Afganistan’da İç Savaş Zor Ama IŞİD Bir Tehdit

Afganistan’daki selefi küreselci hareketlerin radikalleşerek IŞİD’e yönelmesi riski üzerinden bir tehdit muhtemel. IŞİD ve El Kaide’nin Afganistan’daki geleceğini Taliban’ın ne yapacağı belirleyecek.

Afganistan’da İç Savaş Zor Ama IŞİD Bir Tehdit

Naman Bakaç, Levent Kemal ile Afganistan’daki durumlarla ilgili bir röportaj gerçekleştirdi.

İki hafta öncesine kadar sadece ABD ile pazarlıklar nedeniyle gündemde olan Afganistan ve Taliban, şimdi bültenlerin birinci sırasında. ABD’nin “en uzun süren savaşı” yenilgi ve çekilmeyle sonlanırken, Taliban hem siyasi hem de askeri sahada güçlenerek iktidarı ele geçirdi. İktidara gelmesiyle birlikte 2001 yılındaki NATO işgali, Taliban’ın direnişi, değişip değişmediği, nasıl bir yönetim profili çizeceği, Şeriat tartışmaları, kadın hakları, Afganistan’ın istikrarı ve güvenliği ile Asya’nın jeopolitik ve jeostratejik çekim gücü daha çok konuşulur oldu.

Biz de bu sıcak gündem başlıklarına; tarihsel, düşünsel açıdan ve aktüelin penceresinden bakabilmek için uzun yıllar Suriye, Irak, Afganistan ve Ortadoğu gibi çatışma bölgelerini birebir yakından takip eden, sahadaki aktörleri, süreçleri ve stratejileri derin ve analitik bir perspektifle okuyan gazeteci-yazar Levent Kemal ile konuştuk. Avrupa ve Japonya’daki kimi kurumlara danışmanlık yapan, geçmişte Al Jazeera, Anadolu Ajansı gibi medya kurumlarında çalışmış, şimdilerde ise Middle East Eye, Acta Fabula gibi haber-düşünce sitelerinde ve Perspektif’te analizleri yayınlanan Kemal ile Afganistan ve Taliban’ın tarihsel sürecini, ABD ve Sovyet işgalini, Afgan iç savaşını, 1996 ile 2021 Taliban dönemlerinin mukayesesini, radikal İslamcılığın geleceğini, Taliban ve Afganistan’ın gelecek projeksiyonunu, Çin ve Rusya’nın Asya hinterlandındaki hegemonya mücadeleleri gibi bir dizi başlıkları ele alan bir ufuk turu gerçekleştirmeye çalıştık.

Naman Bakaç, Perspektifonline

Biden Afganistan’dan çekilirken “Afganistan imparatorluklar mezarlığıdır” diyerek Afganistan’ın kadim tarihinde yer alan Safevilerden, Gaznelilere, Babürlerden İngilizlere, Sovyetler Birliği’nden ABD’ye kadar bir dizi imparatorluklara ve büyük devletlere gönderme yapmıştı. Afganistan’ın hangi demografik, toplumsal, siyasal ve tarihsel kodları imparatorluklar mezarlığı vasfını kazanmasına yol açmıştır sizce?

Modern dönem öncesinde Afganistan’daki halkları bir arada tutan şey aşiret ilişkileri idi ve bu ilişkiler İslam’ın bölgede yayılması ile Sünni bir tutkalla katmerlendi. Gazneliler döneminde yönetimle inişli çıkışlı ilişkileri olsa da Afgan bölgesindeki aşiret konfederasyonları merkezi yönetimle uyum içinde idi. Ancak sonraki yıllarda bölgeye egemen olmak isteyen imparatorlukların dini yahut sosyolojik baskıları bu aşiret birliklerinin isyanı ile karşılaştı.

Afganistan’ı imparatorluklar mezarlığına dönüştüren ilk tohum da bu evrede Sünni Peştun aşiretlerinin Safevilere karşı isyanı ile atıldı. Safevilerin bölgeye Şii inancı dayatması karşısında Peştunlar, ataları Kays’ın Hindukuş’tan Arabistan’a seyahat ettikten sonra İslam’ı doğrudan Hz. Muhammed’in elinden kabul ettiği inancının etkisi ve Mekke’den alınan fetva ile harekete geçtiler. Safevilere karşı bu isyan, dağınık haldeki Peştunların ortak bir amaca yönelik ilk hareketiydi. Bu dönem aynı zamanda Asya’daki İngiliz yayılmacılığı dönemiydi. Afgan coğrafyası Peştunlar öncülüğünde Safevilere karşı isyan ile ilk ‘yabancı olmayan’ iktidarı kurmuştu. O gün için bile çok güçlü denilecek bir ordu kurmuşlardı. Durrani hanedanının 120 bin kişiye yaklaşan ordusunun 40 bini sürekli askerdi. Gerisi ise aşiret askerlerinden oluşuyordu. Bu sistem merkezi otoriteyi aşiretler karşısında zayıf düşürse de Afgan coğrafyasını işgal etmek isteyen güçler açısından büyük bir sorun olacaktı.

