19.10.2018 Cuma
İSTANBUL - Dr. Muhammed TANDOĞAN
Tarım her ne kadar doğrudan doğruya bir uluslararası ilişkiler konusu olarak ele alınmasa da kıtlık, açlık ve susuzluk gibi faktörler üzerinden değerlendirildiğinde, çok önemli bir iç ve dış siyaset aracı haline dönüşebiliyor. Afrika kıtası da tarım sektöründe geçmişten günümüze muazzam bir potansiyele sahip. Fakat ne var ki bu potansiyel, uluslararası sistemde etkili olmak ve kıt kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen güçler tarafından istismar edilmeye ziyadesiyle açık bir halde. Bu nedenle Afrika´da tarım konusunun üzerinde durulması, son derece büyük bir önem arz ediyor. Zira dünya üzerindeki toprakların verimliliği hızla tükeniyor. Avrupa´daki ve ülkemizdeki toprakların ortalama verimlilik süresine kimyasal gübreleme ve kullanılan yanlış yöntemler nedeniyle 70-80 yıl civarında ömür biçiliyor. Sahadan alınan bilgilere göre, Afrika´da ise bu süre 200-250 yıl olarak öngörülüyor. Bunun temel nedeni, kıta ülkelerinin birçoğunda toprakların uzun süre boş kalması (ekilip biçilmemesi) ve teknolojik imkânsızlıklar nedeniyle, teknolojinin olası zararlı etkileriyle henüz pek tanışamamış olması. Örneğin Zambiya´da yapılan toprak analizlerinde, en az 150 yıldır ekilmeyen ve çok daha uzun verimlilik ömrüne sahip olması beklenen toprakların olduğu, sahadan aktarılan bilgiler arasında.
Böyle bir ortamda, kıtanın toprak analizinin yapılması elzem bir durum teşkil ediyor. Söz konusu toprak analizlerini, kıta ülkelerine samimiyet ve muhabbetle yaklaşıp kıtanın kalkınması için fayda sağlamak isteyenler gibi, kıtanın verimliliğini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen güçler de yapabiliyor. Afrika´daki toprakların daha az emek ve masrafla daha çok mahsul verebilecek durumda olması da çeşitli aktörlerin dikkatini bu kıtaya yöneltiyor. Örneğin Sudan´ı ele aldığımızda, her ne kadar aksi iddia edilse de bu ülke topraklarının hektar başına gübre ihtiyacı ve verimlilik oranı bağlamında, muadillerine kıyasla çok daha iyi durumda olduğu görülüyor. Dünyada hektar başına 8, Türkiye´de ise 10 kg gübre gerekirken, Sudan´da hektar başına kullanılacak 4,5-5 kg gübre verimlilik açısından yeterli olabiliyor. Sudan özelinde olduğu gibi, kıtanın genelinde de tarım arazilerinin oldukça bol, tarım makinelerinin oldukça ucuz ve asgari ücretin (işgücü ihtiyacı anlamında) nispeten düşük olması, kıtada maliyeti düşük üretim yapma imkânı sağlıyor. Bu durum ise üreticiler için masrafı azalttığından dolayı, oldukça kârlı bir hasat anlamına geliyor. Böylece Afrika, çoğu kez yoksullukla ve kıtlıkla baş eden bir kıta imajı çizmesine -ya da bu yönde suni bir imaj oluşturulmasına- rağmen, doğru yöntemlerle tarım yapıldığında, bereket fışkıracak bir coğrafya olarak karşımıza çıkıyor.
Kıtanın mevcut tarım potansiyeli çeşitli küresel aktörlerin nazarı dikkatini bu coğrafyaya çekerken, bu aktörler uyguladıkları politikalarla, Afrikalı devletlerin milli egemenliklerini tehdit etme noktasına kadar gidebiliyor. Her ne kadar çoğu zaman olumlu bir şekilde yansıtılsa da, Çin Halk Cumhuriyeti´nin kıtaya yönelik izlediği politikalar bu iddianın en bariz örneğini oluşturuyor. Bu devlet, sağladığı yüksek miktardaki orantısız hibe kredileri vasıtasıyla kıta ülkelerini borçlandırıyor, borçlarını ödeyemeyen ülkelerin verimli veya yatırımlık arazilerini ya da çeşitli kurum ve kuruluşlarını ise 49 veya 99 yıllığına kiralayarak ya da bir anlamda mevzuatına uydurarak el koyuyor. Kurumlarının ve birçok kaynağının hisselerinin yüzde 70´i Çinliler tarafından ele geçirilen Zambiya, bu konuda en hazin örnek durumunda. Öte yandan, Çin´in kıta ülkelerinin bürokrasisinde de epey etkili olduğu görülebiliyor. Ekonomik yaptırım kartını iyi kullanan Pekin yönetimi bu yolla, vatandaşlarının oturma ve bilhassa çalışma izinlerini, diğer ülke vatandaşlarına kıyasla daha kolay elde edebilmelerini sağlıyor.
