Giriş
Afrika kıtası devletleri son yıllarda dış ilişkiler ve dış yatırımlar bağlamında oldukça hızlı bir çeşitlenmeyi tecrübe etmekteler. Çok sayıda aktörün Afrika’ya ayak basmasıyla kendini gösteren bu durum, kuşkusuz kompleks bir ilişkiler ağı ortaya çıkartmakta. 19 ve 20. yüzyıllarda sınırlı sayıda aktörün etkileşim hâlinde olduğu kıta, 21. yüzyılın başlarından itibaren karmaşık bir ilişkiler ağı içine girmiş bulunmakta. Bugün Hindistan, Brezilya, İsrail, İran, Türkiye, Japonya, Güney Kore, Tayvan, Malezya, Endonezya, Körfez’deki Arap ülkeleri gibi aktörlerin nüfuz ve dostluk alanları elde etmeye çalıştığı Afrika kıtasında ABD, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin dâhil olduğu global bir rekabet de eskiden beri varlığını sürdürmektedir. Bütün bu görünüm bağlamında Afrika kıtasının dış aktörler arasında her geçen gün biraz daha artan bir rekabete sahne olduğunu söylemek çok da abartı olmayacaktır.
Bu rapor Afrika devletlerinin çeşitlenen ilişkiler ağını analiz etmek gibi makro bir niyet taşımamaktadır. Burada, daha çok küresel aktör olarak değerlendirilen ABD, Çin, Rusya ve AB ülkelerinin Afrika kıtasına dönük siyasetlerinin ve aralarında gerçekleşen rekabet ve iş birliklerinin analizi hedeflenmektedir. Analiz çerçevesini belli başlı aktörlerle sınırlamamızın amacı, karmaşık ilişkiler ağı içinde kaybolmadan Afrika’da yaşanan küresel rekabeti değerlendirebilmektir. Bu minvalde söz konusu küresel aktörlerin Afrika kıtasındaki siyasi, ekonomik ve askerî ilişkilerine mercek tutularak öncelikleri, yönelimleri ve nüfuz alanları belirlenmeye çalışılacaktır.
Küresel Siyasette Afrika’nın Yeri ve Önemi
Mevcut potansiyeline kıyasla Afrika kıtası küresel siyasetin ve ekonominin arka sıralarında bir konumda bulunsa da son yıllarda beliren bazı emareler, kıtanın giderek daha görünür hâle geldiğini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda küresel aktörlerin son dönemde Afrika’ya daha yoğun bir biçimde yönelmeleri de bu emarelerden biri sayılabilir. Bugün küresel ticaret hacmi içinde %2’lik bir yer tutan Afrika kıtası 1,3 milyarı aşan nüfusu ile küresel şirketler açısından piyasa değeri sürekli artan önemli bir pazar olarak görülmektedir. Özellikle büyüyen orta sınıf ile alım gücü günden güne artan genç ve dinamik bir Afrika söz konusudur. Bu nedenle küresel şirketlerin pazarlama bölümleri, Afrika pazarını artık daha dikkatli incelemekte ve analiz etmektedir. Bu şirketler cep telefonu, tablet gibi elektronik cihazlardan tekstil, gıda ve askerî ihtiyaçlara kadar pek çok alanda Afrika’nın artan pazar kapasitesini ve potansiyelini hesaplamaktadır.
Küresel şirketlerin pazar ve ham madde arayışları elbette sadece kendi girişimleri ile sınırlı değildir, küresel devletler de bu girişimlere dâhil olmaktadır. Bu bağlamda bu güçler arasında bir yandan kendi çıkarları doğrultusunda farklı stratejilerle kıtaya nüfuz edebilmek diğer yandan Afrika ülkelerinin altyapı, savunma, silah ve teknoloji ihtiyaçlarını karşılamak adına hummalı bir arayış söz konusudur. Bugün 54’ü bulan kıta ülkeleri, küresel siyasetin şekillendiği başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Afrika Birliği, ECOWAS, SADC, IGAD, EAC, ECCAS, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth), Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Arap Birliği, G-20, D-8, BRICS gibi bölgesel ve uluslararası oluşumların içinde yer almaktadır. Küresel aktörler de bu örgütlerde kendilerine destek veren ülkelerin sayısını arttırmak ve cephelerini güçlendirmek için Afrika ülkeleri ile ikili ilişkiler kurup bu ilişkileri geliştirme arayışını sürdürmektedir. Bu nedenle Afrika ülkelerinin bu örgütlerde sahip oldukları oy hakkı, stratejik bir değer taşımaktadır.
