Yeni Söz Gazetesi yazarı Altan Çetin, Nurettin Topçu'nun, ahlak ve hürriyet arayışını, onun düşünceleri ve yaptığı tespitler üzerinden analiz ediyor.
Nurettin Topçu, modern zamanlar içinde, bizimle aynı darbelere maruz kalarak tefekkür etmiş bir münzevi fikir aralığı. Onu geleneğin mazideki büyük düşünürlerinden ayıran en önemli hususiyetlerinden biri bizim zamanımıza, bizim içimizden konuşarak hayata ve lan bitene bakmasıdır. Bu bakışıyla vaki dünyaya nazarla tespitini yapar: “Dünyamız iki dünya yaşıyor: Biri yorgun ve kindar maddenin içinde doymak bilmeyen sürünen dünya, öbürü her an kendini geçmek ve kendi yarattığı aşk içinde telef olmak için kendi sınırlarını aşmak isteyen, sonsuzluğa sıçrayıp Allah'a kavuşmak isteyen ruhun dünyası. İki dünyanın içinde bir insan, bir varlık hâlinde yaşıyoruz.” (N. Topçu, Ahlâk nizamı, İstanbul, 1970, s.19) Burada Topçu'nun bahsettiğini Farabî'nin cahil şehir insanlarından bahsederken “Cahil şehirlerin halkı ruhan eksik kalmışlardır. Nefisleri bizzarure maddeyle kaimdir. Zira onların nefislerinde mâkullerin resmettikleri hiçbir hakikat yoktur. Onların hayat medarı olan madde çözülünce, maddeden beslenen hayat imkânları da çözülüp dağılır. (Farabi, Medinetü'l-Fazıla, (Çev. Nafiz Danışman), Ankara, 2001, s. 98), tespitleriyle birlikte düşündüğümüzde insanlığın değişmeyen sabitelerinin zamanımıza da akseden ve muasır olduğumuz bir durumla bizi yüz yüze bırakıyor. İşte bu kendilik savrulması içindeki modern insan bu iki sarkaç arasında dağılmakta, yabancılaşmakta, savrulmakta ama bir türlü yerine dönememektedir. İşte tam burada Nurettin Topçu modern zaman içindeki sıkışıklığa bir isyan ahlakı nazarıyla, ahlakın gözünden bakarak konuşur: “İsyan, aşk ile merhametimizi ezerek mahkûm edici kuvvetlere karşı olursa ahlâk hareketidir; nefsin şahlanmasına karşı gelmek şartıyla meşrû ve insanîdir; sonsuzluk yolunu tıkayan, bütünü yok eden ferdî hırs ve iradelerin karşısına dikildiği ve hepsinde de ilâhî merhamet kaynağından hayat aldığı takdirde ahlâkî harekettir. Nefsin arzularından gıdalanırsa şer ve zulüm olur. Ve isyan, ahlâkî vasfını kaybetmemek için, hareketinin her anında ilâhî merhamete bağlılığı muhafaza etmelidir.” (N. Topçu, İslâm ve İnsan/Mevlâna ve Tasavvuf, İstanbul 2002, s. 95).
Burada bir toplum modeli içinden zamanını okuyan Topçu zamanının insanına bu kıskançtan çıkmanın yolunu ahlak ve hürriyetin penceresinden açıklar: “Ruhu kuvvetli olmayanlar, kendilerine bir kötülük, bir hakaret yapılırsa bunu ellerinden gelen bir kötülükle karşılarlar. Ruhu kuvvetli olanlarsa, kendilerine yapılan fenalığı affeder ve bunu yapan insanı kötülüğünden kurtarmaya çalışırlar. İntikam almazlar, yapılan fenalığı iyilikle karşılarlar” (N. Topçu, Ahlâk, İstanbul, 2005, s. 31) Nurettin Topçu en zor yerden yakalar modern akılları. Kurtulmaya değil kurtarmaya çalışan insan modeli elbette zamanelere pek naif ve hatta safça gelecektir. Hayatın arkesi madde ve güç olanlar için cahil şehirlerde unutulan bu vasıflar gibi pek çokları şeklen öykünüp özünden uzaklarda kaldığımız bir dünyadan haber verir gibidir. Yahya Kemal şiirinde yaşayan bir dünya…
Burada yapılması gereken nedir?
