“Afrika” Türkiyeliler için ne anlam ifade eder?
Osmanlı’dan 80’lere kadar dadı karakteri “Arap Bacı” ve yağmur yağarken camdan bakan “Arap kızı” ile şekillenen genellikle Tanzanya, Kenya, Etiyopya bölgelerinden getirilen köleler üzerinden bir Afrika algımız vardı.
Sonra Batı karşıtlığının gelişmesi ile Kunta Kinteler gündemimize girdi.
Sosyalist ve İslamcı kesimlerin Frantz Fanon’la tanışmaları, Malcolm X, Abdullah Harun gibi şahsiyetler üzerinden Afrika’nın ezilmişliği, kimlik arayışı, açlık sorunu, sömürgecilik ve emperyalizmin en vahşi yüzünü gösterdiği saha olması “Afrika” anlayışlarımızı geliştirdi.
Sonra ardından Fethullahçıların Afrika’da açtıkları sözümona “Türk okulları” ve İstiklal Marşı söylettirilen ellerinde bayraklarla Türkçe Olimpiyatlarında sahneye çıkartılan Afrikalı çocuklarla tanıştık.
Kimse Yok mu Derneği’nin insani yardım kampanyalarıyla tabi…
O günlerde de belirttiğimiz üzere Afrika üzerinden önümüze konan bu çarpık, üstenci bakış aslında başka tür bir oryantalizm ve sömürgecilik demekti.
FETÖ’nün halen etkin olduğu pek çok Afrika ülkesi var. Bunlardan biri de Tanzanya. FETÖ Tanzanya bürokrasisinde çok etkin. Okulları halen faal.
Benzer üstenci bakışın Türkiye’de hakim olması ise asıl çözmemiz gereken sorun. Afrikalı çocukların Türkçülük üzerinden birer ajitasyon malzemesi yapılmaması gerekiyor.
Fotoğraf: Healthier
Afrika denince acınan insanlar akla gelmemeli. Aksine Afrika çok büyük bir kıta.
Afrika denince aklımıza her yeri açlıktan kırılan zavallı bir yer aklımıza gelmemeli.
Bu sebeple yardım kampanyalarında ajitasyon içerikli görsellerden çok umut veren sevinçli Afrika'yı yansıtmamız gerekir.
Afrika'ya sürekli acımak yerine var olan potansiyelini aktif hale getirmeyi temel konsept haline getirmek gerekir.
Afrika’ya yönelik kültürel sempatinin son yıllarda insani yardıma evrilmesi bu ilginin profesyonelleşmesine bir sektöre dönüşmesine de yol açtı.
Uzun süredir benim de gözlemlediğim bu olumlu ilginin daha iyi bir noktaya ulaştırılması için Afrika’da faaliyet gösteren pek çok profesyonel yardım görevlisi ve amatör gönüllü ile görüş alışverişinde bulundum.
Tüm görüşmelerimin özeti olarak okuyabilirsiniz aşağıdaki hususları:
Afrika’daki yardım kalemleri şöyle sıralayabiliriz:
- Ramazan ayında yardım kolisi ve iftar
- Kurban bayramında Kurban faaliyetleri
- Yıl içerisinde kadın ve çocuklara yönelik eğitim, sağlık yardım faaliyetleri
Afrika'da temiz suya erişim konusunda kriz yaşayan ülkeler haritası
Gerçek ihtiyaç nerede?
- O yüzden “Afrika”ya yardım götüren kurumların nerede gerçekten hangi ihtiyaç var bunu tespit etmeli. Örneğin bilimsel araştırma raporlarına göre en çok içme suyu sıkıntısının yaşandığı ülkeler: Çad, Nijer, Burkina Faso, Sudan ve Bostvana.
- Açlık krizinin yaşandığı ülkeler: Somali, Güney Sudan, Kongo Demokratik C, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Sudan, Zimbabve, Burundi, Kamerun, Nijerya ve Gine.
- Eğitim, sağlık ve sosyal projelerin uygulandığı ülkelerin başında ise Tanzanya geliyor.
Partner kuruluş güvenli mi?
- Bir dernek ya da vakıf Afrika’ya yardım götürmek istediğinde oradaki yerel partner bir kuruluş ile çalışıyor. Bu partner kuruluşun o ülkede ne kadar güvenli olup olmadığını da belgelemesi gerekiyor.
- Bazı kuruluşlar yardım kampanyalarını “uzaktan” yönetmeye çalışıyorlar ve işin çoğunu partner kuruluşa bırakıyorlar. Ancak bazen partner kuruluş kampanyayı yapmış gibi göstererek dolandırıcılık yapabiliyor. Bu sebeple tüm kampanyalar Türkiye’den oraya bizzat gidilerek başında durularak gerçekleştirilmeli.
Yerel halkın güveni kazanılmalı
- Hristiyan misyonerliğinin Afrika’daki kültür sömürgeciliği ile Müslüman tebliğciliğini benzeştirmemek gerekir. Onlar yardımı başka bir ajandaya bağlı olarak yapıyorlar ve bazıları politik ajanlık faaliyetleri de yürütüyorlar.