Amerika ve Asya kıtaları arasında Ortadoğu ve Avrupa’ya komşu olan Afrika kıtası, deniz ve hava ulaşımı açısından da kritik bir konumdadır. Bu minvalde Afrika kıtası önemli ticaret geçiş güzergâhlarına yakınlığı ile büyük bir öneme sahiptir. Arap Yarımadası ile Afrika Kıtası arasında yer alan Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz, Babu’l-Mendep Boğazı, Aden Körfezi; kıtanın güney ucundan geçen Ümit Burnu yolu; Afrika kıtası ile Avrupa arasında bulunan Akdeniz ve Cebelitarık Boğazı ve Batı Afrika’daki Gine Körfezi, bölgedeki başlıca önemli stratejik noktalardır. Uluslararası ticaret yollarının üzerindeki bu konumun, dünya ticaretinin büyük bölümünün aktığı hat olduğu da unutulmamalıdır. Bu lokasyonlara ayrıca ülkeler arası taşımacılık ve tatlı su potansiyeli bakımından Nil, Nijer ve Kongo havzalarını da eklemek mümkündür. Dünya ticaretinin güvenliği için ve lojistik bakımdan önemli olan bu stratejik yerler, aynı zamanda küresel ticarete yön veren aktörlerin de bu güzergâhları kendi çıkarları doğrultusunda emniyet altına alma çabalarına sahne olmaktadır.
Afrika kıtası bilindiği üzere yer altı varlıkları bakımından da oldukça zengin bir envantere sahiptir. Kıtada altın, elmas, uranyum, koltan, bakır, fosfat, demir, alüminyum, titanyum, kömür gibi pek çok önemli maden ve minarelin varlığı söz konusudur. Endüstriyel üretim hatları için gerekli olan ham madde ihtiyacının karşılanabilmesi bakımından stratejik öneme sahip olan Afrika madenleri, küresel aktörlerin ve küresel şirketlerin Afrika’ya ilgisini her zaman canlı tutmaktadır. Bu bağlamda özellikle Soğuk Savaş yıllarında Afrika’da yaşanan ABD-Sovyet çekişmesinin sadece ideolojik bir çekişme olmadığı, aynı zamanda kıtadaki kaynakların yönetimiyle de ilgili olduğu unutulmamalıdır.
Afrika’nın Doğal Zenginlik Haritası[1]
Afrika kıtasının yer altı kaynakları yalnızca madenlerle sınırlı değildir. Dünya enerji piyasalarını ilgilendiren önemli petrol ve doğal gaz keşifleriyle birlikte son yıllarda çok sayıda Afrika ülkesi petrol ve doğal gaz ihracatçısı hâline gelmiştir. 1973 yılında yaşanan petrol krizinin ardından kıtada gerçekleşen petrol ve doğal gaz arama faaliyetlerinin bir bölümünün olumlu sonuçlanmasıyla birlikte Cezayir, Libya, Kenya, Uganda, Sudan, Güney Sudan, Angola, Ekvator Ginesi, Kamerun, Nijerya, Çad gibi ülkeler bugün petrol ve doğal gaz zengini ülkeler hâline dönüşmüştür. Bu durum nedeniyle ExxonMobil, Shell, Total, Elf, Chevron, Petronas, Rosneft, Sinopec, Gazprom, Lukoil gibi küresel enerji şirketleri de Afrika’nın enerji yönünden artan stratejik önemine dikkat kesilerek, Afrika kıtasındaki operasyonlarını genişletme arayışına girmişlerdir.