Vicdan, varoluşumuzun en münzevi varoluş hali olarak burada devreye girer. Vicdan kavramı irademizle birleşerek bizi hürriyetin kapısına taşır: “Yapılmasını vicdanın emrettiği hareket, iyi harekettir. Vicdan, dışarıdan etkilenmiş olmadan ödevi emretmekle hür davranıyor demektir. Şu hâlde ödevin bir karakteri de hür oluşudur. Ahlaki ödev, dıştan gelen ve toplumun ortaya koyduğu ödevden, hür oluşu ile ayrılır” (N. Topçu, Ahlâk, 2005, s. 56). İşte buradan modern zamanda tahrip olan kendilik biçim ve bilincimize kendini hatırlatan bu yaklaşım ahlak ile hürriyetin birleştiği yerde insanı var eder. Bunun gerçekleşmesinin yolunu ise, “Başkalarına iyilik yapmayı kendimizde tekrarlamakla iyi, işlerimizde adil olmayı tekrarlayarak adil, konuşmalarımızda nezaket kullanmakla nazik olunur” (Topçu, Ahlâk, 2005, s.107), şeklinde açıklar. İşte burada eğitim mevzuu devreye girer ve toplumun kendilik nazariyesini tatbik ile vakıaya nasıl çevireceğinin de esası görünür. Bir eylemi bizde var eden onu hayatımızda uygulama sıklığımızla kendimizde davranışa, ahlaka ve bunu hür irademizle gerçekleştirmemize bağlı olarak sağlarız.
Peki, bizi cahil şehirden ahlaklı ve hür bir zemine taşıyan esas nerede ortaya çıkar? “Sorumluluk, hür iradenin belirleyicisidir. Hürriyetimizi belirleyen, onu zorunlu kılan hürriyetimizin asla vazgeçilmezliğini sağlayan unsur budur. İçimize sorumluluk şeklinde giren hürriyet, hareketlerimizde bize sahip olur, bizi eyleme geçirtir. Hareketten önce sorumluyuz, fakat sadece hareket etmek suretiyle hürüz. Sorumluluk, hürriyetimizi bizzat kendimizden çıkarmak suretiyle yaratan şeydir. Sadece sorumlu olduğumuz için hürüz. Hürriyet, sorumluluğun şartı değil, onun sonucudur.” (N. Topçu, İsyan Ahlâkı, İstanbul, 2002, s. 97.). Hürriyetin varlığı bu bakımdan sorumluluk üzerinden varolan bir ahlak halidir dersek yanlış olmayacaktır. Kendiliğimizi içinde çıkarıp, hayatı yeni bir içtima ile tesis edecek olan da bu sorumluluktur. Vicdansa bunun sigortası…
Nurettin Topçu ile zamanımıza böylece bakınca insan bir yerlerde yok artıklar arasında bakakalıveriyor. Kurgular içine sıkışmış bir gelenek ile geleneği modern zamana sıkıştırmış bir kurgu arasında afallayan insanlığımız kendiliğini düşündükçe ahlak ve hürriyet zemininde müstakbele dair hal daha ümit verici olabilecektir. Dünyamız sahiden ve samimi arıyorsa elbette bulacaktır. Madde çözülünce hayat imkânları da onla birlikte çözülenler için makulleri ahlak ve hürriyetten hayat bulmayan bir topluluk için şüphesiz vakıa şeklen ışıklı olsa da muhteva son derece kırık dökük demektir. Kendiliğini madde ve dış uyaranların arzu nesnesi teslime etmemiş ahlak ve hürriyetin insanları kültür ve medeniyetin dünyasında her zaman köşe taşı dikmeyi başaranlar oldular ve olacaklardır. Değilse bakakalmak büyük laflar etmekten zannımızca evladır. Bunca dijital hay huy arasında berayı teemmül naçiz bir arzdır efendim.
Vesselam
Kaynak: Yeni Söz Gazetesi