İslam’ı tebliğ amacı güden yardım kurumları ve kişiler bu konuda çok dikkat etmeli, dayatmacı, soğutucu, üstenci, katı ya da bölge halkını rencide tutumlardan uzak durmalılar.
- Özellikle Selefi ya da Sufi meşrep cemaatlerin Afrika’daki tebliğ faaliyetlerinde kendi din algılarını yöre insanına dayattığını, kültürel farklılıkları ve o toplumun dinamiklerini dikkate almaksızın gerilimler oluşturdukları vaki.
Bu tip yanlış örnekliklerden dersler çıkartıp gidilen toplumun dini, kültürel, siyasi değer ve dengelerini gözetmeli, halka güven verici bir esneklikte davranılmalıdır.
Sosyolojik dengeler çok iyi tanınmalı
- Bazı kurumlar Su kuyularını açtıkları bölgelerin kabile dengelerini gözetmiyorlar. Örneğin dengeleri gözetmeden iki kabilenin ortasına açılan bir kuyu kabile çatışmalarını başlatabiliyor.
Hayır için açılan bir kuyu savaş sebebi olabiliyor. Bu sebeple açılacak kuyunun nerede açılacağına çok iyi bir tetkik sonucu karar verilmeli.
Fotoğraf: İHH
Kuyu güvenliği çok önemli
- Bir su kuyusu açılıyor fotoğraf videosu çekiliyor ve faaliyete başlıyor ama o kuyunun akıbeti sonrasında takip edilmiyor.
Kuyuyu çalıştıran mekanizmanın bir parçası bozulduğunda ya da herhangi bir sebepten kuyu gasp edildiğinde yapılan iş de boşa çıkıyor.
Bu sebeple kuyu açılırken sürdürülebilirliğini de hesaplamalı, kuyu açtıracak hayırsever tüm bunların teminatını insani yardım kuruluşundan istemelidir.
Kurban paraları şeffaf olmalı
- FETÖ’ye bağlı Kimse Yok mu Derneği’nin topladığı kurban paralarının bir kısmının kurbana gitmediği yapının başka işlerine harcandığı ortaya çıkmıştı.
Bu da gözleri diğer yardım kuruluşlarına çevirdi. Afrika’nın muhtelif ülkelerinde “insani yardım” çok geniş bir sektöre dönüşmüş durumda.
Yardım edenlerin iyi niyetleri Afrika için büyük bir hayır köprüsü ancak bu köprüyü istismar edenler de var. Umutsuzluğa ve güvensizliğe kapılıp yardım etmemek çözüm değil.
Çözüm “bilinçli yardımsever” olmakta. Yani yardımınızı ulaştıracak adresleri doğru seçmekte. Bunun için de hem devletin hem de yardımseverlerin bu dernek ve vakıfları denetlemesi zorunlu.
- Buradaki önemli iki sorun yardım/kurban/kuyu paralarının tümüyle yardım/kurban/kuyuya mı harcandığı sorusu. Hukuken yardım kuruluşlarının aldıkları yardımın yüzde 10’unu komisyon alma hakkı bulunuyor.
Bu yardımları ulaştırma hizmeti ve giderleri için tanınan makul bir hak. Ancak bazı dernek ve vakıflar bu oranı aşarak yüzde 20 yüzde 40 hatta yüzde 50’ye yüzde 80’e kadar çıkartabiliyor.
"İnsani yardım" derken sadece Türkiye merkezli muhafazakar ya da dindar STK'ları kast etmiyorum. Özellikle BM organları öyle geniş br bürokrasi kurmuş ki yapılan yardımın yüzde 80'i bürokrasi de harcanıyor.
Bu da kul hakkına giriyor. Devletin bu hukuksuz aşırı komisyon alımlarını çok sıkı denetlemesi gerekiyor. Ayrıca yardım eden hayırseverin de de kuruma yardımını yaparken yüzde kaç komisyon aldıklarını sorması soruşturması gerekiyor. - Komisyon dışındaki yardımlardaki ikinci sorun ise yardım meblağının amacı dışında kullanımı.
Özellikle Kurban için verilen paranın tümünün kurban için kullanılması gerekirken bazı kuruluşlar kestikleri bölgedeki ekonomiye göre örneğin 10 liraya aldıkları bir hayvanın kampanya fiyatını 20 lira şeklinde duyuruyor ve alınan bağışın artan 10 lirasını “başka hizmetlerde” kullanıyorlar.
Yardım kuruluşunun bu başka hizmetleri açık biçimde beyan etmesi, ek projelerini de kamuoyu ile paylaşması gerekir. Böylece yardımseverler hangi yardımın nerede değerlendirildiğini gönül rahatlığı ile bilmesi sağlanır.