Dikkatle incelendiğinde, bu ülkenin kıtadaki yatırımlarında -ağır işlerde çalıştırılan Afrikalıların haricinde- çoğunlukla kendi vatandaşlarını istihdam ettiği görülebilir. Üstelik Afrika´ya getirilen Çinli işçilerin profili de tam bir muamma. Çeşitli suçlardan hüküm giyen mahkûmları kıta ülkelerine yönlendiren Çin, suçlu bir vatandaşı Afrika´da 5 yıl çalıştığında -örneğin sahadan gelen bilgilere göre Zambiya için durumun böyle olduğu ifade ediliyor-, bu vatandaşını affediyor. Anlaşılacağı üzere, Pekin´in kıtada istihdam ettiği vatandaşları da büyük oranda vasıfsız ve tehlikeli kişilerden oluşuyor. Bütün bunlara ek olarak, kıtada yaptıkları işler ve kıtaya getirdikleri malzemeler de genellikle kalitesiz olan Çinliler, Afrika´da devasa sayılabilecek boyutlarda kültürel bir yozlaşmaya da neden oluyorlar. Hemen her ülkeden yükselen şikâyetler doğrultusunda, Çinlilerin gittikleri her ülkede eğlence merkezi, kumarhane, gazino, masaj salonu gibi, yerel kültürlerle çok da fazla bağdaşmayan işletmeler açtığı ve söz konusu işletmelerin yerel halkta tembelleşmeye, ahlaki yozlaşmaya ve kültürel tahribata yol açtığı biliniyor. Bu durum, iş gücüne ihtiyaç duyulan tarım sektörünü de olumsuz etkileme ihtimaline fazlasıyla sahip.
Afrika´da toprak satın alma yoluyla gelen tehlike de kıta ülkelerinin tarımsal geleceği ve milli egemenlikleri için endişe verici. Zira Afrika´da toprak satın alma konusunda yasal boşluklar inanılmaz boyutlarda. Hâlihazırda yeterli finansal kaynağa sahip olan ve ekonomik olarak fayda sağlayacağı düşünülen herhangi bir iş yapacağı iddiasında olan bir kişi ya da kurum, kıtanın birçok ülkesinden kolaylıkla toprak satın alabiliyor. Yerel ekonomiye bir katkı, döviz girdisi ve iyi niyetli yatırımlar olarak görülen toprak satın alma eylemlerinin ardındaki tehlike çoğu zaman göz ardı ediliyor. Bu bağlamda, İsrail´in Sudan´daki faaliyetleri dikkat çekicidir. Çünkü bu ülkede, yabancılara ve bilhassa İsraillilere satılan toprakların miktarı düşündürücü/ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Bu noktada, Sudan´ın yarın bir gün yeni bir ?Filistin? olmayacağının garantisi olmaması bir yana, bu yolla ülkenin tarımsal zenginliği de bir şekilde, İsrailliler başta olmak üzere yabancıların hanesine aktarılıyor.
Sudan örneği özelinde düşünüldüğünde, yine sahadan aktarılan bilgilere göre, tarımla uğraşması gereken bir takım uluslararası tarım kuruluşları dahi, yaptıkları çeşitli çalışmalarda, ülkenin tarımsal kalkınması için değil, siyasi manipülasyon ve Ömer el-Beşir iktidarının devrilmesi için zemin hazırlamaya çalışıyor. Genel olarak düşünüldüğünde ise kıtada faaliyet gösteren birçok uluslararası dernek, vakıf ve organizasyonun, kıta dışındaki devletlere kıtanın tarımsal zenginliği ve mevcut potansiyeliyle ilgili istihbarat sağladığı da dillendirilmeyen bir gerçek hükmünde.
