programda tanımladık. Bu değerler hem bu toplumun asırların tecrübesinden gelen birikimine dayalı toplumsal değerleridir. Hem cumhuriyetle birlikte gelen kazanımlar, Tanzimat’tan bu yana gelen hukuk ve demokrasi kazanımlarının oluşturduğu değerlerdir. Bütün bunları harmanlayan bir değerler zemini üzerinde bir özgürlükçü parti.
TEMEL MESELEMİZ HERKESE HİTAP EDEBİLEN, HERKESİ İÇİNE ALAN BİR DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Elif Çakır: Ama tabii siz sabah kalkıp yeni bir özgürlükçü parti kuralım diye ortaya çıkmadınız sonuçta. Siyasi partiler tarihine bakıldığında yeni bir partiyi doğuran bir konjonktür var. Adalet, özgürlük alanlarında sıkışmışlıklar, sorunlar var. Ak Parti’yle hesaplaşmak için mi kuruldu bu parti, Türkiye'de merkez sağ siyaset tıkandı bunun yolunu açmak için mi?
Ahmet Davutoğlu: Tabii sorunlara hitap ayrı, kendinizi nasıl tanımladığınız ayrı bir şey. Bizim kurduğumuz partinin şu anda en temel meselesi herkese hitap edebilen, herkesi içine alan bir demokrasi kültürünü ortaya çıkarmak. Bu olmadan başka bir şey yapmak mümkün değil. Türkiye'de hukuk problemi var ama hukuk ancak herkesin eşit olarak katılabildiği bir süreçle hayata geçirilebilir. Türkiye’de özgürlük meselesi var. O da herkesin kendisini içinde hissettiği bir süreçle sağlanabilir.
HERKES, HEPİMİZİN SINIRLARIMIZI GÖRDÜK
Türkiye'de her ideolojik kesim kendi limitlerini gördü. İktidarı tanıdı ve gördü. İslami kesim geldi teorik olarak söylediği şeyleri sınadı. Ve limitlerini gördü. Ben gördüm limitleri. İnsanları böyle iyi yetiştirelim, olmuyor. Sol kesim gördü limitlerini. Kürtler gördü limitlerini. Samimi bir milliyetçi salt Kürt karşıtlığıyla Türkiye’nin birliğinin sağlanamayacağını gördü. Kendisine aşırı güvenen ve diğer kesimlere mütekebbir bir şekilde tepeden bakan ve bir tek kendi doğrusunu dikte etmeye çalışan insanların Türkiye'ye yapabileceği hiçbir katkı yok artık. Dolayısıyla biz öyle bir siyasi hareket inşa edelim ki limitlerini, sınırlarını görebilecek erdeme sahip insanlardan bir topluluk oluşturalım.
Yıldıray Oğur: Peki oluşturabildiniz mi? Çünkü Kurucular Kurulu’na baktığımızda en azından kamuoyunun tanıdığı isimlerin çoğunun AK Parti kökenli olduğu görülüyor?
Ahmet Davutoğlu: Kurucular Kurulu’nu oluştururken bazı kriterler belirledik. Dürüst, saygın, temiz olsun. Yolsuzluklara bulaşmamış olsun. Bulunduğu camiada değer verilen biri olsun. Konusunun ehli olsun. Ayrıca, her kesimden insan olsun ama sadece kendi temsil ettiği kesimin doğrularına inanmış diğer kesimlere kapalı duran kimse olmasın dedik. Mesela bu hareket içerisinde geçmişinde Türk milliyetçiliği çizgisinden gelen isimler olabilir. Ama Türk milliyetçiliğini bütünüyle Kürt karşıtlığına oturtmuş biri Türkiye'ye katkı sunamaz. Bu hareket içinde geçmişte Kürt hareketi içerinde önemli yer edinmiş arkadaşlar olabilir. Ama şiddeti terörü haklı gösteren biri olamaz. Bu hareket içinde muhafazakar, İslami geçmişten gelen biri olabilir ama inancıyla herkesi rencide eden ve bu değerlere zarar veren biri olamaz. Bu hareket içinde seküler kesimden biri olabilir. Ama jakoben bir seküler olamaz. Bir tek kendini ahlaklı görüp herkese ahlak dersi verip, yolsuzluklara gözünü kapatan bir dindar da bu hareket içinde olamaz. Siyasi hareketin çerçevesi de burada şekillendi. Ve gerçekten gurur duyuyorum. Ak Parti’nin devamı mı değil mi sorusu bağlamında öyle bir heyet oluşturduk ki kimse bunu tek bir partiyle ilişkilendiremez. Tek bir partinin ismiyle sınırlayamaz. 16 kişilik başkanlık kurulunda AK Parti’de milletvekilliği veya il başkanlığı yapmış arkadaş sayısı 6. 16 bakanlığa karşılığı 16 kişilik bir kurul. Bu kurulda da Ak Parti’den gelen 3 veya 4 kişi var. Ben eski AK Partili mi değil mi diye bakmam, sadece ehliyet ve liyakate bakarım.
'İKİ KUTUPLULUKTAN DAHA TEHLİKELİSİ YOK'
Ahmet Taşgetiren: Kurucu kadro evet çok çeşitli ama toplum bir takım katmanlara bölünmüş durumda. AK Parti’nin ulaştığı alanlar var, CHP'nin, HDP'nin ulaştığı alanlar var. Bunların hepsi tanımlanmış alanlar bir anlamda. Siz tanımlanmamış bir siyasi hareket başlatıyorsunuz. Bu zorluk olarak gündeminize geldi mi, ne yaptınız?
Ahmet Davutoğlu: Türkiye'de siyasette soğuk bir savaş iklimi var. İki kutuplu bir soğuk savaş iklimi. Daha önce de söyledim biz bu iki kutupluluğu dağıtmaya ve soğuk savaş iklimini yok etmeye geleceğiz. Kastettiğim şuydu. Siyaset Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı şeklinde iki cepheye bölündü. Ben geçmişte bu cepheleşmeleri siyasi tarihimiz içinde okudum. 1950'lerin sonundaki Vatan Cephesi ve karşı cepheler arasındaki karşıtlığın nereye gittiğini biliyorum. 70'li yıllarda Milliyetçi Cephe ve karşısında cepheleşmelerin nereye getirdiğini iyi biliyoruz. İki partili sistemden değil, iki kutupluluktan bahsediyoruz. Türkiye gibi ülkelerde iki kutupluluktan daha tehlikeli bir husus yok. Çünkü o anda kimlikler üzerinden savaşılıyor ve kimlikler öne çıkar, vatandaşlığın ortak değeri ortaya çıkmaz. Dolayısıyla tam da bu dediğiniz tanımlanmış siyasi kalıpları yıkmak için yola çıkıyoruz. O tanımlanmış siyasi kalıpları yıkamazsak Kürt seçmenlerin HDP'ye, milliyetçi seçmenin MHP'ye veya İYİ Parti’ye, seküler seçmenin CHP'ye, muhafazakâr dindar seçmenin Ak Parti'ye mahkûm olduğu ve onların yanlışlarını göz ardı ederek siyasi tavır sergilediği bir tablo ortaya çıkıyor. Eğer biz başarılı olacaksak bir gün Alevilerin haklarını Sünniler, Kürtlerin haklarını Türkler, Türklerin kaygılarını Kürtler ifade etmeye başladığında bu parti başarılı olur. Artık şimdiye kadar hepimiz değişik toplum kesimlerinden gelmiştik, tanımlanmış yerlerden gelmiştik bundan sonra hepimiz Gelecek Partiliyiz. Sosyal medyayı takip ediyorum, bakıyorum iki arkadaş birbirinden farklı kanaat sergiliyor çok da rahatsız olmuyorum. Tamam sergilesinler ta ki parti programına sadık kalsınlar.
TEK ADAMIN YÖNETTİĞİ BİR PARTİNİN NASIL TÜKENDİĞİNİ YAŞAYARAK GÖRDÜM
Ahmet Taşgetiren: Partide çeşitlilik var ama partide lidere de ihtiyaç var. O dengeyi nasıl tutturacaksınız. Çünkü sizin baskın bir lider olduğunuz, partinin de kadro değil lider partisi olacağı hakkında kanaatler de var.
Ahmet Davutoğlu: Bu tür durumlarda uygulamalara bakılmalı. Parti kurulduktan bu yana takriben geçen bir aylık sürede en az 30 arkadaşımız parti adına ya da şahsi görüşlerini ifade etmişler. Ben hatalardan veya olumlu tecrübelerden ders almayı bilen biriyim. Ben tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm. Ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı’na şunu ifade ettim. “Efendim benim bir liderlik meselem yok, siz bu partiyi kurdunuz müsaade ederseniz bu partiyi kurumsallaştırırız. Ve bu parti öyle sağlam temele dayanıyor ki yüzlerce yıl da yaşayabilir. Ama kurumsallaştırmazsak yaşayamaz. Kişilere bağlı partiler kişilerle birlikte gider.” Bunu hem cumhurbaşkanına hem de partide birçok kez söyledim. Herkes de biliyordu benim en temel hedefim Ak Parti’yi kurumsallaştırmaktı. Şimdi bütün bunları yaşamış birisi olarak yeni kuracağım bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim? Şimdi bütün o birikim üzerinde iddiam ve tezim şu; ifrat ve tefritten kaçmak lazım. Şimdi biri şöyle derse hiç lider olmadan parti kurulsun bu bürokraside de iş hayatında da entelektüel hayatta da insan doğasına aykırı bir şeydir.
BİZ İNTİKAM PEŞİNDE OLACAK BİR PARTİ DEĞİLİZ
Elif Çakır: Ama parti kurulalı bir ay oldu. Çok farklı açıklamalar yapılıyor. Örneğin bir genel başkan yardımcınız “gerekirse devri sabık yaratırız” diyor. Kürt sorunuyla ilgili parti yöneticilerinden farklı sesler çıkıyor. Sanki net bir iskelet oluşmamış gibi görünüyor.
