Afrika'da siyaset-mafya ilişkileri: Mafya devlet olunca

Son dönemde birçok yerde olduğu üzere Afrika'da da siyasi elitler ile suç örgütleri arasındaki ilişkilerde önemli bir değişim meydana geldiği görülüyor.

Afrika

Afrika uzmanı Yusuf Kenan Küçük yazdı;

Türkiye kamuoyu son birkaç haftadır organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in sosyal medya kanalları üzerinden yayınladığı videoları tartışıyor.

Siyaset ile organize suç örgütleri arasındaki ilişkiler, mahiyeti ve derinliği ülkeden ülkeye değişmekle birlikte Afrika'da da kanayan bir yara. 


Son dönemde Afrika'da da siyasi elitler ile suç örgütleri arasındaki ilişkilerde önemli bir değişim meydana geldiği görülüyor.

Bu değişimin özünü devletlerin mafyalaşması teşkil ediyor. Yani organize suç örgütleri artık sadece kanun kaçakları tarafından yönetilmiyor.

Bilakis kanunu uygulamakla yükümlü olanlar tarafından, hatta bazı uç durumlarda ise bizzat devlet başkanları tarafından yönetiliyor.

Libya asıllı Venezuelalı akademisyen Moises Naim'in de dikkat çektiği üzere, mafya devletlerde siyasi makamlar bunları ele geçiren kişi ve yakın çevresi için politik ve ekonomik güç elde etme aracı olarak kullanılıyor.

Ayrıca devlet aygıtı içerisindeki denetim-denge mekanizmalarının altını oydukları için bu kişilerden hesap sorulması çoğu durumda mümkün olmuyor.

Kanunlara ve hukuka aykırı bu tasarruflar toplumun genel refahı hiçe sayılarak gerçekleştiriliyor.


Nüansları olmakla birlikte Afrika'da siyaset ve organize suç ilişkilerini bu genel çerçevede değerlendirmek üzere üç Sahraaltı Afrika ülkesine kısaca göz atalım. 


Eritre

1993 yılında Etiyopya'dan bağımsızlığını kazanan Eritre, genel çerçevesi Naim tarafından çizilen mafya devlet tanımıyla birebir örtüşmemekle birlikte, tek adam keyfiliğinin hüküm sürmesi nedeniyle esasen mafya devlet nitelemesini hakkediyor.

Zira ülkede bağımsızlığından bu yana seçimler hiç yapılmadığı gibi, Cumhurbaşkanı Isaias Afwerki ve etrafındaki dar bir klik tarafından anayasa gibi temel bir metne tabi olmaksızın yönetiliyor.

Denetim ve denge mekanizmalarının yanı sıra hesap verebilirliğin esamesi dahi okunmuyor. Ekonomik ve siyasi elitler de rantları kesilmediği sürece Afwerki'nin meşruiyetini sorgulamıyor.

Eritre uzmanı İngiliz akademisyen Martin Plaut'ın ifadesiyle Eritre devleti, halkını esaret altında tutmak için tasarlanmış bir suç örgütü ve mafya gibi hareket ediyor. 


Böylesi bir keyfi yönetimin Afrika kıtasında Eritre'yle sınırlı olduğunu söylemek maalesef zor. Kamerun Cumhurbaşkanı Paul Biya ve Uganda Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni gibi liderlerin yönettiği ülkelerde de anayasal prensiplere riayet edilmiyor ve liderlere keyfi kararları nedeniyle hesap sorulamıyor.

Öte yandan, yakın zamanda Çad ve Mali'de gördüğümüz üzere birçok Afrika ülkesinde askeri cuntaları kontrol edecek ve onlardan hesap soracak mekanizmalar da bulunmuyor.  
 

Eritre.jpg

Eritre Cumhurbaşkanı Isaias Afwerki / Fotoğraf: Eritre Enformasyon Bakanlığı

 

Gine-Bissau

Kolombiyalı isyancı grup (FARC) üyesi kılığındaki ABD yetkililer, 2013 yılı Nisan ayı başında uyuşturucu ticaretinde suçüstü yaptıkları 5 Gine Bissau vatandaşını yakaladılar.

İşin ilginç yanı yakalanan bu beş kişi arasında dönemin Gine Bissau Deniz Kuvvetleri Komutanı José Tchuto'nun da bulunmasıydı. 2016 yılında serbest kalan Tchuto ülkesine döndüğünde bir kahraman gibi karşılanmıştı. 


Bahsekonu hadiseden anlaşılacağı üzere Gine Bissau, ağırlıklı olarak kokain ticaretiyle iştigal eden organize suç örgütlerinin, silahlı kuvvetler aracılığıyla siyaseti ve ülke yönetimini büyük oranda kontrol edebildikleri bir ülke haline gelmiş durumda.

Afrika'nın "narko devleti" olarak addedilen Gine Bissau, 2000'li yılların ortasında Güney Amerika'dan Avrupa'ya giden uyuşturucu ticaretinin ana transit arterlerinden biri haline geldi.

Bu durumun ortaya çıkmasında 1999 yılında ülkeden kaçmak zorunda kalan Cumhurbaşkanı João Bernardo Vieira'nın, Kolombiya uyuşturucu kartellerinin desteğiyle 2005 yılında tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi kilit rol oynadı.