Sonrasında gelen İngiliz işgali bu sorunu can alıcı şekilde yaşadı. Afgan-İngiliz savaşlarının üçünde de modern, organize, ateş gücü açısından üstün olan, zamanın İngiliz ordusu, Afganlar tarafından yenilgiye uğratıldı. Üstelik İngiliz işgali Sünni Peştun, Özbek ve Beluçlar ile Safevilerin etkisiyle Şiileşen Hazaralar arasındaki buzları da eritmişti.

İngilizler bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Ancak bölgeden çekilirken Afgan coğrafyasının en büyük etnik grubunu, Hotak ve Durrani hanedanlıkları ile görece ulus bilinci oluşan Peştunları, İngilizler Durand Hattı ile ikiye böldüler. Bu daha sonraki yıllarda siyasal ve toplumsal olarak büyük bir soruna dönüşecekti. Fakat bundan önce Afganistan, Emanullah Han dönemini yaşadı. Bu dönem Afgan toplumunda etnik farkları gözetmeden şehirlerden kırsala doğru modernleşmenin taç yaptığı bir dönemdi. Emanullah Han ülkesini modernleştirme çalışmalarının yanı sıra uluslararası ilişkilerde de çağının önde gelen isimlerinden biri olarak göze çarptı. Afganistan’ın geçmişten gelen tüm çatışma ve sorunlarına rağmen Emanullah Han dönemi ülkenin, daha sonraki dönemlerle bile karşılaştırıldığında, en hızlı geliştiği dönemdi.

Bu manada inanç ve aşiret hanedanlıklarının çekişmeleri üzerine kurulu Afgan toplumu modern siyaset ile Emanullah Han döneminde tanıştı. Bu dönem modern ideolojilerin Afganistan’a giriş yaptığı dönemdi aynı zamanda. Emanullah Han ülkesinin kurucu lideri idi. Mustafa Kemal Atatürk ile benzerliğine rağmen Emanullah Han ülkesinin geçmişten getirdiği sosyolojik sorunlarını çözemedi. Bu dönemde Afganistan’da kır ile kent arasındaki sosyolojik kopuşun başladığı bir dönemi ifade ediyordu. Modernleşme ve ilerlemeciliğin merkezi konumuna gelen kentler; hukuk, düşünce ve çağdaş iklimler yaşarken kırsaldaki aşiret ve din gibi kurumlar tersi şekilde güçlerini arttırıyordu. Habibullah Kalakani dönemi bu güçlenmenin klasik bir örneği oldu.

Afganistan’daki modernleşme girişimi Muhammed Zahir Şah’ın iktidarındaki girişimler dönemine kadar akamete uğradı. Ancak O’nun çabaları da kentlerle sınırlı kaldı. Oysa Afgan toplumunun çoğu kırsalda idi ve tepeden modernleşme modelleri için ülke iktidarının önünde demografik dağılım dışında da pek çok etmen vardı. Ne var ki Muhammed Zahir Şah’ın modernleşme modeli dışa bağımlı idi ve bu bağımlılıktan en çok devrim ihraç etmek isteyen Moskova yararlandı.

Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin 1978’teki müdahalesi ile Afganistan’da sosyalist bir dönem başladı. Ancak bu dönem hem Pakistan sınırındaki Peştun özerklik hareketi ile hem de ekonomik sorunlarla uğraşmak zorunda idi. Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin lideri Nur Muhammed Terakki’nin parti içindeki çekişmede öldürülmesi sonucu Hafızullah Âmin ülkenin başına geçti. Ancak bu durum Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline yol açtı. Artık Afganistan’da geleneksel toplumu temsil eden siyasi yelpaze de değişmişti.  Dini motivasyonlu aşiretler, cumhuriyetçiler, monarşi yanlıları ve komünistler ülkede yerini almıştı. Ancak Sovyet işgali ülkenin ilk önceliği idi ve komünistler bu nedenle diğer tüm toplumsal ve siyasal grupların tepkisini çekmişti. Sovyet işgali de dağınık ve merkezi otoriteye boyun eğmeyen, yerelde sıkı bağlarla birbiri ile iletişim kuran aşiret ve aile yapılarının karşısında kalmıştı. Sovyetlerin varlığı kentin düşüşü karşısında kırsalı ve kırsaldaki inanç-düşünce sistemini güçlendirdi. Özellikle komünizm karşısında İslam düşüncesi güçlendi. Bu özellikler sonraki dönemde ABD’nin de karşısına çıktı. Afgan toplumu geçmişten süzülüp gelen bu özellikleri ile işgallere karşı direnç oluşturdu.

