Milli politika ve stratejilerin yürürlükte olduğu dönemlerde gazetecilik zordur. Olayları gerçek boyutlarıyla analiz etmek isteseniz de, ülke çıkarlarına zarar verme endişesi elinizi tutar. Öte yandan bu kaygıyla davrandığınız sürece, belki halen sürdürülmekte olan yanlışlara işaret etmekten de feragat etmek durumunda kalırsınız.
Türkiye´nin Suriye´ye ilişkin tutum, hamle ve yaptırımlarının da böyle bir sorunu var. Arap Baharı´nın biçim değiştirdiği belli olmasına rağmen, Türkiye kalkışma başarılı olduğu takdirde elde edebileceklerinin cazibesi ile oyalanmaya devam etti. Daha öncesinde Esat rejimi ile ilişkiyi kopartacak bir dil ve duruş sergilenmesi, dengeli bir siyasete dönülmesini zorlaştırdı. Ahlaki açıdan haklı bir pozisyona sahip olmanın karşılığı elde edilemedi? AB ve ABD de aynı pozisyonu paylaşmasına karşın, yerele hakim olan Rusya ve İran Suriye rejimini destekliyordu ve onlar olmadan herhangi bir uzlaşma mümkün değildi.
***
Bu ortamda beliren IŞİD tehlikesi ABD´yi acil önlem almaya itti. İlk tercih doğal olarak Sünni Arap muhalefetin bir direniş gücü haline getirilmesi ve hem Esat vahşetinin durdurulması, hem de İran´ın peşinde olduğu Şii koridorunun engellenmesiydi. Bu amaçta buluşan Türkiye ile ABD, Sünni Arap muhalefeti askeri açıdan eğitmek, organize ve koordine etmek üzere birimler oluşturdular ve bunları kurumsallaştırdılar. ABD aynı hareket planını Suriye´nin güneyinde de Ürdün ile birlikte hayata geçirdi.
Bu süre içinde Suriye´nin kuzeyini eline geçiren ve kendisine biat etmeyen Kürt ve diğer etnik gruplar üzerinde baskı kurarak göçe zorlayan PYD, henüz büyük aktörlerle yakın ilişki içinde olmadığı gibi, Esat ile de yoğun işbirliğini sürdürmekteydi. Beklenen gelişmeler olabilseydi, IŞİD´in elimine edilmesi sonrasında Sünni Arapların çoğunluğunu teşkil ettiği ve tüm Kürtlerle birlikte azınlık Şii ve Gayrımüslim kesimi de içeren bir çoğulcu yönetimle Suriye devletinin yeniden inşası bekleniyordu.
Ne var ki bütün öngörüler tutarken bir tanesi gerçekleşmedi? Tutan öngörüler İran´ın Esat´ı sahiplenmesi ve Haşdi Şabi üzerinden yereli kontrol altında tutması, Rusya´nın ise hava hakimiyetine dayanarak rejimin ayakta kalmasını sağlamasıydı. Bu aktörlerin IŞİD konusunda fazla titiz olmayacakları Esat´ın IŞİD ile ticari ilişkilerinin sürmesinden anlaşılmaktaydı. Öte yandan ABD için öncelik Suriye olmaktan çıkarak IŞİD´le mücadeleye dönüştü.
Böylece Türkiye stratejik açıdan ?partnersiz´ kaldı. Kendi içinde Kürt meselesini çözememiş olması ve bu hedeften uzaklaşması nedeniyle, PYD´yi olduğundan çok daha büyük bir tehdit olarak algılamaya ve esas olarak gelecekteki olası bir Kürt oluşumundan çekinmeye başladı. PKK yerine ideolojik olarak Kürtlerin bir olası tehlike olarak görülmesi, Türkiye´nin bölgedeki tek sahici partneri Kuzey Irak Bölgesel Hükümeti´ndeki referandumu bile, ne öncesi ne sonrasında yönetememesine neden oldu. Türkiye uzaklaşırken, İran ve Rusya o bölgeyle ilişkilerini ilerletme şansını kaçırmadılar.
Türkiye´nin tavrının gerisinde ise basit bir gerçek yatmaktaydı ve tutmayan öngörü de buydu? Türkiye´nin askeri açıdan hazırladığı Sünni Arap muhalefet sahada başarısız oldu. El Bab kasabası bile, uzun kuşatma sonunda Türkiye´nin etkisi dışındaki başka bir grubun yardımı ile alınabildi. Bu arada ABD ise daha etkili çıkan ve kendisine tabi olmayı bir stratejiye dönüştüren PYD ile birlikte davrandı ve amacına büyük ölçüde ulaştı.
***
Büyük resme baktığımızda işin özünde Kürt meselesinin çözülememiş olması yatıyor. Buna Sünni muhalefetle olan ilişkinin zaafları eklenince, bölgedeki her tür Kürt oluşumunu bir tehdit olarak algılayan bir yaklaşıma doğru kayıldı. Barzani´ye tahammül edemeyen, PYD türü oluşumları demokrasiye davet edecek hamleleri düşünemeyen bir stratejinin sonuçta PKK ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz. O hamlelere hazır olmadıkça uluslar arası camiada gerçek bir destek bulamaması da şaşırtıcı değil.
Böylece ?Afrin harekatının´, yani kaçınılmaz olanın eşiğine geldik...