Hem şahsını hem Gine Bissau devlet mekanizmasını uyuşturucu kaçakçılarının hizmetine sunmakta bir beis görmeyen Vieria iktidarı sırasında uyuşturucu ticareti, ülkeyi fiilen kontrol eden generallerin en önemli faaliyeti haline geldi.

Son dönemde yakalanan uyuşturucu miktarında düşüş olsa da BM yetkilileri, ülkeye her yıl 30 ton kokain girdiğini tahmin ediyor.

Uyuşturucu trafiğindeki çıkar çatışmalarının ülkedeki üst düzey siyasi cinayetlerin ve askeri müdahalelerin temel nedenlerinden olduğu biliniyor. 


Öte yandan, uyuşturucu ticaretinin siyaset ve ekonomi üzerindeki etkisin Afrika'da Gine Bissau ile sınırlı olmadığı da bir gerçek.

Gine Bissau kadar olmasa dahi uyuşturucu kaçakçılığının Batı Afrika ülkelerinin birçoğunda siyaset ve ekonomik faaliyetler üzerinde ciddi etkisi bulunduğu BM ve Afrika Birliği raporları tarafından teyit ediliyor.

Kenya ve Mozambik'te siyasetin önemli ölçüde uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere organize suçlardan elde edilen gelirlerle finanse edildiği ifade ediliyor.

Kenya'da ise uyuşturucu kaçakçıları elebaşları seçimlere katılarak yüksek siyasi makamlara gelebiliyor.
  

AFP.jpg

Gine-Bissau Cumhurbaşkanı Vieria 2009 yılında ulusal ordu mensubu bir grup asker tarafından öldürüldü / Fotoğraf: AFP

 

Güney Afrika

Sahraaltı Afrika'nın en gelişmiş ülkelerinden birisi ve G20 üyesi olan Güney Afrika'da siyaset ile organize suç örgütleri arasındaki ilişkiler Apartheid dönemine kadar uzanıyor.

Apartheid döneminde yasadışı ticaret, uluslararası ambargoya maruz kalan rejimin önemli bir tedarik yolu haline gelmişti.

Öte yandan sözkonusu rejime karşı mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi (ANC) de uyuşturucu kaçakçılığını bir finansman aracı olarak kullanıyordu.

Organize suç örgütlerinin varlığı ve siyasi elitle yakın bağları demokratik dönüşümün yaşandığı 1994 yılından sonra da devam etti.

Örneğin, yolsuzluk ve organize suçlarla mücadele için kurulan "Akrepler" adlı özel birim siyasilere dokunmaya başlayınca feshedildiği gibi, 2011 yılında öldürülen ülkenin önde gelen organize suç örgütü liderlerinden Cyril Beeka'nın cenazesi, ANC'nin bayrağına sarılı olarak kaldırıldı. 

Ancak devletin, en üst düzeydeki yöneticileri eliyle bir çıkar grubunun hizmetine sunulması esas itibarıyla Cumhurbaşkanı Zuma döneminde gerçekleşti.

Zuma'nın Hindistan asıllı Gupta kardeşlerle yasadışı ilişkileri "state capture", yani devletin ele geçirilmesi olarak adlandırılıyor.

"London School of Economics" profesörlerinden Abby Innes'e göre "state capture", devlet sisteminin yolsuz bir şekilde belli kişiler ve grup menfaatine hasredilmesiyle sınırlı olmayıp, bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için harekete geçebilecek güvenlik ve yargı gibi kurumların da zayıflatılmasını içeriyor.

Bu durumda örneğin aşırı hızdan yakalandığında polise rüşvet vermek yolsuzluk iken, arabasına "çakar" taktırıp istediği gibi hız yapabilmek "state capture" oluyor. 


Bu bağlamda, 1993 yılında Hindistan'dan Güney Afrika'ya göç eden "Gupta Kardeşler" altın dönemlerini Cumhurbaşkanı Jacob Zuma'nın görev dönemi içerisinde yaşadılar.

Zira Zuma bir yandan Güney Afrika kamu iktisadi kuruluşları/teşekküllerinden Gupta kardeşlere "ballı" ihaleler verirken, diğer yandan bunun önüne geçmek isteyen devlet memurlarını cezalandırıyordu.

O kadar ki Gupta kardeşler Maliye gibi kilit bakanlıklara kimin geleceğine veya bu bakanlıklardan kimin gideceğine etki edebiliyorlardı.

Dahası, diğer birçok kurum ve kuruluşun yanı sıra Güney Afrika'nın ulusal havayolu şirketi ve elektrik idaresi, Gupta kardeşlerin çıkarlarına amade kılınmıştı.

Bunun karşılığında Zuma'nın oğlu da dahil yakın çevresi, Gupta kardeşlerin şirketlerinde üst düzey görevlere getiriliyordu. Bu ilişki ağının diğer ayağını da muhtemelen rüşvet ilişkisi oluşuyordu. 

 
Söz konusu suç ortaklığı ülkede az sayıdaki gazetecinin yolsuzlukla ilgili elde ettikleri bilgileri ısrarla gündem yapmalarının ve yüksek yargı organlarının bağımsız kalabilmesi sayesinde bozulabildi.

Ancak, diğer birçok Afrika ülkesi Güney Afrika kadar şanslı değil. Yerel ve çokuluslu şirketlere Gupta kardeşler örneğine benzer imtiyazların verildiği bilinen Afrika ülkelerinde basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı bulunmadığı için suç şebekelerinden çoğunlukla hesap sorulamıyor. 

Devamı >>>