AFGAN VE TÜRK MODERNMEŞME SÜREÇLERİ ÇOK FARKLI

Afganistan ile Türkiye arasında analojiler kurularak, her iki ülkenin bağımsızlık süreçlerinden, modernleşme çabalarına, kurucu iradeden kurucu aktörlerine değin paralellikler kuruluyor. Nedir benzeşen ve ayrışan yönleri?

Esasen bu analojiler tam olarak oturmuyor. Türkiye ile Afganistan arasında ciddi sosyolojik ve tarihsel farklar var. Afgan siyasi hayatı, 19. yüzyıl sonrasından itibaren bir hanedanlar savaşı olarak şekilleniyor. Bu durum uluslaşma sürecini, kuruluş evresini etkiliyor. Emanullah Han dönemi ile Atatürk dönemi arasında modernleşmenin tatbiki açısından benzerlikler olsa da bu süreçleri etkileyen ve şekillendiren, Türkiye’deki sosyolojik yapı ile Afganistan arasındaki farklar ciddidir.

Türkiye’de modernleşmenin kurucu düşüncesi, kesintisiz bir şekilde sürmeye devam ederken, Afganistan’da Emanullah Han döneminden sonra tersine bir gidiş oldu. Türkiye’de kent ile kır arasındaki siyasi toplumsal bağın tesisi için hayata geçirilen kurumlar başarılı bir şekilde modernleşme-kurucu düşüncesini yayarken Afganistan’da bu gerçekleşmedi. Bunun temel nedenlerinden biri de modern Türkiye’nin Osmanlı’dan kalan bazı kurumları dönüştürmedeki başarısıydı. Atatürk dönemi Osmanlı kurumlarını içerik ve uygulama açısından değiştirip var olan teşkilatın kırdaki etkinliğini kullanmayı başardı. Ne var ki Afganistan’da her zaman zayıf olan merkezi idare nedeniyle modernleşme ve/veya kurucu düşünceler kırda etkili olamadı. Doğal bir sonuç olarak bu durum iki ülkenin uluslaşma olarak adlandırılan süreçlerinde de farklılıklara neden oldu.  Detay gibi görünse de bu farklılıklar oldukça önemli etkilere sahip. İki toplumun, ülkenin tarihi ve mevcut durumundaki özgünlükler de bu detaylardan süzülerek geliyor.

SOVYET İŞGALİNE AYAKLANAN HALKI, MÜCAHİDLER ORGANİZE HALE GETİRDİ

1919’dan 1970’lere kadar anayasal monarşi ile yönetilen Afganistan’ıın, ardından gelen Sosyalist İktidar ve Sovyetler’in 1979 işgaliyle yeni bir tarihsel kırılma yaşadığını görüyoruz. İşgal sürecinin, halkın direnişinin, sonradan mücahitler diye anılan grupların işgale direnişinin nasıl başladığına, belli başlı aktörlere ve Sovyetlerin yenilgisine giden sürece dair bize nasıl bir tablo çizersiniz?

Afganistan’da sık sık kesilen ve çok kısıtlı bir çevrede gerçekleşen modernleşme hareketlerinin ardından gelen sosyalist iktidar da tepeden inmeci bir yaklaşımla ülkeyi yönetmeye çalıştı. Çünkü Afganistan’da sanayi yok denecek durumda idi ve sosyalizm ne olmayan sanayinin işçi sınıfına ne de kırsaldaki köylüye sesleniyordu. Kentli küçük burjuvaların sosyalizminin Afgan toplumunun geneline karşı aldığı tavır zaten modernleşmeci hareketler karşısında konsolide olan İslami aşiret kültürünü daha da sağlamlaştırmıştı. Üzerine gelen Sovyet işgali ile bu kültür ideolojik bir forma büründü. Halkın direnişi de bunun üzerinde yükseldi. Sovyet işgaline karşı savaşanlara mücahit, yani cihat eden, denmesinin temelinde de bu vardı. Deyim yerinde ise kentli küçük burjuva sosyalistlerinin arasındaki kavga ve geçmişten gelen bağımlılık ülkeyi işgalin yolunu açmış, mücadele etmek de kırsala kalmıştı. Kırsal ise daha önceden, kendisini ifade edecek modern siyasi partiler veya oluşumları kurmuştu. Mücahitler de bu oluşumlar çevresinde, ideolojik, etnik veya siyasi tavırlarına göre toplandı. Burhaneddin Rabbani, Gülbiddin Hikmetyar, Ahmed Şah Mesud gibi isimler işgal güçlerine karşı kendiliğinden gelişen ayaklanmaları daha organize hale getirdiler.