Ahmet Davutoğlu: Çok net bir tanım konsaydı bu sefer de Davutoğlu’nun ideolojisi belli denirdi. Herkes aynı şeyi tekrar etseydi zaten demiştik tek adam var, hepsi aynı şeyi söylüyor denirdi. Ben arkadaşlara şunu söyledim program artık belli, hepiniz bu programa imza attınız, artık konuşabilirsiniz. Her sayfasına imza atılıyor bu programın. Devri sabık tabirini benimsemediğimi ilgili arkadaşımıza da söyledim. Doğru bir tabir değil. Kastetmek istediğinizin bu olmadığını da biliyorum. Biz rövanşist bir parti değiliz, intikam peşinde olan bir parti değiliz. Orada kastedilen şey şu. Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler. Neden bunu söylemek ihtiyacı hissediliyor? Bize kurucu olan arkadaşlar işadamıysa maliye müfettişleri gidiyorsa, başka görevlerdeyse birtakım tehditler alıyorlarsa hatta bazı illerde bürokratlar birtakım işlemlerde bulunuyorsa.
Yıldıray Oğur: Örnek verebilir misiniz?
Ahmet Davutoğlu: Bize bilgiler geliyor. Birçok ilde gelip soruluyor siz şu partiyle birlikteymişsiniz dikkat edin diye. Bunlar söylendiği zaman hele bunlar devlet görevlileri tarafından söylenmişse ileride bu söyleyenlerin hukuk önünde sorumlu olacaklarının hatırlatılması lazım ki bu tekrar tekerrür etmesin. Talimatla yaptık demesin hiçbir bürokrat. İşler talimatla yapılmaz hukukla yapılır. Talimat o hukuk içindeyse işleme konur.
Bugün Şehir Üniversitesi olayı da dahil olmak üzere yapılan hukuksuz işlemler mutlaka bir gün hukuk tarafından tekrar ele alınılacaktır. Yoksa devri sabık gibi bir niyetimiz düşüncemiz söz konusu olamaz. Hiçbir zaman da rövanş ya da hissi bir tavır içerisinde olamayız. Hukuk his kaldırmaz.
VAKTİYLE TAYYİP BEY'E 'MUHTAR BİLE OLAMAZ' NAZARIYLA BAŞLIK ATANLAR GELECEK PARTİSİ HEYECAN UYANDIRMADI DİYE YAZIYOR
Elif Çakır: Bu şartlarda teşkilatlanmak zor olmuyor mu?
Ahmet Davutoğlu: Valla size samimiyetle bir şey söyleyeyim ben de bu kadar önemli bir psikolojik şiddet olduğunu hissetmiyordum. Son bir ayda bize gelip tebrik edenlerin önemli bir kısmı “siz ve ekibinizin göstermiş olduğu cesaret dolayısıyla tebrik ederim” diyor. Bir parti kurmanın cesaret gerektiren bir iş olduğu düşüncesinin kendisi bile utanılacak bir şeydir. Baskılar var ama beni mutlu eden bütün bu baskılara rağmen 152 kişilik çok kapsayıcı bir heyet ortaya çıktı. Bütün bu baskılara rağmen parti kuruluşunun hemen sonrasında iki hafta içinde 12 il başkanımızı tayin ettik. Bütün bu baskılara rağmen 10 binlerce kişi üyelik için başvurdu. Ve hala başvurular devam ediyor. Üstelik daha araziye çıkmadık bile. Haziran ayına kadar 81 ilde teşkilatlanmamızı tamamlayacağız. Bazılarını şimdi görüyorum ve tebessüm ediyorum. Vaktinde Tayyip Bey’e “muhtar bile olamaz” nazarıyla başlık atan gazetelerin bugünkü köşe sahipleri Gelecek Partisi heyecan uyandırmadı diye yazıyorlar. Görmek istediklerini görmeye çalışıyorlar. Hiçbir alan tecrübeleri yok.
Yıldıray Oğur: Gazetecilerden bahsetmişken, sağolun röportaj talebimizi kabul ettiniz ama sizi medyada pek göremiyoruz. Televizyon tartışmalarında sizden sık sık bahsediliyor ama siz veya partinizden kimse yok. Sansür mü uygulanıyor, siz mi çıkmıyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: İki kere ikinin dört olduğunu veya İstanbul’un bir tarihi yarımada olduğunu söylemek için ispata gerek yok. Haritaya baktığınızda görürsünüz. Parti kurulmadan önce de böyleydi. Son 3,5 yıldır Suriye ile ilgili ya da diğer konularda her türlü şey söylendi. Bir kişinin aklına da çağıralım gerçek muhatabına soralım gelmedi. Parti kuruldu bir aydır hiçbir ana akım medyada adımız geçmiyor. Saatlerce Gelecek Partisi’ni tartışıyorlar bir tane parti üyesini davet etmeye cesaret edemiyorlar. O gün parti kuruldu önemsiz magazin haberleri bile yer buldu haberlerde, birkaç kanal dışında parti kurulduğu haber bile olmadı. Ama sosyal medyada benim konuşmam 48 saat içinde kaç milyon kez izleniyor. Bu bir anormallik. Çok açık bir şey söyleyeyim 27 Mayıs’tan sonra Demokrat Parti’nin devamı olan siyasi hareketler çok daha kolay zamanda örgütlenebildiler. Adalet Partisi’nin, Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluşuna bakın. Yassıada’da idamlar gerçekleştirilirken partiler kuruldu. 12 Eylül'den sonra Doğru Yol Partisi kurulurken siyasi yasaklar vardı. Ama “bir bilen” adıyla basın Demirel'den nakille görüşlerini yazıyordu. Demirel'in ne düşündüğü biliniyordu. Ecevit'in ne düşündüğü biliniyordu. Dolayısıyla, bize yönelik baskı ve karartmalar bizi yıldırmadığı gibi, toplumla buluşmamıza da engel olmayacak.
