Adalet mülkün temelidir.. O temeli gözümüz gibi korumak zorundayız…

Fehmi Koru yazdı...

Adalet mülkün temelidir.. O temeli gözümüz gibi korumak zorundayız…

Televizyon ekranlarına çıkabildiğine göre ‘yasaklılar listesi’nde yer almadığını düşünmemiz gereken biri, bir profesör, kendi ihtisas alanına giren bir konuda görüş açıklarken, iktidarın küçük ortağı ile ilgili eleştirilerde de bulunmuş.

Profesörün eleştirisi kamuoyunun gündemine giren açıklamalara dayanıyor…

Ertesi gün, eleştirdiği parti lideri adına kendisine yöneltilen, içinde “Dilini kopartırız” tehdidinin de yer aldığı sert tepkide “FETÖ’cü” olmakla suçlandı o profesör…

“FETÖ’cü” olmak ciddi bir itham. O ithama muhatap oldukları için binlerce insan cezaevlerinde misafir ediliyor. O ithama muhatap olmak için ise, vaktiyle her çevreden destek görmüş ve bu sayede güç kazanmış bir yapıyla yolların bir biçimde kesişmesi yetiyor.

Yapının yurt içi ve dışında açtığı okulların en üst düzeyde beğeni görmesine bakıp onlara destek çıkılması ya da olumsuz şartlardan etkilenmesinler diye kız-erkek çocuklarına eğitimleri sırasında kalacak uygun yer arıyan anne-babaların başka alternatif bulamadıkları için o yapının yurtlarını tercih etmeleri yeterli bulunuyor.

Hatta yurtlarda kalan öğrencilere zorla indirtilen cep telefonu programı (ByLock) onların da “FETÖ’cü” diye damgalanmalarına yol açıyor.

Ülkedeki hava bu yanlışlıklara itiraz edilmesini de engelliyor.

İçeriden bir örnek

Kendisini yakından tanıdığım için o yapıyla çok önceden yolunu ayırdığını da iyi bildiğim Alaeddin Kaya da “FETÖ’cü’ ithamına maruz kalıp yargılananlardan. Pekala kaçabilecekken gönlü rahat olduğu için böyle bir yola başvurmamış, o yapının adı 15 Temmuz hain darbe girişimi ile anılmaya başladığı andan itibaren karşıtlığını en keskin bir dille ifade etmekten çekinmemiş biri olduğu halde…

Cezaevindeyken vefat eden annesinin cenazesine katılması bile engellendi Alaeddin Kaya’nın…

Yakından izlediğim için onun durumundan haberdarım; ondan fazla farkı olmayan kim bilir daha kaç kişi hak etmedikleri bir damgayı yemiş ve özgürlüğünden mahrum haldedir.

[Kaya’nın pek çok sıhhi sorunu var; kalp ritim bozukluğu, diyabet, böbrek yetmezliği, hipertansiyon gibi. Kaldığı cezaevinde çıktığı duyulan korona vakaları onu en riskliler kategorisine sokuyor. Durumuna acil müdahale gerekiyor.]

Darbe girişimi sonrasında çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle işinden ve geçim kaynağından mahrum edilen binlerce kamu görevlisi var; onlar arasından haksızlığa uğradığını duyuramayanların sayısı hiç de az değil.

Bu yazının konusu, bir profesörün televizyon ekranından bir siyasiye yönelttiği eleştirinin cevabı olarak “FETÖ’cü” ithamına maruz kalması; ancak Türkiye’yi ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu daha geniş bir dünyayı ilgilendiren sınır-aşırı bir yönü de var bu konunun.

Bir örnek de Fransa’dan 

Başka örnekler de var, ama son örnek Fransa’dan.

Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ülkesinde yaşayan Müslümanların günlük hayatlarını olumsuz etkileyecek bir girişim başlattığı biliniyor. “İslamı yeniden yapılandırma” diye sunulan bir girişim bu. Fransa’da yaşayan Müslümanları ‘dış etkilere maruz kalmaktan’ uzaklaştıracak bir tedbirler paketi yasa haline getirilecek.