Sovyet işgalinin, İngiliz işgali gibi, silah ya da ateş gücü üstünlüğü sorunu yoktu. Raşid Dostum gibi isimler Sovyetler adına Afganlara karşı savaşıyordu. Bu açıdan Moskova yerel güçlere karşı yerel müttefikler de bulmuştu ancak temel konu işgale kadar gelen süreçte sosyalistlerin yaptıkları ve Sovyet işgalinin de Afganlara bir düşünce ve yaşam tarzını silah zoru ile dayatması idi. Örtünmenin yasaklanması, medreselerin kapatılması, geleneksel uygulamaların hor görülmesi gibi olaylar Sovyetlerin zaten dini nedenlerle kabul görmedikleri bir yerde kendilerine karşı öfkeyi yükseltmelerini sağladı.

Soğuk savaşın bir cephesi olarak ABD’nin yardımı da zaten ülkede sınırlı alanlarda sıkışmış olan Sovyetlerin çekilmesine neden oldu. ABD gibi Sovyetler de ya da tam tersi, Afganistan’da kentleri işgal edip yönetebiliyorlardı. Örgütlü şekilde kırsala liderlik eden etnik, dini kimlikli önderlerin varlığı ile Sovyetlere karşı mücadele daha sistematik bir halde idi.

Modern örgütlenmeler bu sefer baskın yerel kültürün kendisini ifade aracına dönüşmüştü. Bu Afganistan için bir dönüm noktası idi. Artık Kabil dışındaki bir oluşum kendisini nasıl organize edeceğini, nasıl savaşacağını, nasıl politika yapacağını biliyordu. Sovyetleri yenen, geçmişten beri merkezi otoriteler için sorun olarak görünen yerel ve müstakil pre-modern kurumlardı ancak zaferi değişerek dönüşerek başarmışlardı.

Savaşın öncü isimleri de değişmişti. Artık kısmen savaş ağası kısmen öncü siyasetçi idiler. Ama bu kimliklerinin temelinde yine etnik ya da dini özellikleri yer alıyordu. Burhaneddin Rabbani bunların tipik bir örneğidir. Etnik kökenini domine ettiği inanç sistemi üzerinden harekete geçiren modern bir toplumsal aracın lideri olan Rabbani kır ile kent arasında sıkışmış siyasi modelin tipik karşılığıdır: Kentli ve eğitimli biri olarak “modernizme karşı modernizm diyebileceğimiz İslamcılığa’ dayalı ideallerle kırsal bir tabanı savaş ağalığı ve siyasetçi arasında gidip gelen ruhani bir lider örtüsü altında şekillendirmiştir. İki üniversite mezunu Rabbani’nin Sovyet işgaline karşı ilan ettiği cihat fikri zaman içinde onun da ‘diğerleri’ gibi kendisini farklı tanımlamasına neden olmuştu. Sanırım Hikmetyar ile bu nedenle Rabbani’yi ayrı tutmamız gerekiyor.

Mücahit grupların liderleri bakımından sanırım en ünlüsü Ahmed Şah Mesud. Şah Mesud’u diğerlerinden ünlü yapan sanırım Afganistan’da Sovyet işgaline karşı verilen mücadelede yönettiği birliklerin gerilla savaşındaki başarısı idi. Siyasetteki başarısı tartışmalı olan Şah Mesud’un askeri başarısını  kimse inkar edemez sanırım. Pek çok kişi Sovyet birliklerine karşı düzensiz ve organize olmayan girişimlerde bulunsa da Şah Mesud’un henüz 1979 sonunda giriştiği ayaklanma muhtemelen Afganistan kuzeyinde Sovyetleri endişeye sürükleyen ilk hareketti. Her ne kadar Pencşir’deki bu ilk deneme Mesud’un istediği gibi gitmese de bir kıvılcım başlamıştı. Fakat bu liderler arasında Sovyetlerin ülkeden çıkarılması dışında çok az ortak nokta vardı. Hikmetyar, Rabbani ve Geylani’nin İslamcılığı yanında Mesud daha ılımlı idi. Ne ki Mesud’a göre İslamcı bu üç isim arasında bile farklılıklar vardı. Bu durum sonraki döneme de oldukça güçlü yansıdı maalesef.

SOVYETLERİN GETİRDİĞİ NECİBULLAH, 1987’DE DEVLETİN DİNİ İSLAM İBARESİNİ GETİRDİ

Sovyet İşgali sonrası 90-96 döneminde Afganistan’da iktidarın teşekkülünden (Kuzey İttifakı, Savaş lordları, etnik, dini ve ulusal gruplar) aktörlerin hegemonik mücadelelerine, ardından Afganların iç savaşta yaşadıklarına kadar ülkenin siyasal sosyal topografyasını çizer misiniz bize? Bu dönemde halkın iktidara ve uygulamalara bakışı nasıl?

