Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yayımladıkları ortak açıklamada, Türkiye’de 6 Şubat 2023 depremleriyle yıkıma uğrayan bölgeyi denetlemek üzere gönderilen kolluk görevlilerinin hırsızlık ve yağma olaylarına karıştıklarından şüphelendikleri kişilere işkence veya diğer türde kötü muamele yaptıklarını belirtti. Bir kişi, işkenceye maruz bırakılmasının ardından gözaltında hayatını kaybetti. Ayrıca, bazı vakalarda kolluk görevlileri, suç işledikleri iddia edilen insanlara yönelik sivil kişilerin saldırılarını engellemek için de müdahale etmedi.
Depremden sonra evlerde ve işyerlerinde hırsızlık ve yağma olayları bildirilmiş ve bu durum kolluk görevlilerini ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmış olsa da uluslararası hukuk ve Türkiye’nin kendi mevzuatı, hangi koşullar altında olursa olsun şüphelilere işkence veya diğer türde kötü muamele yapılmasını yasaklar. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti uzun yıllardır “işkenceye sıfır tolerans” politikasına bağlı kaldıklarını öne sürmektedir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Polis, jandarma ve askeri personellerin, suç işlediğinden şüphelendikleri kişileri uzun süreli fiziksel şiddete maruz bıraktığına, keyfi ve gayri resmi olarak alıkoyduğuna ilişkin güvenilir bildirimler, Türkiye’nin deprem bölgesindeki kolluk uygulamalarının şoke edici bir göstergesidir. Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor” dedi.
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü bölgede görevlendirilen polis, jandarma ve askerlerin faili olduğu 34 erkek mağdura yönelik 13 işkence ve diğer türde kötü muamele vakasına ilişkin 34 kişiyle görüşmeler gerçekleştirdi ve kimi vakalarda mevcut video görüntülerini inceledi. Araştırmacılar, güvenlik güçleri tarafından işkence edilen başkaca kişiler hakkındaki tanıklıkları da dinleyip fiziksel şiddet içeren videoları inceledi ancak bu olayları tümüyle doğrulayamadı. Görüşülen kişiler arasında işkence ve diğer türde kötü muameleye maruz bırakılan 12 kişi, jandarmaların başlarına silah dayayarak tehdit ettiği iki kişi, tanıklar ve avukatlar bulunuyor.
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği dört vakada, yardım çalışmalarında yer alan siviller de şiddet olaylarına katılmış olsa da araştırmanın ana odağı, kamu görevlilerinin sorumlu olduğu işkence vakalarıydı. Üç vaka dışında tüm işkence ve kötü muamele olayları Hatay’ın Antakya ilçesinde meydana geldi. Dört vakada mağdurlar Suriyeli mültecilerdi ve bu saldırılarda yabancı düşmanlığına dayalı ek saikler mevcuttu.
Olayların tümü, 7 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilan edilen ve iki gün sonra meclis tarafından onaylanan olağanüstü hal kapsamındaki 10 ilde meydana geldi. Doğal afet sebebiyle ilan edilen olağanüstü halde hükümet, kurtarma ve yardım çalışmalarında arazi, binalar, araçlar, yakıt, tıbbi malzeme ve gıda vb. gibi özel ve kamu kaynaklarının kullanılması, ordunun yardım çalışmalarında görevlendirilmesi, etkilenen bölgedeki işletmelerin açılış saatlerinin denetlenmesi ve bölgeye girişlerin sınırlandırılması gibi yetkileri içeren kararnameler çıkartabilir.
Türkiyeli mağdurlardan biri, bir jandarma görevlisinin kendisini şu sözlerle tehdit ettiğini aktardı: “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız.” Görüşülen mağdurlardan Suriyeli bir erkek, yüzüne yumruk atan bir memuru şikâyet ettiği üst rütbeli bir askerin kendisini, “OHAL var burada. O sizi öldürse bile kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse ona bir şey diyemez” sözleriyle yanıtladığını belirtti.
17 Mart’ta, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, araştırma bulgularını paylaşmak ve yapılan şikâyetler ve sosyal medyada dolaşan videolara ilişkin soruşturmalar hakkında bilgi talep etmek üzere Türkiye’nin İçişleri ve Adalet Bakanlarına mektup yazdı. Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı adına ilgili mektuba 29 Mart tarihinde gönderdiği cevapta, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin işkenceye sıfır tolerans gösterdiğini ve Uluslararası Af Örgütü ile İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün suçlamalarının ‘olgusal temelden yoksun belirsiz iddialar’ olduğunu belirtti. Bakanlıkların gönderdiği yanıt, OHAL altındaki deprem bölgesindeki vakalara ilişkin hak örgütlerinin bulgularını ve kolluk uygulaması hakkında sorulan sorularını ele almaktan ziyade depremin ölçeğine, gerçekleşen yıkıma ve yardım çabalarını içeriyordu.
İşkence ve diğer türde kötü muameleye maruz bırakılan kişilerin çoğu, depremde yıkılan binalardaki arama-kurtarma çalışmalarına katıldıkları sırada ya da Antakya’nın çeşitli mahallelerinden geçerken polis, jandarma veya asker grupları tarafından alıkoyulduklarını belirtti. Vakaların çoğunda, mağdurlar hakkında resmi gözaltı işlemi yapılmadı; onun yerine doğrudan fiziksel şiddete maruz bırakıldılar ve/veya dizlerinin üzerine çökmeleri ve/veya yere yatmaları istendi. Bazense elleri kelepçelenmiş halde uzun süre boyunca tekme, tokat ve küfürlere maruz bırakıldılar. Bir kısmı suç üstlenmeye zorlandı. Yalnızca iki vakada ilgili kişiler hakkında isnat edilen suçlardan ötürü soruşturma başlatılmış olması, bu kişilerin suç işlediğine dair somut bir şüphenin en başından itibaren mevcut olup olmadığı konusunda ciddi soru işareti oluşturmaktadır.
Bir kişi, “Evim yıkılmış, çadırda kalıyoruz, üzerine polis beni dövüyor, kafama silah çekiyor ya. Sanki burası vahşi batıymış gibi davrandılar” şeklinde konuştu.
İşkenceye maruz bırakılan 19 yaşındaki bir kişi, “Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Önce üç kişiydiler, sonra daha büyük bir polis grubu geldi ve tekme yumruk dayağa katıldılar” dedi.
İncelenen 13 vakadan sadece altısında mağdurlar veya aileleri, yetkililerden gördükleri şiddetten ötürü şikâyetçi oldu. Kendisine ve erkek kardeşine, jandarma tarafından alıkonuldukları sırada belirli aralıklarla, uzun süreli işkence yapıldığını ve erkek kardeşinin yere yığılarak gözaltında öldüğünü bildiren Sabri Güreşçi şikâyetçi olanlardan biri.
Diğer yedi vakada mağdurlar, misillemeden korktukları ve adil bir sonuca erişemeyeceklerini düşündükleri için şikâyette bulunmayacaklarını ifade etti. Bazıları ise aile üyeleri ve arkadaşlarının depremde ölmesi ve hayatlarının bir anda alt üst olmasının, polis veya jandarma eliyle maruz kaldıkları fiziksel şiddeti gölgede bıraktığını belirtti.
Suriyeliler, şikâyette bulunmak konusunda bilhassa tereddütlüydü. Diğer ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinden birine çevirmenlik yapan Suriyeli bir kadın, “Jandarmaların çoğu Suriyelilere hırsız muamelesi yaptı ve onlara karşı çok saldırgan davrandılar. Suriyelilerin kurtarma ekipleriyle olmalarını kabul etmediler ve çok sinirliydiler” ifadelerini kullandı.