Ahmet Taşgetiren: Şu konuşuluyor, derin bir yapı Ak Parti’yi belli bir istikamete sürükledi. Başlangıçtaki rotasından şaşırttı, bugün Cumhur İttifakı denen yapıya getirdi deniyor. Sizin böyle bir derin yapı konusunda kanaatiniz var mı?
Ahmet Davutoğlu: Birileri Ak Parti’nin, Türk demokrasisini restore eden bir hareket olmaktan çıkararak Türkiye'de özgürlükleri kısıtlayan 90'lı yılların siyaset mantığını geri getiren bir yapı haline dönüşmesini arzu etti. Ve bunda FETÖ'cü unsurları da kullandı, Pelikan unsurlarını da. Anlaştıkları şey, Ak Parti’nin otoriter bir yere evrilmesiydi. Bizim böyle bir dizayna engel olduğumuz görüldü. Bundan kim rahatsız oluyordu? Ak Parti’nin 90’lı yıllara dönmesini isteyen statükocu çevreler. 90'lı yılların siyasetini geri getirmeye çalışan malum çevreler, Ak Parti üzerinden zenginleşen bazı çıkar çevreleri ve Ak Parti’yi bir aile mirası olarak görenler uzlaştılar. Şu anda da o uzlaşma devam ediyor. O uzlaşma içinde Ak Parti, milletin sesi olmaktan, milletle bütünleşen bir hareket olmaktan çıkarılıp Türkiye’de ekonomik ve siyasi olarak statükocu bir elitin biraz da beka kavramı üzerinden his istismarına dayalı olarak kendi iktidarlarını sürdürmelerinin aracı haline dönüştürülmek istendi. Manifesto bu dönüşüme karşı Ak Parti’ye bir reçete idi aslında. Ve bütün iyi niyetimizle o reçetenin muhatap bulmasını bekledik aylarca.
Elif Çakır: Mevcut düzen sorgulaması yapıyorsunuz ama sanki bu eleştirilerin bir öznesi yok gibi. Bugün yaşananların direk sorumlusu kim?
Ahmet Davutoğlu: Aksine ben hep özneyi koydum. Ayrıca illa başına bir şey koymak istediğinizde ben özneyi sakladığımız kanaatinde değilim. Elazığ'da yaptığım konuşmada, aile-deprem analojisi üzerinden bina analojisi üzerinden çok açık bir şekilde söyledim. Bu konuda mütereddit bir dil kullanmadık.
'MESELE, HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SESSİZ KALINMASI'
Elif Çakır: Bu dönemin şartlarını siz geçmişle mukayese ettiniz. 27 mayıs, 12 Eylül örneklerini verdiniz. Bazen de “28 Şubat'ta bile bu kadar değildi” deniliyor. Siz bu mukayeseye katılıyor musunuz?
Ahmet Davutoğlu: Ben hiçbir kötülüğün başka bir kötülükle meşru kılınamayacağı kanaatindeyim. Yani bugün basın özgürlüğü, şu özgürlükler kısıtlandı, 28 Şubat daha iyiydi diyerek 28 Şubat mazur gösterilemez. Ama 28 Şubat'ta da kısıtlandı diyerek de bugünkü durum mazur gösterilemez. Bizim kötülükleri mukayese ederek birini meşru kılmaya hakkımız yok. Doğru da değil. Buradan bir yere gidemeyiz. 28 Şubat insanlık suçlarının işlendiği kara bir dönemdir. Ama Şehir Üniversitesi gibi bir üniversite 28 Şubat'ta kapatılamazdı. Kapatılsa bütün kitleler ayağa kalkardı. Şimdiki mesele sadece haksızlıklar yapılması değil, haksızlıklar karşısında sessiz kalınması. 28 Şubat’ta sesini yükselten kitleler benzer uygulamalara şimdi sessiz kalıyorlarsa problem bir hukuk problemi değil, vicdan problemi haline gelir. Ben hicap duyuyorum . 28 Şubat'ı yaşamış insanların bugün bu sıkıntıların yaşandığı bu dönemde görev yürütüyor olmalarından ve sessiz kalıyor olmalarından hicap duyuyorum.
NE KADAR ŞEFFAFLIK O KADAR DEMOKRASİ
Yıldıray Oğur: Partiyle ilgili son bir soru daha sorup diğer meselelere geçelim. Şimdi partinin Genel Merkezi kuruluyor, teşkilatları açılıyor. Parti kurmak masraflı bir şey. Siz siyasetin finansmanıyla ilgili yasa çıkarmaya çalışmıştınız 2015’de. Biz de size soralım; Nereden geliyor bu partinin parası?