Sovyet işgalinin fiziki skalası Afganistan’da mücahit gruplar güçlendikçe küçülüyordu. 1988 yılında Sovyetler, kentler ve büyük garnizonlar dışında güvende değillerdi ve gitmeye hazırlanıyorlardı. Sovyetler başarısız işgalin faturasını Amin’in yerine getirdikleri Karmal’a kesmişlerdi. Karmal’ı görevden aldılar ve yerine Necibullah’ı getirdiler. Ancak şartlar değişmişti. Necibullah Sovyetlerin çekilme hazırlıkları sürerken 30 Kasım 1987’de anayasayı değiştirdi. Devletin dini İslam ibaresi eklendi. İslami tüm öğelere savaş açan da Afganistan’a devlet dinini getiren de komünistler oldu böylece. Sovyetler çekiliyordu ancak çekilme bittiğinde Necibullah hükümeti ülkenin kontrolünün kendisinde olmadığını anladı. Ne kadar tanıdık bir sahne değil mi?

Ülkenin güneyi Afganistan İslam Devrimi Hareketi’nin kuzeyi ise Rabbani’nin kontrolünde idi. Başkentin hemen doğusu Hizb-i İslami’nin Yunus Halis kolunun kontrolünde idi. Hazara bölgeler Hazara grupların kontrolünde iken Hikmetyar’ın grubu da muhtelif bölgelerde etkili idi. Yani Necibullah’ın Kabil’i elinde tutması zor görünüyordu. Nitekim tutamadı ancak şehri de terk etmedi. Mücahitler 1992 Nisan’ında Kabil’e girdi. Necibullah BM binasına sığındı. Mücahit liderlerin en eğitimlisi ve ülkede en büyük güç olan Rabbani, cumhurbaşkanı ilan edildi. Hükümetlerde Gülbiddin Hikmetyar da yer aldı ancak Sovyetlerle savaş sırasında ortaya çıkan savaş ağaları silah bırakmamakta kararlı idi.

Bu dönem yine Afganistan’da merkezi otoritenin kırsala hükmedemediği bir dönem oldu. Sovyetlerin yanında Afganlara karşı savaşan savaş beyleri bile konumlarını korudular. Gruplar arasındaki gerilimler, silahlı yerel birliklerin kendi aralarındaki çatışmalar, bu grupların köylere yönelik silahlı baskınları, yağma ve tecavüz yayıldı. Çünkü mücahit gruplar Kabil’de hükümet kurmuş olsalar da kamu düzenini ihdas edecek kurumları şekillendirememişlerdi. Birbirleri ile çıkar çatışmaları nedeniyle kırsaldaki etkilerini ülkenin başkenti ile irtibat kurmak yerine birbirlerine karşı kullanmaya başlamışlardı. Bu nedenle kırsaldakiler için hayat aynı şiddet, aynı hukuksuzluk ve yönetimsizlik ile devam ediyordu.

92’DEKİ KARGAŞA ORTAMI, TALİBAN’IN DOĞUŞUNA ORTAM HAZIRLADI

1990-1996 evresindeki Afganistan’da Taliban’ın doğuşunu ve 96’daki 1.iktidar dönemini konuşalım. Taliban’ın dölyatağı olan Hint Alt kıtasındaki Deobandi medreselerini, Peştu(nluk) motivasyonlarını, Molla Ömer’le başlayan örgütlenme sürecini, halktan kabul görüp görmediklerini, silahlı harekete dönüşüp 96’da iktidara gelişim süreci kısaca nasıldı?

Bir önceki soruda özet olarak tasvir ettiğimiz kargaşa ortamı, Taliban’ın doğuşuna ortam hazırlıyor. Hâlihazırda medrese örgütlenmeleri ile Afganistan ve Pakistan’da yaygın şekilde varlık gösteren talebeler işgal döneminde de aslında aktifler. Muhammed Nebi’nin Afganistan İslam Devrimi Hareketi içinde yer alıyorlar. Ancak Taliban’ın kadrolarının çoğu işgal döneminde daha çok yerel yardım ve koruma ile meşguller. İşgal sonrası gruplar arasındaki kargaşa ve düzensizlik ortamında ise daha aktif bir örgütlenmeye yöneliyorlar.