- Bazı büyük vakıflar ise ülkelere göre hayvan fiyatının değişmesi sebebiyle ortak bir fiyat belirleyip tüm yardımları bir havuzda topluyor ve oradan kurban kesimlerine parayı dağıtıyorlar.
- Şayet böyle bir durum varsa kurumun bunu yardım aldığı kişiye mutlaka beyan etmesi ve rızasını alması gerekiyor. Ama çoğu işlemde yardımseverlerin bu durumlardan haberi bile olmuyor.
Böylesi bir kapalılık da istismara açık bir durum. Bu yüzden yardımseverlerin verdikleri paranın nereye harcandığını sorması/soruşturması, muhatap kurumun hangi projeleri yaptığından emin olması da başka bir zorunluluk.
Dernek ve Vakıfların da yardım projelerinin tüm gelir-gider tablolarını, video, görsel ve raporlarını şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaşmaları gerekiyor.
- Bazı STK’lar ise doğru bir örneklik ortaya koyarak hangi ülkede ne kadara mal oluyorsa o fiyatı bölge bölge ilan etmekte ve hayırseverler bildikleri rakamlar üzerinden yardımlarını istedikleri ülkelere yapabilmekteler.
- Yardım edecek kişilerin kurumları bu bakımdan zorlaması, teşvik etmesi gereken bir husus da projelere katkı vermek olmalı.
Balık vermeye alıştırmak yerine balık tutmayı öğretmek çerçevesinde yeni yeni başlayan iş olanakları üretmek ve bölge insanını üretime teşvik etmek için yeni fikirler tavsiye etmek önemli bir nokta.
Örnek vermek gerekirse yardım götürülen bölge insanına keçi verilmesi ve keçi yetiştiriciliği ile hem sütünden hem etinden uzun süre faydalanmaları, süt satışından da gelir elde etmeleri sağlanıyor.
Yine tarım alanında üretim projeleri de bir başka örnek. - Kurban etleri başta olmak üzere gıda yardımlarının dayanıklılığını arttıracak yöntemler tercih edilmelidir. Örneğin konserve şeklinde dağıtım hem hijyen hem tüketim ömrü açısından çok daha iyi bir yöntemdir.
- Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmayı esas alan projeler için Güneş enerjisi, Dalga ve rüzgar enerjisi, jeo-termal kaynakların kullanımına dair projeler teşvik edilebilir.
- Sivil Toplum kuruluşlarının ortak bir Afrika stratejisi belirlemeleri ve işbölümü yapmaları gerekiyor. Bunun için de Afrika çalıştayları düzenlenebilir.
Böylelikle gerçekten acil açlık bölgeleri, içilebilir suya erişimin olmadığı bölgeler gibi yardım alanları belirlenir ve daha sağlıklı ve işlevsel yardım ve projeler ulaştırılabilir.
Fotoğraf: Ayiba Magazine
Bu gözlemlerimiz her hangi bir sivil toplum kuruluşu ya da resmi yardım kuruluşunu hedef almıyor.
Bilakis bu yardımların daha sağlıklı biçimde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını hem yardımseverlerin gönül rahatlığıyla bu sürece dahil olmasını hedeflemekte.
Bosna savaşından bu yana organize olmaya başlayan ve büyük bir tecrübe edinen Türkiye insani yardım kurumlarının tümünü töhmet altında bırakmak gibi bir niyetim yok.
Ancak şeffaflık ve adil dağıtım konusundaki boşluklar gelecekte Deniz Feneri davalarında olduğu gibi istenmeyen daha büyük krizlere neden olabilir.
Bu sebeple oluşan olumlu yönelişin daha iyiye doğru geliştirilmesi gerekmekte.
Afrika'ya yönelik toplumdaki sempati ve yardımlaşma çabasının profosyonel bir sektöre dönüştürülmemesi, gönüllük ve adanmışlığın yitirilmemesi elzem.
Bilinçli yardımseverlerin bu organizasyonları sorarak, talep ederek sürekli denetlemesi o dernek ve vakıflara yapılacak en iyi iyiliktir.
Kanaatimce son dönemde ortaya çıkan küçük kurumlardansa yıllardır tecrübe edinmiş sivil yardım ağlarının tercih edilmesi daha doğru olacaktır.
Onlarca kurum olduğundan hepsini de tavsiye edemeyeceğim de herhangi bir isim vermek doğru değil.
Uyarı, öneri ve tespitlerimiz herhangi bir kurumu övmek ya da yermekten ziyade tüm kuruluşların yapması gerekenleri içermekte.
Eksiği gediği olanlar da kendilerini biliyorlar, doğruyu yapan ve kendilerinden emin olanlar da kendilerini biliyorlar...
Önemli olan 2 yüzyılı aşkın bir süredir sömürülerek yer altı ve üstü kaynakları yağmalanan Afrika’nın kendi ayakları üzerinde doğrulmasına katkı sunmak, öğrenilmiş çaresizlikten değil üretim ekonomisini geliştirmektir.
Kalın sağlıcakla…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.