Ahmet Davutoğlu: Doğru ve önemli bir soru bu. Ben biraz da bunları öngörerek başbakanlık dönemimde siyasetin finansmanıyla ilgili bir yasa getirmiştim. Herkes şeffaf bir şekilde bilmeli ve bir partiye destek olan da o partiye destek olduğu için herhangi bir hukuki müdahaleye maruz kalmamalı. Net olmalı, netleşirse mesele kalmaz. Bir kişi destek verdi bir partiye finansal olarak ya korkuyor bu desteğim bilinirse deyip desteğini başka yollardan vermeye çalışıyor, verip görünmek istemiyor. Bazen de iktidar ümidi gördüğünde herkes o partiye destek olmak istiyor ki iktidara geldikten sonra oradan nemalanayım. Ne kadar şeffaflık o kadar demokrasi. Bütün tecrübelerim üzerine siyasette en önemli kavram şeffaflık diyebilirim. Ama öyle bir konjonktürden geçiyoruz ki destek verenler bilindiğinde baskı altına alınıyor. Hukukileşmemiş. Bu durumun açıkçası bir de şu boyutu var ben büyük paralarla kurulan partilerin yaşadığına hiç şahit olmadım. Türkiye’de büyük iş adamlarının kurduğu partiler yaşayamadı. Yüreği ve zihni olgunlaşmamış kişilerin parayla kurduğu partiler bir müddet sonra çıkar partisine dönüşür. Buna mukabil hiçbir kaynak olmadan yola çıkan Erbakan hocanın Nizam Partisi köydeki insanların ufak ufak imkanlarıyla yola çıktı, 30 yıl sonra Başbakanlığa geldi. Bir gelenek oluştu. Şu anda il teşkilatlarımız her ilde kendi teşkilatlarını kendi kaynaklarıyla kuruyor. Genel merkez tadilat görüyor mobilyalar bir yerden alınıyor. Ne kadar çok sayıda insan küçük küçük miktarlarla anonim katkılar yaparsa ve bu katkı ne kadar anonimleşirse parti o kadar özgürleşir. Maddi zorluklar bizi engellememeli. Çünkü biliyorum geçmişte böyle maddi sıkıntılar içinden gelip partiler Türkiye’de çok ciddi işler yaptı. Hazıra konmuş partiler ise bir başarı sağlayamadı.
SİYASİ RAKİPLERİMLE SİYASAL ALANDA MÜCADELE EDERİM
Elif Çakır: Şimdi siz işte parti kurulduktan sonra parti yetkili kurullarındaki arkadaşlarınızla 30 yakın açıklama olduğunu söylediniz. Mesela Selahattin Demirtaş biliyorsunuz HDP eşbaşkanıydı, tutuklu, bir kitap yazdı, kitap tiyatroya uyarlandı ve partinizden bir tepki geldi. En nihayetinde yayınlanan bir kitap ve oynanan da bir oyun. Siz de bir akademisyensiniz. Bu tepkiyi yadırgamadınız mı? Tuhaf bulmadınız mı?
Ahmet Davutoğlu: Selahattin Demirtaş ve başka hususlarda benim tutumum da partinin tutumu da açık olarak programa yansımıştır. Nedir bu aşikar olan şey önce onu belirtelim. Daha tamamlanmamış hukuki süreçler söz konusuysa hukuka müdahale konusunda hiçbir açıklama yapmadım. İkincisi tutuklu yargılanmaya esastan karşı çıktım. Bunun muhatabı kim olursa olsun Başbakanlığım döneminde de tutuklu yargılanmalar geri dönülemez insan hakkı ihlallerine yol açıyor diye açıklamalar yaptım. Tutuklu yargılama hangi durumlarda olur; kaçma riski varsa, delilleri tahrif etme riski varsa, çok istisnai hallerde uygulanır. İlkeleri koyarsak, Demirtaş veya başkası hangi vatandaş içine giriyorsa onun için de geçerlidir. Dolayısıyla kim olursa olsun hukuka intikal eden bir konuda kesin hüküm ifade eden cümleler kurmam. Kim olursa olsun bu tutuklu yargılanmaya müsamaha göstermem, tutuklamayı kabul etmem. Kim olursa olsun, kimsenin siyasi görüşleri dolayısıyla muhasara altına alınmasını kabul etmem. Şimdi Demirtaş’ın meselesine baktığım zamanda da nihai hükmün verilmediği bir süreç var. Ve tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim dediğim gibi benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur. AİHM kararı da var.
Siyasi meseleye geldiğimizde, siyasi rakiplerimle siyasal alanda mücadele etmeyi hep tercih etmişimdir. Demirtaş’la ilgili çok şey söyleriz, siyasi olarak eleştiririz. Ki bende geçmişte çok eleştirdim. 6-8 ekim olayları hakkında da eleştirdim. 7 haziran sonrasında PKK “çatışmasızlık dönemi bitti” dediği zaman, PKK silahlı direnişe çağrı yaptığında buna karşı HDP'nin tutum almamasını eleştirdim.