Afrika kıtasındaki enerji sektörünün son yıllarda hem zenginleştiği hem de çeşitlendiği görülmektedir. Kıtada petrol ve doğal gaz gibi kaynakların yanında hidroelektrik santralleri, rüzgâr ve güneş enerjisinin kullanım alanları da giderek genişlemektedir. Alternatif enerji sektörlerine yatırım yapan küresel aktörlerin dikkatini çeken kıta, bu kaynaklar bakımından da oldukça zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Sahra Kuşağı ve Kalahari, güneş enerjisi için son derece büyük bir potansiyel sunarken Doğu Afrika, rüzgâr enerjisi bakımından; Nil, Nijer ve Kongo nehir havzaları da hidroelektrik enerji bakımından önemlidir. Bu minvalde biyolojik yakıt (biofuel) üretiminin Mozambik, Tanzanya ve Madagaskar gibi ülkelerde artmaya başladığını söylemek yerinde olacaktır.
Afrika kıtasının küresel aktörler için dikkat çeken bir diğer önemli yönü, zengin tarım potansiyelidir. Kıtada kakao, vanilya, kahve, çay, muz, ananas, mango, pamuk ve kauçuk gibi endüstriyel tarım ürünleri yetişirken Kenya’da Avrupa’ya ihracata yönelik çiçek yetiştiriciliği yapılmaktadır; Kongo Havzası ise kereste ve orman ürünleri bakımından zengindir. Kıta ayrıca hayvancılık, arıcılık ve balıkçılık yönünden de son derece önemli bir potansiyele sahiptir. Deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvan yetiştiriciliği başta Sudan, Somali, Çad, Nijer, Mali, Moritanya, Güney Afrika gibi ülkelerde öne çıkarken, faunanın zengin olduğu Kenya, Etiyopya, Uganda, Tanzanya gibi ülkelerde ise arıcılık önemli bir geçim kaynağı ve ihraç kalemidir. Bunun yanında kıta, balıkçılık yönünden de büyük bir rezerv barındırmaktadır. Japonya, Çin, Norveç gibi ülkelerden balıkçılıkla ilgilenen şirketlerin kıtadaki bu potansiyeli değerlendirdikleri görülmektedir.
Barındırdığı potansiyel ve sahip olduğu zenginlikler bakımından yukarıda sıralanan hususlar nedeniyle küresel siyaseti ve ekonomiyi şekillendiren aktörlerin Afrika kıtasına kayıtsız kalmaları pek mümkün değildir. Ancak bu devasa kıtanın tek bir küresel aktör tarafından nüfuz altına alınabilmesi de imkânsızdır. Bu nedenle küresel aktörlerin kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda farklı bölgelere ve sektörlere yöneldiği ve zaman zaman aralarında iş birliği yapabildikleri de gözlemlenmektedir.
Afrika Kaynaklarının Paylaşımı Üzerine Küresel Rekabet
Afrika kıtası üzerinde bugün şahit olunan rekabet ve çekişmenin geçmiş zamanlardan bu yana yaşandığı herkesin malumudur. 15. yüzyılda başlayan coğrafi keşiflerle birlikte Afrika kıtası Avrupalı güçlerle etkileşim içine girmeye başlamış ve neticede bilindiği gibi kolonyal sömürge dönemi söz konusu olmuştur. Avrupalı güçlerin kendi aralarındaki rekabetin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kıtaya son derece olumsuz yansıdığını belirtmek gerekir. Avrupa’daki sanayileşmeyle paralel giden bu süreçte İngiltere, Fransa, Belçika, Almanya, Hollanda, Portekiz ve İspanya arasında büyük bir mücadele yaşanmıştır. Bu doğrultuda 1884-1885 yılları içinde gerçekleşen Berlin Konferansı ile “muhteşem Afrika pastası (magnifique gâteau Africain)”[2] kolonyal Avrupa güçleri arasında savaşmadan pay edilmiştir.
Afrika kıtasının sömürgeleştirilmesiyle sonuçlanan bu Afrika Çekişmesi (The Scramble for Africa) son kertede bir uçta zenginleşen “Batı” diğer uçta ise fakirleşen bir Afrika ortaya çıkartmıştır. Bu çekişme akabinde Batılı güçlerin kendi aralarında başlayan ideolojik Soğuk Savaş döneminde (1947-1990) de Afrika kıtası ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki amansız kapışmaya sahne olmuştur. Askerî darbeler ve silahlı çatışmalarla ağır bir tahribatın yaşandığı bu dönemin kıtaya iyi bir miras bıraktığını söylemek imkânsızdır. Kolonyal dönemde olduğu gibi Soğuk Savaş evresinde de Afrika kıtasında gerçekleşen insan hakları ihlallerine yönelik taraflı tutum, stratejik çıkarlar doğrultusunda devam ettirilmiştir.