Enkaz altında kalan, Türkiye ve Suriye vatandaşı çok sayıda insanın kurtarılmasına yardım ederken jandarma ve kalabalığın şiddetine maruz kalan Suriyeli bir arama-kurtarma gönüllüsü ise “Şikâyetçi olmayacağım çünkü bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Dışarı çıkmaya korkuyorum çünkü arabamın fotoğrafları ve bizim dayak yediğimiz videolar sosyal medyada dolaşıyor. Tekrar saldırıya uğramaktan korkuyoruz. Hastaneye gidip darp raporu almadım çünkü Suriyeli olduğum için yağmacı sanılmaktan korkuyorum” dedi.
Bir görgü tanığı, “İşçi ve yoksul görünen 20-25 yaşlarındaki üç kişi onları ‘yağmacılıkla’ suçlayan askerlerce dövüldü. Askerler bir yandan da etraftaki insanları linçe kışkırtıyordu” dedi. Bir diğer tanık ise kıdemli bir askeri görevli gibi görünen bir kişinin Antakya yakınlarındaki Samandağ ilçesinde insanlara, “Dövün, hakkını verin ama öldürmeyin. Bizi çağırın” dediğini duyduğunu söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün ortak açıklamasında, “Türkiye yetkilileri deprem bölgesinde, mağdurların suç teşkil eden eylemlerde bulunduklarından şüphelenip şüphelenmediklerine bakılmaksızın polis, jandarma ve askeri personelin insanlara işkence ve diğer türde kötü muamele yaptığına ilişkin tüm bildirimler hakkında eksiksiz ve tarafsız cezai ve idari soruşturmalar yürütmelidir” ifadelerine yer verildi.
“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks sözlerini şöyle sonlandırdı: “Mülteci olanlar da dahil tüm mağdurların, maruz bırakıldıkları şiddete karşılık adalet ve tazminat hakkı var. Yetkililer polis, jandarma ve diğer kolluk görevlilerinin yaptıkları tüm işkence ve diğer türde kötü muamele vakaları hakkında gecikmeksizin ceza soruşturmaları başlatmalı ve sorumluları adalet önüne çıkarmalıdır.”
Ayrıntılı tanıklıklara ve bulgulara aşağıda yer verilmektedir.
Arka Plan
6 Şubat depremlerinin ardından bölgeye giden siyasetçiler, deprem bölgesindeki hırsızlık vakalarına dair tehditkâr açıklamalarda bulundular. Aşırı sağcı Zafer Partisi’nin Genel Başkanı Ümit Özdağ, yağmacılara karşı asker ve polise vur emri verilmesi gerektiği yönünde bir tweet attı. 10 Şubat’ta, hükümetteki AK Parti sözcüsü Ömer Çelik yaralı depremzedelere yaptığı bir hastane ziyareti sırasında basına yaptığı açıklamada, “Bu yağma olayları karşısında açık ve net söylüyorum son derece acımasız olacağız. Yağma işine girişenleri uyarıyoruz, hayatları boyunca bu utançla yaşarlar. Gereken tedbirleri alıyoruz” şeklinde konuştu.
10 Şubat’tan sonra, polis, jandarma ve asker üniformalı kişilerin deprem bölgesine benzeyen yerlerde insanları dövdüğünü gösteren videolar sosyal medyada dolaşıma girdi. “Deprem Yağmacıları Şerefsizler” ya da “Yağmacı Piç Kuruları” gibi onur kırıcı ifadeler barındıran isimlere sahip bazı Telegram kanallarından çok sayıda video paylaşıldı.
Uluslararası Af Örgütü Kanıt Laboratuvarı, güvenlik güçlerinin resmî üniformalarını giydiği görülen kişilerin şiddet uyguladıklarını gösteren 10 videonun ayrıntılarını doğruladı. Videoların dördü, güvenlik güçlerinin insanlara işkence ettiğini ve bunların bazılarında mağdurların ellerinin bağlı olduğunu net bir biçimde gösteriyor. Çevrimiçi platformlarda da mevcut olan ve yaygın olarak paylaşılan tüm görüntüler, güvenlik güçlerinin açıkça şiddet içeren eylemlerde bulunduğunu gösteriyor ve ayrıntılı soruşturma gerektiriyor.