Hızla gelişen ve değişen dünyamızda, emperyalist dürtülerle hareket etmeyen bir aktör olarak Türkiye, Afrika´da tarımsal faaliyetlerde bulunmak ve kıta ülkelerinin bu yöndeki faaliyetlerini desteklemek mecburiyetindedir. Bu refleks, hem Afrika ülkelerinin menfaati hem de ülkemizin farklı coğrafyalarda var olma iddiasının bir gereğidir. Her ne kadar geçtiğimiz yüz yılda, kıtadaki rakipleriyle kıyaslandığında kıtaya odaklanmaya nispeten geç başlamış olsa da, ülkemizin mevcut uluslararası sistem üzerindeki iddiası ve etkili bir güç olma arayışı bunu zorunlu kılmaktadır. Fakat diğerlerinden farklı olarak, Türkiye´nin bunu yaparken sömürgeci dürtülerle hareket etme imkânı ve ihtimali bulunmamaktadır. Keza geçmişinde hiçbir sömürgeci iz bulunmayan Türk milleti, bu bağlamda kıtadaki birçok rakibinin karşılaştığı ?yeni-sömürgecilik? ithamından ve olası önyargılardan uzak bir görüntü çizmektedir. Üstelik Türkiye´nin bu coğrafyadaki varlığı, emperyalist yaklaşımlara karşı Afrikalılar için de ciddi bir alternatif olma şansına sahiptir. Fakat Türkiye´nin kıtada tarım politikaları bağlamında daha etkili olabilmek adına son derece planlı ve stratejik hareket etmesi gerekmektedir. En önemlisi, Afrika kıtası ülkelerinin sosyokültürel olarak farklılıklarının ayırdına iyi varılmalıdır. Örneğin nüfusunun önemli bir bölümü Müslüman olan Sudan ya da Somali gibi ülkelerle, nüfusunun önemli bölümü Hristiyan olan Zambiya, Zimbabve, Malavi, Uganda, Kenya ve Kongo gibi ülkeler arasında farklı politikalar izlenilmeli, bu ülkelerin hassasiyetleri doğrultusunda projeler gerçekleştirilmelidir. Diğer bir önemli husus ise kaynak, bilgi, tecrübe ve teknoloji aktarımıdır. Afrikalı ülkelerin bu alanda çeşitli sıkıntılardan muzdarip olduğu düşünüldüğünde, Türkiye´nin bu gibi faaliyetlerde bulunmasının ikili ilişkilere ve Afrika´da tarım sektörüne sağlayacağı fayda daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye´nin Afrika´da tarımsal faaliyetler anlamında daha etkili olabilmesi adına çeşitli kamu kurumlarına, STK´lara, işletmelere ve işadamlarına önemli görevler düşmektedir. STK´ların daha ziyade eğitim faaliyetlerine odaklanarak, şirketlerin ve işadamlarının ise küçük, orta ve büyük çaptaki yatırımlarla bir yandan kalkınmanın artmasına, diğer yandan ise Türkiye´deki mesleki tecrübenin Afrika´ya aktarılmasına yönelik fayda sağlayacağı düşünülmektedir. Afrika´daki potansiyelin farkında olan ve sömürü düzeni karşısında kıtada pür adil ve eşit bir paylaşımı amaçlayan Türkiye, tarım sektöründe konumunu güçlendirebilmek için diplomatik bağlarını da kullanmalıdır. Bu noktada, ABD´nin her büyükelçiliğinde birer tarım uzmanı olduğu düşünüldüğünde, Türk büyükelçiliklerinde de en azından ?oluru alınabilecek? bir kurumsal alt yapının oluşturulması, ülkemizin bu yöndeki faaliyetlerini olumlu yönde etkileyecektir.
Diğer yandan Afrika´daki varlığını her geçen gün sağlamlaştıran TİKA gibi kurumlar da, vereceği eğitimler ve gerçekleştireceği projelerle, kıtada tarım sektörüne yeni bir soluk getirebilecek olgunluktadır. Bilhassa kıtanın büyük bölümünde eğitim faaliyetlerinin ve eğitimin niteliğinin sıkıntılı olduğu göz önüne alınırsa, ülkemiz kurumlarının ve STK´larının ya da bu işe gönüllü olan kişilerin Afrika´da tarımsal eğitim vermesinin, uzun vadede Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkinin daha da sağlamlaşmasına katkı sağlayacağı kesindir. Unutulmamalıdır ki Afrika´nın tarımsal olarak kalkınması ve Türkiye´nin bu kalkınmada öncü rol oynaması durumunda, hem Türkiye hem de kıta ülkeleri ekonomik ve siyasi açıdan güçlenecektir. Bu doğrultuda, kıtada sömürgeci olarak bulunma imkânı ve ihtimali bulunmayan bir Türkiye´nin, kıta ülkelerinin önemli bir kısmıyla arasındaki ortak tarihsel hafızayı ve paylaştığı ortak değerleri iyi kullanması gerekmektedir. ?Kazandırırken kazanan Türkiye? Afrika´ya her alanda yeni bir soluk getirebilecek güçtedir.
[İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi´nde öğretim üyesi olarak görev yapan ve Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) başkan yardımcısı olan Dr. Muhammed Tandoğan Afrika´da sömürgecilik ve Osmanlı siyaseti, dünya siyasetinde Afrika ve özellikle Türkiye-Afrika ilişkileri alanlarında çalışmaktadır]