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte 1991 yılından itibaren küresel siyaset yeniden şekil almaya başlamıştır. Bu süreçte dikkat çekici hususlardan biri, yeni aktörlerin yükselişi ve Afrika kıtasına yönelik açılımları olmuştur. Son yıllarda Çin, Japonya, Güney Kore, Tayvan, Hindistan, Malezya gibi Asyalı aktörlerin Afrika kıtasına açılımı yadsınamaz bir seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. Örneğin daha 20 sene öncesine kadar Afrika ülkeleriyle mütevazı ilişkilere sahip Çin, bugün kıtada ekonomi, yatırım, madencilik, enerji gibi alanlarda önemli bir aktöre dönüşmüş durumdadır. Küresel siyasetin yeni dönemde şekillenişi elbette sadece Asyalı aktörlerin yükselişiyle sınırlı değildir. Diğer taraftan Sovyetlerin enkazından çıkarak yeniden küresel bir aktör olmak için çaba sarf eden Rusya da Afrika’da yükselen yeni güçlerden biridir. Beri yandan bilindiği gibi Türkiye de bağımsız bir aktör olarak kıtayla ilgili politikalarında önemli açılımlar yaparak Afrika’nın birçok ülkesinde kendi varlığını hissettirmeye başlamıştır.
Batı Bloğu karşısında yer alan bu aktörlerin Afrika’da artan etkileri, kuşkusuz Batı Bloğu ülkelerinin bugüne kadar Afrika’daki siyasi, ekonomik ve kültürel alanda kurdukları hegemonyayı ve inşa ettikleri stratejik çıkarları tehdit etme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle bugün “Yeni Kapışma” (The New Scramble for Africa) “Yeni Soğuk Savaş” ya da “Yeni Sömürgecilik” (neo-kolonyalizm) gibi ifadelerle nitelenen farklı bir rekabet dönemi başlamıştır.
Çin ve Afrika: Yükselen Yeni Güç
Afrika’da yükselen Çin olgusunun gözlemlenebileceği yerlerin başında havalimanı terminalleri gelmektedir. Geçtiğimiz temmuz ayının sonlarına doğru Quartz Afrika’da yer alan dikkat çekici haberlerden birinde, Çin ile Afrika kıtası arasındaki uçuşların %630 oranında arttığı yazmaktadır.[3] Esasında bu durum büyük oranda Etiyopya Havayolları’nın sefer sayısındaki artıştan kaynaklanırken, son dönemde yaşanan Koronavirüs salgınına kadar Addis Ababa’daki Bole Uluslararası Havalimanı’na inildiğinde, terminaldeki yabancıların büyük çoğunluğunun Çin ve diğer Uzakdoğu ülkelerinden gelen yolculardan oluştuğunu gözlemlemek mümkündü. Yaşanan gelişmelere bakıldığında 2000’lerin başında kıtaya yaptığı yatırımları hızlandıran Çin’in kısa sürede Afrika kıtasının stratejik partnerlerinin en büyüğü hâline dönüştüğü görülmektedir. Günümüzde kıtanın değişik yerlerinde Çinli şirketler tarafından inşa edilen kamu binaları, baraj, kara yolu, tren yolu, havaalanı, liman, stadyum gibi projeleri ya da Çin şirketlerinin işlettiği madenleri veya petrol rafinerilerini görmek mümkündür.
Her ne kadar son yıllarda Afrika kıtasında Çin nüfuzu fazlasıyla dikkat çekse de Çin yakın tarihi incelendiğinde Çin’in Afrika ile dostluğunun esasında Soğuk Savaş döneminde yeşerdiği görülmektedir. Genel olarak bakıldığında Çin’in Afrika kıtasına yönelik politikaları 1955-1956 yıllarına kadar uzanmaktadır. İdeolojik dostluklar kurma ve Sovyetleri dengeleme stratejisi, bu dönemde Çin’in Afrika siyasetinin belkemiğini oluşturmuştur. Bu yönde Çin, Mao Zedong döneminde Cezayir, Angola, Gine Bissau, Mozambik ve Zimbabve gibi yerlerde sömürge idarelerine başkaldıran bağımsızlık hareketlerine maddi ve teknik yardım; Tanzanya, Gine ve Zambiya gibi ülkelere de finansal yardım sağlamaya başlamıştır.[4]
1960’lı yılların ortalarında, 1958 yılında bağımsızlaşmasıyla birlikte Fransa ile sorun yaşayan Gine Devlet Başkanı Sékou Touré ile kurulan iyi ilişkiler neticesinde, Gine Çin’in kendini hissettirdiği ilk Afrika ülkesi olmuştur. Çin’in sigara, kibrit ve yağ fabrikası yanında pirinç ve çay tarım çiftlikleri kurduğu, sinema ve 2.000 kişilik konferans salonu inşa ettiği Gine’de 3.000 kadar Çinli teknisyen ve uzman görev yapmıştır.[5] 1970’li yılların başında ise Tanzanya-Zambiya arasında 405 milyon dolara mal olan 1.860 km uzunluğundaki Darusselam-Kapiri-Mposhi hattında inşa edilen 10 km uzunluğundaki tünel ve 300 kadar köprünün bulunduğu TanZam demir yolu, Çin’in bu dönemde Afrika’da gerçekleştirdiği en önemli altyapı projesi olmuştur.[6]
Bu evrede “saygı, sevgi ve destek” sloganını kullanan Çin tarafından bağımsızlık hareketlerine verilen destek ve bağımsızlık sonrası çeşitli altyapı projelerine sağlanan teknik ve maddi katkı, sonraki yıllarda Afrikalılar nezdinde Çin’e büyük bir prestij ve olumlu bir imaj kazandırmıştır. Komünist Çin’in Afrika ile ilişkilerine yoğunlaşan akademisyenler, 1971 yılında BM’de gerçekleşen oylamaya dikkat çekmektedir. Çin’in yürüttüğü kampanyaya Afrika devletleri BM’de güçlü bir şekilde destek vermiş ve Çin bu sayede BM’de yer alabilmiştir.[7]
1978 yılından sonra ekonomik dönüşümün başlamasıyla Çin, ikili ilişkilerine daha fazla önem vermiş ve 1982 yılında Zhao Ziyang, 10 Afrika ülkesini kapsayan önemli bir Afrika turu gerçekleştirmiştir.[8] Soğuk Savaş mücadelesinin yumuşama evresine girdiği 1980’li yıllarda Çin de kapitalist ekonomiye geçiş hazırlıkları yapmaya başlamış ve 1990’lı yıllara gelindiğinde ekonomi modelini yeniden revize ederek üretim, ham madde ve pazar gibi olgulara son derece önem veren bir aktöre dönüşmüştür. Bu minvalde Afrika siyasetini de ideolojik ve yardım merkezli bir anlayıştan ekonomi ve yatırım merkezli bir zemine taşıyan Çin, kıta ülkeleriyle ticaret hacmini geliştirmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır.
Afrika kıtasında Çin dendiğinde şüphesiz akla gelen ilk yer Zambiya’dır. 1970’li yıllarda Tanzanya-Zambiya demir yolu hattının açılmasının ardından 1990’lı yıllarda Çin devlet şirketlerinin ilk yatırım yaptığı yer burası olmuştur. 1990’ların sonralarına doğru Zambiya’da IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri doğrultusunda gerçekleştirilen özelleştirmelerden faydalanan Çinli firmalar, Zambiya bakır madenlerinde büyük hisseler alıp işletme ruhsatı elde ederken Zambiya kısa sürede Çin’in yatırım yaptığı özel bölgelerden birine dönüşmüştür.