Uluslararası Af Örgütü aynı zamanda videolar aracılığıyla, acil kurtarma gönüllülerinin kullandığı yelekleri giyen kişilerin, polis veya jandarma nezaretinde saldırıya katıldığı iki olayın meydana geldiği yeri doğruladı. Belgelenen en az dört vakada fotoğraf ve video kanıtları, görüşülen tanıkların ve mağdurların beyanlarını destekler nitelikteydi.
Ahmet ve Sabri Güreşçi vakası
37 yaşındaki Sabri Güreşçi ile 27 yaşındaki erkek kardeşi Ahmet Güreşçi’ye jandarma tarafından işkenceye yapılması ve Ahmet Güreşçi’nin işkence sonucu öldüğünü gösteren kanıtları içeren olay incelenen vakalar arasında. Olaya ilişkin herhangi bir video görüntüsü yok ancak Sabri Güreşçi jandarmaların işkence sırasında onları videoya kaydettiğini belirtti.
Sabri Güreşçi, araştırmacılarımızla yaptığı görüşmede ve ayrıca 13 Şubat’ta polise sunduğu resmi şikâyet dilekçesinde, 11 Şubat’ta jandarmaların onu ve kardeşi Ahmet’i, yağma ve diğer suç şüphesiyle Hatay’ın Altınözü ilçesindeki Büyükburç semtinde bulunan evlerinden gözaltına aldığını ifade etti.
Sabri Güreşçi ve eşinin aktardığına göre Sabri ve kardeşi hiçbir direniş göstermemelerine rağmen jandarmalar gelir gelmez, havaya 4-5 el ateş açtı. İki kardeş araca bindirildikten sonra en az 15 jandarma coplarla kafalarına, kollarına ve bacaklarına vurdu, tokat ve tekme attı, hakaret etti ve onları tehdit etti. Tüm bunlar Altınözü Jandarma Komutanlığı’na varıncaya kadar devam etti.
Yasaya aykırı olarak, iki kardeş, jandarma komutanlığına götürülmeden önce sağlık muayenesinden geçirilmedi. Bir koğuştan ziyade ardiyeye benzer bir yere götürüldüler ve burada en az 10 jandarma onları suyla ıslattı, uzun süre fiziksel şiddete maruz bıraktı, çırılçıplak soydu, testislerini sıktı ve coplarla anal tecavüz girişiminde bulundu.
Sabri Güreşçi jandarmaların “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız, halk linç etti diyeceğiz” dediğini aktardı ve daha sonra kardeşi Ahmet’in bilincini kaybettiğini, kan kustuğunu ve bunun üzerine hastaneye götürüldüğünü orada öldüğünün açıklandığını belirtti.
12 Şubat’ta, savcılık yaptırdığı otopside beyinde ölüme yol açmış olabilecek bir yaralanma ve vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar tespit etti. Adli Tıp Kurumu’nun kesin ölüm nedeninin tespiti için otopsi raporu üzerinde yapacağı kapsamlı değerlendirmenin sonuçları henüz açıklanmadı.
Sabri Güreşçi’nin daha sonra hazırlanan darp raporu, jandarma tarafından coplarla dövüldüğü ve tekmelendiği yönündeki beyanını doğrular şekilde omuzlarında, sırtında, kalçalarında, kollarında ve bacaklarında çok sayıda sıyrık, lezyon, dikey morluklar ve baş parmağında kırık olduğunu gösteriyor. Altınözü Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı (2023/302 Soruşturma No’lu dosya) ve soruşturma süresince dosyaya erişimin kısıtlanmasını istedi. Mahkeme, talebi kabul etti.