Macron’un konuya ilişkin açıklamalarına biraz yakından bakıldığında, böyle bir tedbire başvurma ihtiyacını, biraz da bizde süregiden “FETÖ” eksenli tartışmalardan etkilenerek duyduğu anlaşılıyor.

Türkiye’de ‘FETÖ’ neyse her ülkede yaşayan Müslümanlar arasından da benzer tavırlar alabilecek kişiler çıkabileceği endişesi yabana atılır gibi değil.

Élysée Sarayı’ndan bakıyor ve şunu görüyor Macron: O endişe Türkiye’de de yaşanmış ve bu yüzden binlerce insan mahkemelerden cezaevlerine yollanmış…

“Bizde olan onları neden ilgilendirsin” diye düşünemeyiz, çünkü Fransa’da 700 binden fazla Türk oranın vatandaşı olarak yaşıyor ve Türk’ün olduğu her yerde ‘FETÖ’ bulunduğunu düşündürecek bir genelleştirme söz konusu.

Sömürge geleneği olan bir ülke Fransa ve bu sebeple nüfusunun azımsanmayacak bir bölümü (yüzde 8.8’i) vaktiyle sömürgesi olmuş ülkelerden gelip oraya yerleşmiş Müslümanlardan oluşuyor. 

Yalnız Türkiye’den gelip vatandaş olmuşlar değil, eski sömürgelerinden gelmiş vatandaşları da, o ülkelerin pek çoğunda da sonradan yasa-dışı ilan edilmiş yapının okulları bulunduğuna göre, “FETÖ’cü” olabilirler…

Macron’un konuşmalarına sinmiş gerekçede ‘FETÖ’ ile hesaplaşma sürecinde bizim verdiğimiz kanıtlar da zımnen de olsa yer alıyor.

Darbe girişimine maruz kalmış bir ülkenin siyasi iktidarının sıcağı sıcağına vereceği tepkinin aşırılık içermesi bir dereceye kadar hoş görülebilir; hukukun çerçevesini zorlamamak, suçlama yaparken haklı ve adil sınırlamalar koymak şart olsa da. Hiç değilse aradan geçen bunca yıldan sonra bu yola girmek mutlaka düşünülmeli.

Sıradan insanları, vaktiyle o yapı içerisinde yer almış olsa bile çeşitli sebeplerle sonradan yolunu ayırmış olanları, bilmeden istemeden yanlış tercihte bulunmuşları, darbe denildiğinde tüylerinin diken diken olduğu bilinenleri, aileleri öyle uygun gördüğü için okullarında okumuş, yurtlarında kalmış oldukları halde hedefe konulmuşları, ortak haberleşme ağı olarak kullanılan cep telefonu programının farklı amaçlara hizmet ettiğinden habersizleri aynı çuvalın içine koymamak gerekir.

Konuldukları anlaşılıyor.

Hasbelkader cezaevine düşenlerin dışarıda kalmış ve geçim sıkıntısı içerisinde kıvranan yakınlarına evlerini açanlar, ailelerine maddi yardımda bulunmaya çalışanlar bile “FETÖ’cü” damgası yiyebiliyor.

Bir de kötünün kötüsü örnek

12 Eylül (1980) sonrasında Diyarbakır Cezaevi’ne atılanların bir çoğu orada bilendiler ve onbinlerce insanın canına mal olacak ülkenin başına açılmış terör derdine Diyarbakır Cezaevi yuvalık yaptı.

Bu yazıyı yazarken aklımda o kötü örnek de var.

Ülkemiz içte ve dışta olağanüstü ciddi gelişmelerle karşı karşıya. Bu sebeple de ülke insanının rahatlatılmaya ihtiyacı bulunuyor ve buna adaletin ikamesiyle başlamak doğru olacaktır.

Her eleştiriye “FETÖ’cü” tepkisi vermekten vazgeçmeyle işe koyulabiliriz.