Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Afganistan’da Rabbani, Hikmetyar, Ahmetşah... Türkiye’de Erdoğan, Gül, Davutoğlu...

Dr. Bekir Tank, Afganistan cihadı sonrasında “mücahit” liderlerin daha sonra birbirlerine karşıt olmalarından hareketle, bizim liderlerinde bunca mücadeleden sonra birbirlerine karşıt olmalarının yanlışlığına dikkat çekiyor.

Afganistan’da Rabbani, Hikmetyar, Ahmetşah... Türkiye’de Erdoğan, Gül, Davutoğlu...

Böyle bir karşılaştırmayı yapma ihtiyacı duymamızın nedeni, dünyanın neresinde olursak olalım, özlemini duyduğumuz adil bir dünyayı inşa etmek adına onca bedel ödeyerek elde ettiğimiz kazanımları her defasında yetmezliklerimize, süfli amaçlarımıza ve ihtiraslarımıza kurban etmemizdir. Allah’ın verdiği nimetlere bu denli nankörlük etmenin karşılığı da işte her yerde yaşadığımız zillettir.

Gençlerimiz öğrensinler ve bizler de hatırlayalım: Rusların Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal etmesine Afgan halkı topyekûn bir direniş göstermişti. Bu şanlı direnişin öncüleri, önderleri Burhaneddin Rabbani’ler, Gülbeddin Hikmetyar’lar, Ahmetşah Mesut’lar, Sayyaf’lar ve daha niceleri idiler. Afganlılar, aralarında yaşayageldikleri onca olumsuzluklara rağmen Rusları on yıl sonra kovmayı başardılar. Bu cihadın bedeli büyük mü büyük oldu: Baştan başa harabeye dönüştürülen bir ülke... Yüz binlerce şehit... Milyonlarca yaralı, sakat, yetim ve dul... Ve tabii ki, tecavüzlerle yıkılan dünyalar...

İşte Hz. Muhammed (sav)’in de bir zafer dönüşünde buyurdukları gibi, Afganlılar için de sıra büyük cihada geldi. Yukarıda adı geçen ve geçmeyen liderler aklıselim ile davranıp, Allah’ın verdiği bu büyük nimete layık olmanın çabası içinde olup istişareyi ve adaleti esas alacaklarına, ne yazık ki, ihtiraslarına sarıldılar.

Sonucunu gördük ve görüyoruz...

İmdi gelelim Türkiye’mize...

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte yıkılan ve parçalanıp bölüştürülen Osmanlı Devleti... Elde kalan ve yeni işgallere maruz kalan Anadolu’nun kurtarılması... Ve yıllar süren savaşlardan ve işgallerden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti...

Sıra yaralarımızı sarmaya, inancımızla, namusumuzla, ezanımızla ve kısaca onurumuzla yaşamaya gelmişken, bu kez içeriden beklenmedik saldırılar...

Milletin iradesinin tecellisi olan Birinci Meclis’in yerine iradesine saygı duymayanların ve milletin inancına karşı savaşanların belirleyici olduğu yeni bir meclis ve sonrası...

Amaçları, %99’u Müsüman olan bir toplumu dönüştürmek iddiasında olanlar, bu emellerinin önünde engel olarak gördükleri herkesi ve her şeyi etkisiz hale getirmek adına kesintisiz şiddete ve kanlı harekatlara başvurdular... Bu zulümlerini meşrulaştırmak için, “irtica” ve “bölücülük” adını verdikleri iç düşmanlar ihdas ettiler... 

Bizler hala kendimizi avutup kandıraduralım, gerçek olan şu ki, toplumun ezici çoğunluğu hala bu rejimin ötekisidir. Zulümler eskiye göre geriletilmiş olsa da bu çoğunluğun rejimin “ötekisi” olma hali devam etmektedir.

Bunun bilincinde olan bu millet de her zaman bu zilletten kurtulmanın çabası içinde olageldi. Gün geldi, “ehveni şer”i tercih etti ve gün geldi, sadece ezanına saygı duyanı...  Ama şehitlerinin kanı ile yoğrulmuş vatanında onların ruhuna yaraşır, yani adaletin esas olduğu bir düzeni kurma yönündeki mücadelesinden ödün vermedi. Zaten milletin adalet vaadinde bulunanları iktidar yapması ve adaleti tesis edecekleri ümidiyle canı pahasına 20 yıldır iktidarda tutuyor olması da bu kararlılığının göstergesi değil mi?

Milletin bu bilinçle seçtiği ve bugün her biri bir partinin başında olanlara gelince...

İsimlerini de yazalım: Sayın Erdoğan, Sayın Gül, Sayın Davutoğlu, Sayın Karamollaoğlu, Sayın Davutoğlu ve Sayın Babacan...

Hepsinin eşleri örtülü... Neden eşlerinin örtülü olmalarına dikkat çektiğimizi tahmin etmişsinizdir. Yani dememiz o ki, sadece eşlerinin örtülü olmaları bile bir zamanlar ne gibi haksızlıklara maruz kaldıklarının bir göstergesidir. Diğer zulümler de saymakla bitmez. Kaldı ki, en büyük zulüm adaleti olmayan bir anayasa ile yönetiliyor olmamız değil mi?

Yukarıda adı geçen liderler de bir zamanlar Afgan liderlerin yaşadıkları sürecin aynısını yaşamaktadırlar. İnandıklarını söyledikleri değerleri kendilerine hakem, düstur ve ortak payda yapacaklarına, her biri düne kadar mahkum ettikleri zihniyetlere doğru savruldular. Kimisi düne kadar ayaklarının altına aldığı milliyetçiliğe sığınırken, kimileri de soluğu, geçmişte olduğu gibi bugün de ellerine geçirecekleri ilk fırsatta kaldıkları yerden zulümlerine devam edeceklerin yanında almış durumdalar.

Bu hallerinin verdiği derin endişeden dolayıdır ki, millet de liderlere soruyor: Cumhuriyetin 100. Yılına tekabül eden bu seçimde size emanet ettiğimiz oylarımızı yine söz verdiğiniz gibi, daha adil bir Türkiye’nin inşaası yönünde mi kullanacaksınız, yoksa ırkçılıkla, ötekileştirmekle ve zulümle malul olan bu rejimin bir yüz yıl daha devamı yönünde mi feda edeceksiniz?

Tabii ki, bizim temenniden de öte dualarımız ve çabalarımız, ihtiraslarına yenik düşmemeleri, adaleti ve istişareyi ilişkilerinin merkezine almaları ve emanete ihanet etmemeleridir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER