Geçtiğimiz hafta Türkiye, iktidara yakın hatta doğrudan destekçisi olan bir televizyon kanalının gündüz kuşağında evli bir kadın ve yaşananlar üzerinden ortalığa saçılan haberlerle çalkalandı. Yayının detaylarına girmeyeceğim. Ancak bu haberle birlikte “duy ve unut” denilebilecek ne kadar kirli ilişkiler varsa, bütün ayrıntılarına kadar herkesin önüne konuldu. Aile kurumunun temeline bir saldırı anlamını taşıyan bu kişilerin yaşadıkları olaylar, sıradanmış gibi takdim edildi. Hatta dün suyu üfleyerek içenler, bu yayının gazetecilik faaliyeti olarak meşru kabul edilmesi gerektiğini bile söylediler. Yapılan eleştirileri iktidara saldırı gibi gösterip, televizyon kanalının bağlı bulunduğu grubun “milli ve yerli tavrından” dolayı bu eleştirilere maruz kaldığını öne sürdüler. Ne alakası varsa konuyu siyasi kamplaşma için yeni bir alana dönüştürdüler. Bakınız, özellikle bu dönemde toplum ahlaki ve manevi değerler açısından derin yozlaşmalarla karşı karşıya kalmış durumda. Üzülerek ifade edelim ki, bu açılardan travmatik bir döneme girdik. Tehlike çanları kulakları sağır edercesine çalmaya başladı. Bu süreci bir an önce siyasi kimliklerimizden bağımsız bir şekilde masaya yatıramazsak yarın çok geç olabilir.
Diğer taraftan malumunuz psikiyatri ve özelde psikanaliz temelde bireyin yaşadıklarını itiraf etmesine dayanmaktadır. Bundan böyle artık post-itiraf diyebileceğimiz bir döneme giriyoruz. İnsanlar geçmişlerindeki iyi ama çoğu zaman kötü, berbat, korkunç özellikleri hatırlayıp bugüne ve geleceklerine yön vermeye çalışıyorlar. Diğer taraftan iktidar ise eski kötü günleri hatırlatıp halkı korkutmaya çalışıyor. Bununla birlikte bu iktidar artık birçok konuda irade sahibi de değil. Tek hedefleri var, o da işbaşında kalabilmek. Konuların, tartışılan gündemlerin doğru veya yanlışlığına değil, iktidarın devamına yarayıp yaramayacağına bakılıyor. İşte tam da burası kısır bir döngüdür. Bu noktaya gelip de işbaşında kalabilen bir iktidar da yoktur. Hâl böyleyken iktidar hâlâ “tehlikenin farkında mısınız” söylemini dile getirip herkesi arkasında kendisini desteklemeye çağırıyor. Ancak tek amacı iktidarda kalmak olan bir yapı, asıl sorunları görmezden gelir ve bunları duymamak için kulaklarını kapatırsa, ne yaparsa yapsın hedeflerine ulaşamayacak ve başarılı olamayacaktır.
Bunun yanında objektif bir bakış açısına sahip herkes kabul edecektir ki, şu anda bütün değerlerimize karşı çok çeşitli saldırılar yapılıyor. Bu saldırılarla mücadele için Türk toplumunu iyi anlayıp, analiz edebilmek için daha fazla sosyal psikiyatri araştırmaları yapılması lazım. Toplumun genel olarak toplumsal hafızasını yanlış anlaşılmalar, daha doğrusu yanlış yönlendirme ve algılardan temizleyip geleceğe dair güvenli bir bakış açısı kazandırılması için uğraşmamız gerekir. Manevi ve ahlaki açıdan dejenerasyona tabi tutulan halk diğer taraftan, kimi bakanların son dönemdeki halkı aşağılama seviyesindeki umursamaz tavırlarıyla beraber ülkeye, devlete karşı olan güven duygusunu da sorgulamaya başlıyor.
Takip edenler bilir, son dönemin popüler dizilerinde bireyler kendi geçmişleriyle yüzleşmeye çalışıyorlar. Bu dizilerdeki karakterler geçmişlerinden gelen dışlanmışlık, aşağılanmışlık ve marjinalleştirilme travmalarını atlatmayı hedefliyorlar. Ancak toplumsal mental sağlık, bireyselliğin önüne geçmiş durumda ve ahlaki-kültürel faktörler bu sağlığı yakından ilgilendiriyor. Her şeyden önce toplumsal bilinç düzeyini yükseltmemiz gerekiyor. Ahlaki, manevi ve kültürel yozlaşmanın toplumu daha fazla esir almasına izin verilmemelidir. Buradan “totaliter yöntemler uygulanmalı” gibi bir sonuç da çıkarılmamalıdır. Hangi siyasi partiye, düşünceye mensup olursa olsun bu toplum aile kurumunun bizler için ne anlam ifade ettiğini bilir. Ahlaki ve manevi değerlerin bir toplumda neye tekabül ettiğinin hakkını verir. Toplumun değerlerine dönük bazen bilinçli, çoğu zaman bilinçsiz, bazen de reyting uğruna yapılan saldırılara dur diyebilmek için toplumsal sorumluluk düzeyi artırılmalıdır. İbn-i Haldun Mukaddime’sinde; “Tarih boyunca birçok ülke fiziksel açıdan yenilgiye uğradı. Ancak bunlar hiçbir zaman o milletlerin sonunu getirmedi. Fakat bir millet psikolojik bir yenilginin kurbanı olursa, işte o zaman o milletin sonu gelmiş demektir” diyerek bir milleti asıl ayakta tutan gücün ‘değerlerinin desteklediği psikolojik üstünlük’ olduğunu ortaya koymuştur.
Allah korusun, yazının başında değindiğimiz tarzdan içerikle yapılan programlarla, yozlaşmada psikolojik sınır aşılırsa, bu işin nerede duracağını kimse kestiremez. Ülkeler, milletler değerleriyle vardır. Değersiz bir topluma dönüşürseniz dükkânı kapatın gitsin. Çünkü o zaman varlığınızla yokluğunuz arasında hiçbir fark yok demektir.