Zambiya’da yakalanan başarıyla birlikte kıtanın başka yerlerinde de özel bölgeler oluşturma stratejisi yürürlüğü sokulmuş ve Nijerya, Cezayir, Mısır ve Etiyopya’da kurulan özel serbest ticaret bölgeleri Çin’in Afrika kıtasındaki ticaret hacminin artmasına büyük katkı sağlamıştır. Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 2000’li yılların başında 10 milyar dolar gibi düşük bir seviyedeyken bugün 200 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır. 40 kadar Afrika ülkesi Çin’le ticari ilişkilerinde ticaret açığı verirken Çin’in Afrika’dan yaptığı ithalatın %70’ini madenler, petrol ve kauçuk oluşturmaktadır.[9] Ayrıca Çin, son yıllarda Afrika’ya gerçekleşen silah satışının da önemli tedarikçilerinden biri hâline gelmiştir. 2008-2012 ile 2013-2017 zaman aralıkları karşılaştırıldığında Çin’in kıta ülkelerine silah satışının %55 oranında arttığı görülmektedir. Çin’in Afrika silah pazarındaki toplam satış oranı %8 seviyesinden %17’ye yükselmiştir.[10]
Bugün 1 milyondan fazla Çinlinin Afrika ülkelerinde ikamet ettiği ve 10.000’den fazla Çin şirketinin de Afrika kıtasında iş yaptığı tahmin edilmektedir.
Çin-Afrika ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir adım, üç yıllık periyotlarla iki tarafı bir araya getiren Çin-Afrika İşbirliği Forumu’dur (FOCAC). İlk kez bakanlar seviyesinde 2000 yılında Pekin’de düzenlenen FOCAC, 2003 yılında yine bakanlar seviyesinde Addis Ababa’da düzenlenmiştir. 2006 yılında Pekin’de zirve şeklinde gerçekleşen FOCAC, 2009 yılında Mısır’ın Şarm el-Şeyh şehrinde ve 2012 yılında Pekin’de bakanlar seviyesinde gerçekleştirilmiştir. İkinci FOCAC zirvesi 2015 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde, üçüncü zirve ise 2018 yılında Pekin’de yapılmıştır. FOCAC konferans ve zirveleri Çin’in Afrika siyasetini takip etmek açısından önemli bir mecradır; zira periyodik olarak düzenlenen bu toplantılar, Çin’in Afrika siyasetinin ipuçlarını yansıtmaktadır. 2006 Pekin Zirvesi’nde Afrika ülkelerine yönelik 5 milyar dolarlık borç paketi açıklayan Çin, 2009’da Şarm el-Şeyh’te 10 milyar dolar, 2015’te Johannesburg’da 60 milyar dolar ve 2018’de son Pekin Zirvesi’nde de 60 milyar dolar tutarında borç paketi ilan etmiştir.
Her fırsatta “kazan-kazan” söylemini dile getiren Çinli yetkililer, kullandıkları profesyonel dille Afrika kıtasının önceliklerini ve ihtiyaçlarını önemsedikleri izlenimi vermektedirler. Pekin Zirvesi’nde Çin’in Afrika ile ilişkilerindeki temel prensipleri, uzak durulması gereken beş yaklaşım şeklinde ifade eden Xi Jinping, “5-Hayır” şeklinde özetlediği prensipleri şöyle sıralamıştır: Afrika ülkelerinin kalkınmada izledikleri yola müdahale, iç işlerine müdahale, kendi isteklerini Afrika ülkelerine dayatma, şartlı yardım, siyasi ve ekonomik kazanç noktasında benmerkezcilik.[11]
Çin’deki üretim hatlarının sorunsuz işleyebilmesi için Çin yönetiminin ihtiyaç duyulan kaynaklara kolay ve ucuz maliyetle erişebilmesi gerekmektedir. Bu minvalde altyapı ile kaynaklar arasında bir korelasyon oluşturan Çin, “altyapıya karşı kaynak” yaklaşımı doğrultusunda liman, havaalanı, kara yolu, demir yolu, stadyum, kamu binaları, köprü gibi altyapı projeleri ile Afrika ülkelerini borçlandırmakta, bu borçların da maden, petrol ve doğal gaz gibi yer altı kaynaklarıyla ödenmesini kabul etmektedir. Üstlendiği altyapı projelerinde devlet ortaklı Çin inşaat firmalarını görevlendiren Çin yönetimi, daha alt kademedeki taşeron şirketleri bile Çin’den seçmektedir.