Taliban’ın silahlı bir milis gücü olarak ortaya çıktığı 1994 tarihine kadar geçen yaklaşık iki senelik bir pasif örgütlenme dönemi oluyor. 1994’te milis olarak ortaya çıktıklarında Muhammed Nebi’nin, Afganistan İslam Devrimi Hareketi milislerinin hatırı sayılır kısmı da Taliban’a katılıyor. Taliban’ın Peştun temelleri ve geçmişten gelen medrese örgütlenmesi onların hızla kabul görmesine neden oldu. Yerelde yaygın ve kabul gören anlatıya göre Taliban’ın güçlenmesini sağlayan şey, bölgede kız çocuklarına tecavüz edilmesiyle, harekete geçmesi oldu. Bu yerel anlatı örgütün bu şekilde ortaya çıktığına inanmaktadır. Kısmen, Peştun töresi itibari ile bakıldığında, hızla kabul görmelerini sağlayacak bir duruştur bu ancak anlatı ne kadar sağlıklı bilmiyoruz.

Deobandilik konusu ise Taliban’ın inanç köklerini tanımlamak üzere kullandığımız bir belirteç. Zira Taliban gibi örgütleri birbirinden ayıran şey bu inanç özellikleri. Hanefiliğin bir bölgesel yorumu Deobandilik. Pakistan ve Afganistan sınır bölgelerinde etkili bir ekol. Peştunların anavatanı olarak tanımlayabileceğimiz bu bölgede Peştunluk ile Deobandilik kesişmiş. Ancak zaman içine değişim de göstermiş. Taliban’ın Peştun motivasyonu iki döneme ayrılıyor aslında. İlk dönemde Peştunlar insan kaynağı olarak önem arz etse de Peştun aşiretlerin harekete çok yakın olduğunu söylemek zor. 2001’de iktidardan düşürülmeleri ve sonrasındaki dönemde örgüt bu mesafe nedeniyle yerelleşme yoluna gidiyor. Kendisi ile hareket eden aşiretler içinde lokalize oluyor.

2013’ten sonra Taliban yönetimine Gilzaylara ek olarak giren Durrani Peştunların Taliban’ın etnik karakterini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu dönem ayrıca ABD’nin Peştunlara karşı Peştunlar projesi ile arbaki sistemini (yargı kararlarını uygulayan silahlı milis güçler), Kabil hükümeti adına kurumsallaştırmaya çalıştığı dönemdi. Bir rekabet vardı denebilir ve Taliban, İslami karakterinin yanındaki Peştun karakterini Durranilerin etkisi ile güçlendirdi. Zaten son gelişmeler de bunu anlatıyor. Taliban’ın 1996’da iktidara gelişi de hızlı gerçekleşti. Kabil’de ve kırsalda birbirleri ile rekabet eden mücahit grupların oluşturduğu suç ortamı halka seçim yaptırdı. Güvenlik vaat eden Taliban, İslami karakteri ve Peştun özelliği ile cazipti ve hızla ilerledi. Aslında Kabil’i ele geçirdiğinde ülkenin tümünü kontrol etmiyordu. Ama Kabil’i almıştı.

BUGÜNKÜ TALİBAN, YENİ TİP ÖRGÜTLERE AYAK UYDURMUŞ GİBİ

Taliban’ın 96’daki 1.İktidar dönemi ile 2021’deki 2.dönem iktidarını mukayese edip, varsa değişimine dair bize neler söyleyebilirsiniz?

Bu değerlendirme için henüz erken. Taliban’ın söylemde verdiği ılımlı mesajların, konu kurmak istedikleri şeriat devletine gelince nasıl bir şekil alacağını bilmiyoruz. Yani henüz Taliban’ın nasıl yöneteceğine dair elimizde bir ölçü yok. Açıklamalar ve medya kullanımı açısından ise Taliban yeni tip örgütlere ayak uydurmuş demek daha mantıklı şu an. Belirttikleri başlıklar var. Güvenlik, ekonomi, kadın vb. Ancak dediğim gibi henüz yasa yok ortada, ölçü de yok. Pratik süreç de yok. Bu bakımdan beklemek zorundayız.

ESKİ SAVAŞ AĞALARININ, YENİ BİR İÇ SAVAŞIN AKTÖRÜ OLACAKLARINI DÜŞÜNMÜYORUM

Çatışma sahalarındaki aktörleri, stratejileri ve süreçleri yakından takip eden bir uzman olarak Afganistan’daki siyasi/dini/ulusal aktörler ile (Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani, İsmail Han, Abdürreşid Dostum, Âlem Han Azadi, Abbas İbrahimzade, Reis Abdülhalık, Halid Nur Ata, Beşir Kani vb) iç savaş döneminin savaş lordlarının 2021 yılında da benzer bir iç savaşın yollarına parke döşediklerini gözlemliyor musunuz?