Sabri, hakkındaki soruşturma tamamlanana kadar seyahat yasağı getirilerek gözaltından serbest bırakıldı. Üç jandarmanın soruşturma süresince açığa alındığı bildirildi. Sabri Güreşçi kendisi ve kardeşine uygulanan ve kardeşinin ölümüyle sonuçlanan işkenceye bilfiil katılan görevlilerden dokuzunu teşhis ettiğini söyledi.
Diyarbakırlı beş Kürt erkeğin vakası
Adıyaman’daki jandarma ve polisin işkence uyguladığı yönünde ciddi bir diğer iddia, 14 Şubat’ta Diyarbakırlı beş genç Kürt erkeği (R.T., İ.T., E.T., Y.A. ve A.T.) temsil eden avukatlar tarafından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirildi. Bu kişiler 11 Şubat’ta arama-kurtarma çalışmalarına katılmak üzere, yedi kişilik bir grup halinde Diyarbakır’dan Adıyaman’a gitti. Diğer vakalarda olduğu gibi bu vakada da kendilerinin talebi üzerine kişilerin kimliğini korumak için isim-soy isimlerinin baş harfleri kullanılmaktadır.
Beş kişinin başsavcılığa yaptığı suç duyurusuna göre, jandarma onları çöken bir binanın enkazında kurtarma çalışmaları devam ederken herhangi bir açıklama yapmadan alarak yakın bir yerde, jandarma ve polis memurlarıyla dolu bir çadıra götürdü ve onları yağma ve hırsızlıkla suçladı. Dört veya beş jandarma ve bir polis memuru, sivil giyimli diğer birkaç kişiyle birlikte onları dövdü.
Bir saat kadar sonra iki jandarma eşliğinde beyaz bir minibüsle emniyet müdürlüğüne götürüldüler. Jandarmalardan biri, “Kıpırdarlarsa beyinlerini patlat” dedi. Saat 22.00 civarı, emniyet müdürlüğünde 30 kadar polis memurunun onları tokatladığı, yumrukladığı, tekmelediği ve elleriyle, ayaklarıyla, coplarla ve sopalarla dövdükleri bildirildi. Bazı polis memurları görünüşe göre işkenceyi cep telefonlarına kaydetti. Ardından polis, mağdurların telefonlarına, kimliklerine, cüzdanlarına ve kıyafetlerine el koydu ve onları iç çamaşırlarıyla bıraktı.
Aynı beyaz minibüse zorla bindirildiler ancak oturmalarına izin verilmedi, koltukların arasına sıkıştırıldılar. Minibüs hareket ettiğinde polis memurları yapmadıkları halde yağma yaptıklarını itiraf etmelerini ve “biz hırsız ve orospu çocuğuyuz” demelerini istedi ve bu anları telefonlarına kaydettiler. Yolculuk boyunca dövüldüler, hakaretlere ve ölüm tehditlerine maruz bırakıldılar.
Gece yarısı şehrin yaklaşık 10 kilometre dışında ıssız bir bölgede minibüsten indirildiler. Polis, sıfırın altındaki soğuk havada üzerlerine su döktü ve onları çıplak halde yerde sürünmeye zorladı. Daha sonra kimlik kartlarını geri verdi ve onları orada bıraktı. Beş erkekten biri cep telefonunu iç çamaşırında saklayabilmişti ve bu sayede yardım çağırabildiler.
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü ilgili suç duyurusunu inceledi, bahsi geçen ayrıntıları doğrulayan R.T. ile konuştu, kurtarıldıkları anlara ait sosyal medyada paylaşılan video görüntülerini inceledi ve işkenceye maruz bırakıldıktan sonra Adıyaman’da götürüldükleri yerde onlarla ilk kez röportaj yapanlardan biri olan bir gazeteciyle görüştü. Beş erkekten biri olaydan sonra ciddi göz yaralanması nedeniyle hastaneye kaldırıldı.