[12] Bu nedenle Çin’in üstlendiği altyapı projesi sayısı çoğaldıkça, Afrika kıtasındaki Çin varlığı da güçlenmektedir. Bazı değerlendirmelere göre bugün 1 milyondan fazla Çinlinin Afrika ülkelerinde ikamet ettiği ve 10.000’den fazla Çin şirketinin de Afrika kıtasında iş yaptığı tahmin edilmektedir. Bu hususta Çin’in Afrika’daki varlığına olumlu bakan Deborah Brautigam, Çin yatırımlarının ve yardım programlarının sadece yer altı kaynakları bakımından zengin Afrika ülkelerine yoğunlaşmadığını, kıtadaki ada ülkeleri dâhil her bir ülkeye yatırım ve yardım yapıldığını belirtmektedir.[13] Kıtada Çin’le bu tarz bir ilişkiye girmeyen tek ülke, Tayvan’ı tanıyarak diplomatik ilişki kuran Eswatini Krallığı’dır.[14]
Afrika kıtası 1993 yılından itibaren petrol ithalatçısı hâline gelen Çin için önemli bir petrol tedarik bölgesi olma işlevi de görmektedir. Bu nedenle Çin devletine bağlı petrol şirketleri 1990’lı yıllardan itibaren Afrika petrolleri için girişimlere başlarken o yıllardaki ilk yatırım sahası Sudan olmuştur.[15] 1990’lı yıllarda siyasal İslam’ın iktidarda olması nedeniyle Batı ile ilişkileri bozulan ve ambargoya maruz kalan Sudan’da mevcut süreç Çin için önemli bir fırsata dönüşmüş ve ülkenin petrol sektörüne girişini kolaylaştırmıştır. 1999 yılında Sudan’da 1.600 km’lik Hiclic-Port Sudan petrol boru hattını inşa eden ve petrol rafineleri kuran Çin, izleyen yıllarda Sudan ve Güney Sudan petrollerinin yanında Angola, Nijerya, Kongo, Çad ve Libya petrollerinin de önemli bir alıcısı hâline gelmiştir. Bugün Çin, petrol ihtiyacının %10-13’ünü Angola’dan, %2,7’sini Kongo’dan, %2’sini Libya’dan ve %2’sini Güney Sudan’dan karşılamaktadır. Bu da Çin’in toplam petrol ihtiyacının yaklaşık %20’sine tekabül etmektedir. Dolayısıyla Afrika, Ortadoğu’dan sonra Çin’in petrol ihtiyacını karşıladığı ikinci önemli bölge olmaktadır.
Çin-Afrika ilişkileri çeşitli alanlarda genişlerken Çin’in kıtada gerçekleştirdiği doğrudan dış yatırımların (FDI) kümülatif tutarı da yükselmektedir. 2013 yılında 26 milyar dolar olarak gerçekleşen Çin’in Afrika’daki FDI stoku 2017 yılında 43 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Bu rakama Hong Kong da dâhil edildiğinde tutar 60 milyar dolar seviyesine yaklaşmaktadır.[17] Çin’in Afrika kıtasındaki artan yatırımlarına ve ticari ilişkilerine paralel olarak bölgedeki askerî varlığını da güçlendirme arayışı içinde olduğu görülmektedir. 2017 yılında ABD’nin en önemli askerî üssünün bulunduğu Cibuti’de bir askerî üs açan Çin, BM bünyesindeki barış koruma operasyonlarına da asker göndermektedir. Mali ve Güney Sudan’daki BM misyonlarına asker sağlayan Çin, aynı zamanda kıtanın önemli silah tedarikçilerinden biri olmaya başlamıştır. Çin ayrıca 2018 yılında 50 Afrika ülkesinden üst düzey askerî komutanın katılımıyla Çin-Afrika Savunma ve Güvenlik Forumu’nu icra etmiştir.[18]
2012 yılında hibe olarak Afrika Birliği genel merkez kompleksini inşa eden Çin, son yıllardaki en büyük yatırımlarından biri olan “Yol ve Kuşak Projesi” kapsamında Afrika kıtasına büyük önem vermektedir. Bu proje çerçevesinde Çin’in özellikle Doğu-Batı deniz ulaşım ağının önemli bir parçası olan Doğu Afrika, Kızıl Deniz ve Aden Körfezi civarındaki ülkelere ve buralardaki stratejik limanlara yatırımları söz konusudur. Bu bağlamda Çin’in Somali, Somaliland, Sudan, Cibuti, Etiyopya, Kenya ve Tanzanya gibi ülkelerle ilişkilerini derinleştirmeye çalıştığı gözlenmektedir.