Artık bunun imkânı kalmadı. Birkaçı dışında tüm Afganlar, savaş ağaları dâhil, savaşlardan yoruldu. Diğer bir etmen de şu: artık bu savaş ağalarını destekleyecek kimse kalmadı. ABD ve NATO gidiyor, Rusya ve Çin ise göreceli de olsa istikrardan memnun. Taliban’a muhalif olanların çoğu ise kaçtı. Sürgündeki muhalefetler başarısız lobi örgütlerine dönüşür zamanla. Bu nedenle iç savaş için, eski savaş ağalarının bir aktör olacağını düşünmüyorum.

Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud ve Pençşir vadisindeki gelişmeleri de dikkate alarak ülkenin tekrar iç savaşa evrilip evrilmeyeceğine dair tahmininiz nedir?

 

Pencşir’de ilan edilen direniş hareketi, kısıtlı bir alandaki direniş hareketidir. Yukarıda belirttiğim gibi uluslararası destek alabilecek durumda da değil. Kaldı ki Taliban konuyu çatışmasızlık ile çözmek istiyor. Çatışma olsa bile iki güç arasında bariz bir fark var. Direniş bu nedenle iç savaşı tetikleyecek konumda ve güçte değil.

ABD’NİN YENİLDİĞİ YAKLAŞIMINA KATILMIYORUM

Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahid’in Reuters’a yaptığı konuşmada: “Öncelikle şu gerçeklik kabul edilmelidir. ABD yenilmiş ve Taliban zafer kazanmıştır” cümlesini baz alacak olursak, ABD’nin yenilgisine dair en önemli üç etkeni, Taliban’ın başarısındaki en önemli üç faktörü sıralayın desem neler söylersiniz?

ABD yenildi kısmına katılmadığımı belirtmek isterim. ABD farklı nedenlerden ötürü, Afganistan’a harcayacağı enerji ve parayı başka ve daha kritik bir şeye yönlendireceği için çekildi. Çekilmenin yenilgi olarak görülmesine neden olan şey ise ABD’nin yanlış bir askeri yapılanma kurması, Afganistan’daki varlığını ideoloji dayatmasına dönüştürmesi, geçmişte kabul görmemiş ve sorunlu kişiler ile çalışması olarak sıralayabiliriz. Taliban’ın avantajı ise savaş süresince değişimlere açık hale gelerek kendisini en azından taktik olarak değiştirmeyi başarması, Peştun dışı etnik kökenlere de seslenebilmesi ve kırsal yapıları çok iyi kullanması idi.

Bir yazınızda  “Peştunlar, İslam’ı Peştunizm ile özdeşleştirdiler” diyorsunuz. Taliban Peştun ağırlıklı bir hareket olduğu için Taliban’ın din tasavvuru ile Peştunluk karakteri nerede başlıyor nerede bitiyor? Afganistan’daki iktidar mücadelesinde dini karakter kadar aşiretsel karakterler de birer motivasyon kaynağı mıdır?

İfade aslında bir alıntı. Başladığı ya da bittiği yerleri burada anlatmak neredeyse imkânsız. Zira bunlar oldukça çok geniş konular. Ancak şunu söyleyebiliriz: İslam Peştunlar için törenin çözemediği konuları düzenliyor ve genel bir anayasa olarak kabul görülüyor. Etnik kısım artık eskisi gibi etkili değil. Bunu son gelişmelerde de gördük. Tacik ve Özbek alanlar çok hızlı şekilde Taliban’ın kontrolüne geçti. Taliban da kendi bünyesinde artık farklı etnik komutanlara yer veriyor.

RADİKAL İSLAMCILIĞIN İVME KAZANACAĞINI SANMIYORUM

Taliban’ın görebildiğiniz kadarıyla açmazları ve avantajları nelerdir? Taliban’ın iktidara gelişi ve iktidarda kalacak olması kimleri harekete geçirir? Radikal İslamcılık ivme mi kazanır yoksa uluslararası sisteme dâhil olarak ehlileşir mi? Radikal İslamcılığın gelecek projeksiyonunu ya da kitabınızın isminden mülhem “zamanın kuşu” bize ne fısıldıyor?

Radikal İslamcılığın, genel itibari ile kavramın işaret ettiği Selefi grupların ivme kazanacağını sanmıyorum. Orta Doğu’da veya Kuzey Afrika’da selefilerin, Taliban gibi sosyolojik yaygın temelleri yok. Ancak Taliban’ın tarihi, devlet dışı örgütlerden Kürt hareketlerine ve Şiilere ilham olabilir. Ne var ki devletler gibi kurumların karşısında bu örgütlerin oyun kurucu olması söz konusu değil.

NATO’nun çekilişiyle genelde Asya havzası özelde Afganistan’da boşluğun Çin ve Rusya tarafından doldurulacağına dair tartışmalar var. Perspektif’te yayınlanan bir yazınızda  “Rusya ile Çin’in Afganistan konusunda tam bir uzlaşma içinde olduğunu söylemek mümkün değil” diyorsunuz? Çin ve Rusya, Asya hinterlandında hangi hegemonik araçları kullanıyorlar? Nasıl bir politika izliyorlar? Uzlaşı ve çatışma noktaları neler?

