Yasin Aktay yazdı;
Afganistan ülke olarak, coğrafya olarak, üzerinde cereyan eden işgaller ve savaşlar itibariyle geçtiğimiz yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak dünya siyasetinde çok belirleyici bir rol oynamıştır. Taliban temsil ettiği görüntülerle, sürekli iç savaş görüntüleriyle, sürekli sorunlu bir alan olarak yansıdığından buna inanmak zor geliyor ama, bu zor coğrafya bütün güçlerin sırayla geçtikleri ve hepsinin de derslerini alarak çekildikleri bir yer. Yetmiş yıllık Sovyetler Birliği’nin ve böylece dünyanın içinde bulunduğu soğuk savaş döneminin bitişi bu sahnede belirlendi. Bu ülkeye kimin ne yatırımlar yaptığı, kimin kime karşı Afgan güçleriyle ne ittifaklar kurup ne fırıldaklar çevirmiş olduğunun hiçbir önemi yok. Fırıldaklar çevirenler de bu coğrafyada bumerang etkisiyle kendilerini vurmaktan kurtulamadılar.
Bu kadar önemli bir coğrafyaya Türkiye’nin lakayt kalması mümkün değil elbet. Üstelik buradan başlayıp şekillenen dünya dengeleri bir şekilde etkisini Türkiye’ye hissettiriyorken. ABD’nin 20 yıllık yoğun bir işgal ve ülkeyi şekillendirme çabalarının ardından çekilmek zorunda kaldığını söylemek veya madalyonun öbür yüzünden Taliban’ın bütün ilkel koşullarına ve imkanlarına rağmen ABD’yi çekilmeye zorladığını söylemek neticede bir durumun özetidir.
Bu özet anlatımda ne ABD’ye bir nefret veya sempati ne de Taliban’a bir nefret veya sempati sözkonusu değil. Taliban’ın hangi özellikleriyle, hangi üstün gelen nitelikleriyle bu başarıyı elde etmiş olduğunu söylemek de öyle. Ama bunu anlamak lazım. ABD işgalci bir güç olarak Taliban’ın kararlı, sabırlı, hatta inatçı direnişi karşısında siyasi, toplumsal veya askeri mühendislik paradigmasının sonuna gelmiş oldu. Bunu bizzat ABD’li yetkililer söylüyor. ABD’nin Afganistan’da bulunduğu her gün, kaybının misliyle daha da arttığı bir batak duruma dönüşmüştü. Taliban’ın ise kaybedeceği fazla bir şeyi yoktu. Bu tespitlerden doğal olarak ne kadar bir Taliban övgüsü çıkabiliyorsa o kadar.
Kuşkusuz bu yeni durum Taliban’ı biraz daha tanımamızı da gerektiriyor, tabii Afganistan bizi ilgilendiriyorsa veya Türkiye’nin ufku dünyanın son kırk yılını belirlemiş bir coğrafyaya kayıtsız kalmayacak kadar genişse. Taliban’ı sadece Batı medyası veya bizim İslamofob medyamızın yansıttığı gibi görmenin ne kadar yanıltıcı olduğunu anladığımızı söylüyorsak bu da Taliban’da yeni bir kahraman veya mesihi bir meziyet gördüğümüz anlamına gelmez herhalde. Türkiye’de her sokak hareketinden, her karışıklıktan devrim hülyalarına dalan solun özelliğidir bu Mesihilik, bize uzak.
Yoksa Taliban’ın ne olduğunu ve ne olmadığını ne olabileceği ve ne olamayacağını takdir edecek kadar ciddi bir entelektüel ufuk ve ihtiyat vardır Türkiye’de.
Taliban’ın yükselişinden hemen İslamofob hezeyanları kabaran kesimler oluyor. Sanırsınız onlarla ilgili en ufak bir olumlu söz söyleyenler aynısını Türkiye’de de istemiş oluyor. Öyle bir fobiye dönüşüyor ki, Taliban ismini andığınız andan itibaren ağzınız ancak ona sövgüler döktüğünde temizlenecekmiş gibi. Taliban’ı şu veya bu sebeple andığınızda ondan nefret ettiğinizi eklemediğiniz zaman bile tepki çekebiliyorsunuz.
Afganistan şu ana kadar işgal altındaydı ve Taliban’ın öldürdüğünün belki elli katı insanı işgalci güçler öldürdü ama işgalcilere hiç söz yok. Sanki Taliban’a kadar Afganistan güllük gülistanlıktı da asıl şimdi işgal edilmiş oldu. Oysa şimdi olan tek şey işgalci konumdaki ABD’nin çekilmiş olması.
Bundan sonra Taliban’ın ne yapacağı elbette herkes tarafından merak konusu. Taliban’ın geçmiş uygulamaları konusunda ciddi endişelerin olması bir noktadan sonra hiç de haksız değil. Ancak onları da doğru yorumlamak gerekiyor. O uygulamaların ne kadarı İslam’dan ne kadarı Taliban’ın kendine özgü İslam yorumundan ve ne kadarı Afganistan’ın sosyolojik, geleneksel koşullarından geliyor?
Türkiye ile Afganistan karşılaştırmaları yapanlar ve oradan buraya, buradan oraya modeller taşıyanların okuma yazma bildiğinden emin değilim. Hele Afganistan’da yaşananlara bakarak Türkiye’nin laikliğine, kemalizmine şükredenlere hayret etmemek mümkün değil. Ortada bir akıl yok ruh hali var, buna yorabiliriz. Onu da analiz edebiliriz elbet ama şimdilik onu da başkası yapsın.
Ama burada basit birkaç bilgiye değinelim. Afganistan’da okur yazarlık oranı sadece % 30. Nüfusun % 42’si 0-14 yaş arasında ve nüfusun yüzde 80’i kırda yaşıyor. Yani şehirlilik oranı sadece yüzde 20’ler seviyesinde. Kırda yaşayanlar da dahil olmak üzere ülke siyasetinde ve toplumsal hayatında kabilecilik çok belirleyici. Mevzu Afganistan değil de başka bir Afrika kabilesi olsa sosyolojik koşullar dolayısıyla çok daha şok edici görüntülerle karşılaşabiliriz ama bu kadar etkisi olmazdı dünya medyasında. Ruanda’da bir haftada bir milyon insanın en vahşi şekilde öldüğü iç savaşta hangi dini yorumlar belirleyiciydi mesela, buna dair bir şey hatırlayan var mı şimdi?
Taliban’ın dayandığı söylenen ve dünyaya yansıyan yanıyla İslami yorum ise fıkıhtan ziyade örfe, bilhassa da Peştun örfüne dayanıyor. Mesela orada Burka’yı empoze eden de bu yorumun kendisi. Taliban bu yorumun oluşturduğu geleneksel anlayışın kurucusu değil ürünü. 40 yıldır ülkeyi işgal altında tutan güçler bu gelenekselliğe karşı açtıkları savaşla belki ülkenin kendi içine sadece daha fazla kapanmasını sağlamış oldular. O yüzden burka sadece geleneğe bağlılığı değil işgale karşı bir tepkiyi ve öfkeyi de ifade etti şimdiye kadar.
Anlayacağınız Türkiye’den Afganistan’a tarihsel, kültürel ve coğrafi mesafe çok uzun. Ama siyasi hermenötik mesafeleri başka türlü kat ettiriyor işte.