Ama buna rağmen 7 hazirandan sonra HDP' ye giderek, ilk defa bütün parti liderleriyle görüşürken HDP lideri olarak eşbaşkan ve heyetiyle yerinde görüştüm. Bizim siyasi tarihte bir ilktir. Bütün bu çerçevede bakarım bu olaya. Dokunulmazlıkların kalkması sürecinde ise Nisan Mayıs aylarında çünkü kamu düzenini yok eden 6-8 Ekim de olduğu gibi ve en çok da bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın haklarını ihlal eden çukur barikatlara karşı bir terörle mücadele yürütüyorduk. O zaman çıkıp açık şekilde kendim için kaldırmadığım dokunulmazlığı başka siyasiler için kaldırmam dedim ve dokunulmazlıkların bütün siyasilere teşmil edilebilecek şekilde genişletilmesini sağladım. Yani kendi dokunulmazlığımı kaldırmadan Başbakan olarak Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına izin vermedim. Benim de kalktı dokunulmazlığım o anda. O anda gerek Ak Parti içerisindeki genel hava, gerek toplumdaki genel hava sadece HDP'li siyasilerin dokunulmazlığının kaldırılması yönünde olduğundan bunu yapmadım. Bunu şunun için söylüyorum siyasi mücadele siyasi alandan yürür. Siyasi alandaki aktörlere saygıysa o aktörlerle görüş ayrılığı içinde olsam bile o aktörlere oy veren kim olursa olsun onlara o vatandaşlara saygı duyarım. Bu HDP için de geçerlidir, bu Vatan Partisi için de geçerlidir. Son dönemde bana en ağır hakaretlerle saldıran iki üç kesim var. Doğu Perinçek’in partisinden sert eleştiriler geliyor, HDP’den geliyor. MHP ile de ihtilaflarımız oldu. Onların siyasal haklarını savunmak da benim görevim. Ve bu onlarla ihtilaf etsem bile onlara oy veren vatandaşlara saygımın bir gereği olarak haklarını savunurum. Bütün bunları şunun için söylüyorum ister Demirtaş olsun, ister kim olursa olsun bu ilkeler onlar için geçerlidir. Bu bağlamda tutuklu yargılamaya zaten esastan karşı olduğum için ve siyasi mücadelenin siyasal alanda olması gerektiğini düşündüğüm için Demirtaş’ın tutuklu olmasına ne ben ne partim bu çerçevede onay vermez yani olumlu görmez.
BİZİM PARTİMİZDE KİTAP KARŞITI BİR TUTUM OLMAZ. KİM TARAFINDAN VE NİÇİN YAZILMIŞ OLURSA OLSUN
Ama bunları kabul etmek Demirtaş’ın yanlış yaptığı işleri de mazur göstermeyi gerektirmez. Bütün o hendekler çukurlar kazılıp bölgedeki vatandaşlarımızın en temel hakları ihlal edilirken bunlara karşı tutum alamayan HDP yöneticilerinin de özeleştiri yapması lazım. Siyasetin hukuk tarafından ipotek altına alınmasını haklı olarak eleştiriyorsak, siyasetin örgüt tarafından ipotek altına alınmasını da eleştirmemiz lazım. Biz zaten eleştiririz de asıl HDP’nin bunu sorunsallaştırması lazım.
Siyaseti özgürleştirmemiz lazım, hukuki baskılardan da özgürleştirmemiz lazım siyaset dışı örgütlerin baskılarından da özgürleştirmemiz lazım. Bu noktadaki tutumumuz açık; hukuki zemini içinde tutumumuz açıktır. Sayın Temurci’nin açıklamasına geldiğimizde, orada bütünü inceledim vatandaşlarımızın hukuku çerçevesi çizildikten sonra böyle bir özeleştiri çağrısı var. Bu çerçevede kendi aramızda değerlendirdik, değerlendirmeye devam edeceğiz. Bizim tutumumuz da son derece açıktır ve gerektiğinde bu konuda partimiz veya ilgili parti temsilcileri gerekli açıklamaları yapar. Özetle hukuk siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanılmamalı, siyasi aktörler siyasi çerçevede düşüncelerini ifade edebilmeli ama siyasi aktörler aynı zamanda kendileriyle terör örgütleri arasında net bir çizgi ortaya koymalıdır. Selim bey de zaten bunları vurguluyor. HDP’nin de, Demirtaş’ın da o çizgiyi net bir şekilde ortaya koyması lazım artık.
Yıldıray Oğur: Siz hendek teröründen bahsettiniz. Sizin başbakanlığınız döneminin en kritik olaylarından biri şüphesiz PKK’nın başlattığı özerklik ilanları ve hendek terörüydü. PKK’nın oradaki günahları malumumuz. Fakat o dönemde devletin bu hendeklerle mücadele ederken insan hakları ihlalleri yaptığı sivil ölümlerine sebep olduğu, şehirleri bombaladığı yönünde eleştiriler de var. Siz de bu dönemle ilgili eleştiriliyorsunuz, bildiklerinizi tam olarak açıklamadığınız söyleniyor. Bugünden geçmişe baktığınızda hendek olayları sırasında devlet şurada yanlış yaptı dediğiniz bir şey var mı? O dönemle ilgili bilip açıklamadığınız bir şey var mı?
Ahmet Taşgetiren: En sonra Sırrı Süreyya Önder, o dönemde HDP’lilerle telefonla görüşmeler yaptığınızı, o telefonlar açıklanırsa gerçeklerin gün yüzüne çıkacağını söyledi.