Rusya Afganistan’ı da içine alacak şekilde Orta Asya’yı Sovyet sonrası dönemde de kendisinin sorumluluğunda görüyor. Çin ise aynı alanı Kuşak-Yol projesi için Kafkaslar ve Orta Doğu’ya uzanacak ticari bir hat olarak ele alıyor. Çin’in bu ticari yayılmacılık girişimi Rusya’nın da içinde olduğu Şangay İşbirliği Örgütü üzerinden şekilleniyor. Rusya ise bu bölgede Avrasya Ekonomik Birliği ile bu ülkeleri etkisi altında tutmaya çalışıyor. Ne var ki Çin, Rusya’nın önderliğindeki Avrasya Ekonomik Birliği yatırımlarına karşı oldukça ilgisiz. Çin, Türki devletler ve Afganistan ile kendi çıkarlarına uygun şekilde bir ilişki kuruyor ve bu ilişki Rusya’nın çıkarına uymuyor. Direk bir çatışma görmeyeceğiz ancak Rusya’nın Çin’i dengelemek için klasik hattından çıkacağı şimdiden görünüyor.

FUKUYAMA KADAR HATALI TESPİT YAPAN BİRİ DAHA YOK

1979-1989 yıllarında Mücahidlerle savaşan Rusya, günümüzde Taliban ile neredeyse diplomatik tanınmaya varacak sinyaller verirken, 2001 yılından beri Talibanla savaşan ABD ise, BM ve NATO’nun “terör örgütü” dediği örgüt ile Doha’da Şubat 2020 yılında barış anlaşmasına imza attı. Yeşil Kuşak, Kızıl Kuşak tamlamalarıyla dünya düzenini anlama tuzağına düşüldüğünü düşünüyor musunuz? Tıpkı Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” Olivier Roy’un “Siyasal İslam’ın İflası” retoriği de çökmüş mü yoksa hala geçerliliğini koruyan söylemler mi?

Yeşil Kuşak ya da Kızıl Kuşak kavramlarına önem vermiyorum. Tarihin akışı içinde zaten benzer tehditlere karşı benzer konumlanmalar oluyor. Komünizme karşı İslam yükselince onu desteklemek ABD için mantıklı bir seçimdi. Fukuyama’ya gelince sanırım bu kadar çok hatalı tespit yapan biri daha yok dünyada. Ancak Olivier Roy’un haklılık payı var. 

Son olarak Perşembe gecesi IŞİD-H(Horasan)’ın üstlendiği ve 90 kişinin katledildiği terör saldırısını konuşalım. Taliban ile 2015’ten beri başta Nangarhar, Zabul ve Helmand Bölgelerinde çatışan IŞİD-H aynı zamanda Şii mekanlara, ABD ve Afgan askeri güçlerine saldırıları oldu 2015-2020 arasında. Çatışma sahalarında aktörler ve süreçleri takip eden biri olarak, bu terör saldırısını Taliban’a yönelik mi ABD güçlerine yönelik mi okumak gerekiyor? El-Kaide ve IŞİD’ın Asya ve Afganistan’daki geleceği üzerine bize neler söyleyebilirsiniz?

 

Bu saldırı hem ABD’ye hem de Taliban’a karşı yapıldı. IŞİD saldırılarını duyurduğu medya kanalında ABD ve ajanlarına yönelik eylemde, ifadesini kullandı. Tabi ki ölenlerin çoğu sivildi. IŞİD gelecek dönemde Taliban’ın en ciddi sorunu olmaya aday. Öncelikle Afganistan’da taban bulabilmiş ve kendisini Pakistan’daki radikalizm üzerinden besleyebiliyor olması nedeniyle ciddi bir tehdit. İkincisi ise Taliban’ın uluslararası topluma verdiği güvenlik mesajları nedeniyle Afganistan’daki selefi küreselci hareketlerin radikalleşerek IŞİD’e yönelmesi riski üzerinden bir tehdit. IŞİD ve El Kaide’nin Afganistan’daki geleceğini Taliban’ın ne yapacağı belirleyecek. Bu açıdan henüz bir şey söylemek zor. Asya’da ise bu iki örgütün Orta Doğu’daki gibi bir örgütlenme sahası bulması şu an zor görünüyor. Çünkü Asya’daki devletlerin ekseriyeti Çin ve Rusya gibi totaliter güvenlikçi devletlerin kontrolündeler. Bu iki gücün de örgütlerin yayılıp alan kazanmasına izin vermeyeceklerini geçmişteki uygulamaları bize gösterdi.

Kaynak: Perspektifonline