R.A. ve aile üyeleri vakası
51 yaşındaki R.A. depremde evleri ağır hasar gördüğü için ailesiyle birlikte kuzeninin İskenderun’daki evinde kalıyordu. 18 Şubat’ta özel harekat polislerinin kaldıkları eve geldiğini söyledi ve yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“Özel harekat polisleri maskeli, kamuflajlı, zırhlıydı; suratıma silahı tuttular, yere yat dediler. Birkaç dakikada ben, oğlum, amcaoğlum ve onun üç çocuğu yerde yatıyorduk. Bizi felaket dövdüler. Tekme tokat copla dövdüler. Döverken de işte ‘Siz hırsızsınız. Hırsızlık yapmışsınız’ dediler. Evi ararken her odanın kapısını kırdılar, her şeye zarar verdiler.”
R.A. ve oğlu, kuzeni A.Y. ve kuzeninin üç oğlu elleri kelepçeli halde bir polis otobüsüne götürüldü. İskenderun’daki Denizciler Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldükleri sırada otobüsün içinde de fiziksel şiddetin sürdüğünü söyleyen R.A., “Karakolda beni tek dövdüler. Bir tane polis bana ‘Ben Yozgatlıyım’ dedi, beni kameraların olmadığı bir köşeye çekti. Orada diğer polisler izlerken beni dövdü, diğer polisler hiçbir şey yapmadı. Dişimi kırdılar, kaburgamı kırdılar, gözlerimi morarttılar. Her yerimde morluklar var” şeklinde konuştu. Yozgatlı bazı kişilerin Türk milliyetçisi olmakla övündükleri göz önüne alındığında polis memurunun Yozgatlı olduğunu söylemesi, R.A.’nın Kürt olmasına gösterdiği ırkçı bir davranış olarak anlaşılabilir.
R.A., amcasının oğlu A.Y.’nin İskenderun’da bir telefon ve elektronik mağazası olduğunu, A.Y.’nin oğullarıyla birlikte güvenlik gerekçesiyle tüm ürünlerini mağazadan çıkardıklarını belirtti. Aynı çarşıdaki başka bir dükkan sahibi polise, dükkanındaki elektronik ürünlerin çalındığını, hırsızın A.Y. ve oğulları olabileceğini çünkü onların o civarda görüldüğünü bildirdi. Polis aynı çarşıda çalışan ve yine aynı evde kalan Suriyeli üç erkeği de gözaltına aldı. R.A. soruşturma tamamlanana kadar adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Ömer Türkmen ve yeğenleri vakası
37 yaşındaki Ömer Türkmen, özel harekat polislerinin 24 Şubat’ta, Antakya’nın Saraykent mahallesindeki evinin önünde kendisine ve iki yeğenine (20 yaşındaki Nizam Doğan ve 18 yaşındaki Mehmet Ali Doğan) saldırdığını belirtti. Üçü, depremde hasar gören evlerine bakmak için oradaydı. Bir polis memuru Türkmen’e kimlik kontrolü yaptı, onu sabıkalı hırsız olmakla suçladı ve yüzünün sol tarafına, kaşının altına yumruk atarak onu yere yığdı. Ardından silahının kabzasıyla kafasına vurdu, silahı doğrulttu ve “Seni buracıkta öldüreceğim” dedi. Diğer polis memurları da yerde yattığı sırada Türkmen’in karnını tekmeledi.
Polis, Türkmen’e yardım etmeye çalışan yeğenlerini de dövdü. Yarım saat sonra, bir polis amiri ve başka memurlar bir araçla olay yerine geldiğinde Türkmen oranın kendi evi olduğunu açıkladı. Bunun üzerine amir, büyütecek bir şey olmadığını, konunun kapandığını söyledi ve Türkmen’den özür diledi ama bununla birlikte “Burada ben olsaydım daha da kötü durumda olurdun” ifadelerini kullandı.
25 Şubat’ta, Ömer Türkmen hastaneden yaralarını belgeleyen bir darp raporu aldı ve aynı gün Antakya Kaymakamlığı’nın bahçesinde kurulmuş olan polis çadırında şikâyette bulundu.