Ahmet Davutoğlu: Benim Sakarya konuşmam üzerine başlayan bir tartışmaydı. Orada açıklığa kavuşturmuştum ama bir daha açıklığa kavuşturayım. Sakarya konuşmasında söylediğim 7 haziran 1 kasım arasında yaşananlar konuşursak bazıları insan yüzüne bakamaz. Hangi bağlamda söyledim bunu. Kayyum atamaları oldu seçimden hemen sonra, ben de bu kayyum atamalarını eleştirdim. Ve dedim ki eğer bu insanlar suçlu idilerse seçime sokulmamalıydılar. Eğer seçime sokuldularsa ve yeni bir suç işlemişlerse önce hukuka gönderilmeliler. Yok hukuka gönderilmiş ve ceza almışlarsa belediye içerisinden bir seçim olmalı. Yoksa Türkiye’de seçimin bir mantığı kalmaz. Bunun üzerine MHP'den Ak Parti’den benim aleyhime açıklamalar geldi. Teröre destek olduğum yönünde. Benim o konuşmada cevabım onlaraydı ve orada söyledim terörle mücadele yürütülürken, 30’a yakın şehidimizin defin merasimleri sürerken benim arkamdan kongre oyunları yapanlar dedim Ak Parti yetkililerini ve tam bu terörle mücadele yürütülürken hükümet kurmamı engellemek için her türlü çabayı gösteren MHP'lileri kastettiğimi söyledim. Bir kere o parantezi orada kapatmak lazım.
Başka gizli saklı bir şeyi ifşa etmek diye bir ifade de kullanmadım. Tehdit nazarıyla hiç kullanmadım. Gelecek Partisi’nin programında özgürlük ve güvenlik dengesi var. Bu benim akademik hayatımda da kullandığım bir kavram. Demokrasi özgürlükler ile güvenliğin denge içinde yaşandığı bir rejimdir. Otoriter rejimler şunu söyler. Özgürlükleri güvenlik adına erteleyebilirsiniz, yok edebilirsiniz. Terör örgütleri de her türlü güvenlik tedbirini özgürlükleri kısıtlayan bir şey olarak göstererek kamu düzenini değiştirmek isterler. Kaosla otoriter rejimler arasındaki dengeyi ve demokratik düzeni bu yolla sağlarsınız. 28 Ağustos’ta Başbakan olduğumda 1 ay sonra 6-8 ekim olayları patlak verdi. Sanki çözüm sürecini ben gerçekleştirdim de terörle mücadeleyi sayın Cumhurbaşkanı yürüttü gibi bir hava üretiliyor. Ak Parti çözüm sürecini kötülemek istediğinde Davutoğlu onu yapmış oluyor, HDP terörle mücadelede birilerini eleştirmek istediğinde Erdoğan yerine bana saldırıyor. Oysa çözüm süreci nasıl bir gereklilik idiyse, terörle mücadele de bir gereklilikti. Ben çözüm sürecini de terörle mücadeleyi de gerekli ve yararlı safhalar olarak yürüttüm, bundan da gocunmam.
Üç senedir ben siyasi iklimde yokum ama HDP’nin açıklamalarına bakın Demirtaş’ın duruşmalarda yaptığı açıklamalara bakın ilk sırada saldırdığı kişi benim. Temurci’nin açıklama yaptığı günden bir gün önce Sırrı Süreyya Önder’in benimle ilgili yaptığı açılamaya bakın. Bu açıklamalar, nezaketsiz olduğu kadar, yanlış olgu ve algılara da dayanıyor. Yakışıksız, çirkin kişisel ithamlar siyasilere yakışmaz.
Şimdi onlar bu bütün açıklamaları yapmakta serbest, birisi onlara eleştiri yönettiğinde ise dokunulmazlıkları var, bu olmaz. Demirtaş’ın tutuksuz yargılanmasını savunuruz fakat Demirtaş dokunulmazlık sahibi değil eleştirilir. HDP de eleştirilir. Bizi en ağır şekilde eleştirenlerin eleştiriye de açık olmaları lazım.
Sayın Cumhurbaşkanı bana başbakanlığı devrederken yani kongrede iki emanetim var dedi. Emanetlerinden birisi FETÖ ile mücadeleydi. İkincisi çözüm süreciydi. Ne olursa olsun çözüm sürecini terk etmeyin dedi. Ve emanetçi başbakan istemiyorum dedi. Şimdi bu parametreler açısından bakıldığında 1 Ekim’de başbakanlığı devralmışsınız çözüm sürecini devam ettireceksiniz. FETÖ ile mücadele zaten devam edecek. Ve düzeni de koruyacaksınız. 1 Ekim’de Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim. Bu ilk defa olan bir şeydi. Ve aynı gün Tayyip bey döneminde çözüm sürecini yasalaştıran paketi Meclis’te kabul ettik. Çözüm sürecinin bir legal zemini vardı ve yürüyordu. Bu Cumhurbaşkanı’ndan bana intikal eden bir şeydi yeni bir durum değildi. 1 ekimde görüşme yaptık. Çözüm sürecinin gereği olarak PKK’nın silahları bırakması ve sizin de terörle aranıza bir mesafe koymanız gerekir diye olumlu bir görüşmeydi. Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim diye eleştirildim. Legal bir partiyi Başbakanlık’ta kabul ederim dedim. Bu kadar da açık şekilde iyi niyetimi gösterdim. Bunu konuştuktan ve çözüm süreci yasalaştıktan sonra 6 ekimde Suriye’deki olaylar bahane edilerek Türkiye’nin şehirleri kana, ateşe boğuldu, insanlar hayatını kaybetti. O telefon görüşmesi o zaman yapıldı. Sayın Demirtaş’a telefonda bu konuda insanları tahrik eden konuşmalardan kaçının dedim. Öyle bir zaaf ortaya çıktı ki sanki Türkiye’nin belli bir bölgesinde kamu otoritesi devletin elinde değilmiş gibi gösterildi. Bunun sorumlusu ben miyim tabii ki hükümet üyesi olarak başkasının üstüne atmam. Ama çözüm sürecinin kamu düzeni aleyhine bozulduğu bir dönemi devralmıştık. Onun üstüne ilgili kamu güvenlik birimlerini topladık söyledim de çözüm sürecine şans vereceğiz. Sonuna kadar şans vereceğiz.
Ahmet Taşgetiren: Ne dedi sizin uyarınız karşısında Demirtaş?
Ahmet Davutoğlu: Efendim şimdi operasyonu durdurun. Öyle bir talep olur mu? Orada Batman alevler içerinde, kameralardan ben görüyorum. Ve kurban bayramında yapılıyor bu. Şimdi onların bu eylemleri yapma hakkı var, şehirleri kana ateşe boğma hakkı var, devletin kamu düzenini korumak için tedbir almak için hakkı yok öyle mi? Bu gelişmelerden sonra bütün güvenlik birimleri ve çözüm sürecini yürüten arkadaşlarla oturduk dedim ki 2015 Martına kadar çözüm sürecine sahip çıkacağız. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağız ama mart ayında silahları bırakmaları şartıyla. Artık bu silahsızlanma yani ta 2013’de verilen bir sözdü eğer çözüm süreci başarıya ulaşmaz ve bu terör eylemlerine benzer 6-8 Ekim olaylarına benzer olaylar yaşanır ve vatanımızın bir köşesinde şehirler ateşe kana bulanırsa bir daha böyle bir kamu düzeni zaafı görmek istemiyorum. Gerekeni yapacaksınız ve hazır olacaksınız. Bu talimatı verdim.
Ahmet Taşgetiren: Dolmabahçe’de bir mutabakat zemini oluşmuştu halbuki.
Ahmet Davutoğlu: Orada silahların bırakılacağına dair bir taahhüt var. Çünkü 2013’de Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak süreci başlattığında Martta biliyorsunuz Öcalan’ın bir mektubu okunmuştu Diyarbakır’da. Ve haziran ayında silahları bırakacaklardı. Türkiye’yi terk edeceklerdi. Bunu yapmadılar. Bunun yapılmasını engelleyen 2013'tür. O anlamda kritik bir yıldır. DEAŞ'in ortaya çıkışı, Mısır darbesi, Türkiye’de gezi olayları, arkasında da 17-25 Aralık olaylarıyla bölgenin ve Türkiye’nin bütün denklemi değişti.
7 Haziran’da seçime giderken seçimin demokratik şartlarda yapılabilmesi için çok mücadele verdik. Gittiğim bütün şehirlerde ortaya çıkan kamu zaaflarını da gördüm ve gerekli talimatları verdim. Bir takım illegal mahkemeler kurulacak, bu illegal mahkemelere insanlar götürülecek hesaba çekilecek, devletin mahkemeleri devre dışı bırakılacak. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde müsamaha gösterilmez. 7 Haziran sonrasında ise açık söyleyeyim HDP kanadında tam bir küstahlık hâkim oldu. Nasıl olsa Ak Parti’nin Meclis’te çoğunluğu yok. Kırılgan bir yapıdalar diye. Arka arkaya gelenlere bakın. 11 Temmuz’da PKK açıklaması var, çatışmasızlık dönemi bitmiştir diye. 13 Temmuz’da halkı direnişe çağıran açıklamaları var. Ve HDP bunlara karşı birşey söylemiyor, bu terör çağrılarıyla arasına mesafe koymuyor. Yine de 15 Temmuz’da ben HDP’yi ziyaret ettim. CHP ve MHP’yi ziyaret ettiğim gibi. Ve orada da kendilerine söyledim bakın bu gidiş gidiş değil. Eğer bu hükümetin çoğunluğu yok dolayısıyla biz istediğimizi yaparız diye düşünüyorsanız 6-8 Ekim olayları gibi şeyler yaşatmayı düşünüyorsanız bakın ben bir dakika bile bu ülkede başbakanlık yaparsam onun hakkını veririm ve bir daha bu ülkede kamu düzeninin bozulmasına izin vermem dedim kendilerine. Baktım ki HDP’de istediğimizi yaparız havası var. 15 Temmuz’da bunu konuştuk. 20 Temmuz’da Suruç saldırısı oldu, 21 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerimiz şehit edildi PKK tarafından. 22 Temmuz’da DEAŞ bir askerimizi şehit etti sınırda. 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin şehit edilmesi sonrasında o tarihte terörle mücadele talimatı verdik. Ve o mücadeleye katılan herkes bilir ki talimatım açıktı: Demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim.