ADALET BAKANI GÜL: 16 NİSAN ÇOK TARİHİ BİR FIRSAT OLMUŞTUR

Adalet Bakanı Gül, Türkiye´nin geleceğine dair rüyası olan herkesin, ülkenin darbeleri meşrulaştıran bir anayasa metniyle değil, milletin tercihini ortaya koyduğu bir anayasa özlemini dillendirdiğini belirtti.

ADALET BAKANI GÜL: 16 NİSAN ÇOK TARİHİ BİR FIRSAT OLMUŞTUR

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, İstanbul Üniversitesi tarafından Rektörlük binasında düzenlenen "2017 Anayasa Referandumunun Birinci Yılında Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Yapılanması Sempozyumu"ndaki konuşmasında, İstanbul Üniversitesi gibi köklü bir üniversitede bu anlamda bir toplantının yapılıyor olmasının önemli olduğunu söyledi. 

Bu toplantılardaki tüm görüşlerden de hükümet, yasama olarak istifade etmeyi bir borç bildiklerini ifade eden Gül, çünkü reformların müzakere ve katılımcı bir demokrasi anlayışıyla olgunlaştığını, bu sorun alanlarının istişareyle çözülmüş olacağını aktardı.

Gül, Türkiye´nin bir yıl önce verdiği kararın vesayetçi sistemden, gerçek ve kurumsallaşmış bir demokrasiye geçiş anlamında çok tarihi bir dönüm noktası olduğunu vurgulayarak, 16 Nisan Referandumu´nda gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin, siyasi tarihin en önemli reformları arasında sayılacak konulardan olduğunu belirtti.

Abdulhamit Gül, "Burada farklı olan bir husus, herhalde kabul edilecektir ki sivil ve demokratik katılımla milletin temsilcileri olan Meclis´te kabul edilen bir önerinin, teklifin, yine milletin kendisinin reyleriyle kabul edilerek yürürlüğe girmesidir. Bu gerçekten çok önemli bir farklılığı ortaya koymakta. Yani milletin arzu ve iradesiyle hayat bulan sivil bir anayasa değişikliği olması gerçekten çok önemli bir değişimdir. 16 Nisan´ı farklı kılan en büyük özelliklerden biri budur." diye konuştu.

Bakan Gül, esasen her türlü vesayet bağını çözecek reformların, uzun dönemlerde bir arayış içerisinde devam ettiğini anlatarak, şunları kaydetti:

"Darbelerden değil, milletimizin siyasi irfanından beslenen, hikmeti, hükümeti değil, insanı referans edinen çağdaş bir anayasa, milletimizin her zaman özlemiydi. Türkiye´de sivil, yerli, ülkenin gerçekleriyle buluşmuş bir anayasaya ihtiyaç vardı. Bunu herkes 30 yılın üzerinde dillendirmiştir. Her platformda dillendirilmiştir. Burada Sultanahmet Meydanı´ndaki Ahmet Amca da bunu söylemiştir, İzmir´deki Konak´taki bir hanımefendi de genç de bunu söylemiştir. Türkiye´nin geleceğine dair rüyası olan herkes, Türkiye´nin darbelerden sonra, darbeleri meşrulaştıran bir anayasa metniyle değil, milletin ihtiyaçlarına göre, milletin tercihini ortaya koyduğu bir anayasa özlemini 35 yıl hep dillendirmişti, bir özlem olarak her platformda tartışmıştı. Ama bu fırsatlar her çıktığı zaman da siyaset ya top çevirmiş ya da mazeretler üretmiş ya da kategorik itirazlar yapılmıştır. Bu çerçevede Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi´ne giden süreç de gerçekten bir samimiyet sınavı olmuştur. Elbette gönül isterdi ki kapsamlı bir revizyon yerine, baştan sona yeni sivil bir anayasa yapılsaydı. Biz böyle bir iklim ve zemini çok arzuladık. Yeni bir anayasayı yürürlüğe koymayı başarmayı çok arzuladık. Gerçekten 17 defa değişmiş, adeta başlangıçtan sonuca kadar birçok maddeler elden geçmiş, yamalı bohçaya dönmüş bir anayasaydı ama o hedefe ulaşmak mümkün olmadı. Müstakil bir anayasa yazımına yaklaşacak derecede ama önemli değişiklikleri içeren bir anayasa değişikliği 16 Nisan´da milletimizin onayına sunulabildi. Elbette her türü vesayetin zincirini çözmüş, çağına ve ülkesine yakışan bir anayasayı oluşturmak, bu sebeple her tür siyasi mülahazanın üstünde tutmak milli bir hedeftir."

"16 Nisan çok tarihi bir fırsat olmuştur"

Anayasaların partilere, bir konjonktüre, tarihin bir dönemine, toplumun bir kesimine bırakılamayacak kadar önemli metinler olduğuna işaret eden Gül, şöyle devam etti:

"Asla ve asla bir parti ya da birkaç parti merkezli bakılamaz. Ülke eksenli, ülkenin geleceği, tahayyürü, tasavvuru ve ülkenin demokratik, insan hakları, hukukun üstünlüğü merkezli, insanı esas alan bir anayasa mülahazası olması, elbette sonuç itibarıyla da zorunluluk gerektirmektedir. Sorun, temelde bir sistem, onun ötesinde bir anlayış ve zihniyet meseledir. Anayasal sistemimiz bugüne kadar kuvvetler ayrılığı prensibine etkin bir garanti sunamamış, bunun yerine sandıktan çıkan iktidar gücünün vesayet odaklarınca dengelenmesi, frenlenmesi imkanı sağlamıştır. Esasen demokratik bir sistemde kontrol-denge sistemi elbette elzemdir, zorunludur, demokrasinin olmazsa olmazıdır ama bugün uygulamada olan sistemde sandıktan çıkan iradenin, dengelemenin, baskılamanın belli bir vesayetçi anlayış tarafından baskılandığını görmekteyiz. İşte 16 Nisan, siyaseten bu anlamdaki bir reformu gerçekleştirmek için çok tarihi bir fırsat olmuştur."

Gül, bu reformu anlamlı ve değerli kılan unsurları sıralayarak, "Bu soruya cevap ararken, bu iklime gelen sosyal şartları, siyasal ve tarihsel tecrübelerin de hatırlanması gerekir." dedi.

Abdulhamit Gül, Türkiye için bu sebepleri zaruri ve kaçınılmaz kılan unsurları sıralayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Birinci gerçek reform ve yenileşme çabalarının, ne tartışmalarıyla ne de uygulamalarıyla esasen yabancısı olmadığımız bir konu olduğudur. Yani Türkiye´de, bu coğrafyada Türk modernleşmesinin en önemli kavşağı sayılan 1839´dan itibaren yenileşme, reform kavramları siyasetimizin temel gündemi olmuştur ve statüko arzusu içinde olan bir kesim ve anlayış ama onların karşısında varılacak her zaman yeni bir menzil, eşik olduğuna inanan reformcu, değişimci bir anlayış. Siyaseten iyinin daha iyisi, doğrunun daha doğrusu olduğu inancı her zaman korunmuştur. İşte bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi´nin de daha doğru bir sistem kurma, mevcut sistemin eksik ve hatalarından, yapısal arızalarından kurtulma girişimi olarak değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Değişmez bir sosyal formül olan değişime bigane kalmak, üstelik üretim hatası olan siyasal formüllerde ısrar etmek elbette anlamsızdır. Behçet Necatigil´in sözleriyle, kitaplarda yazan başka, sokaklarda gezen başka olursa, durup düşünmek gerekir. Esasen çelişki, parlamenter sanılan sistemin parlamenter olmadığı ve bu çelişkinin giderilmesine yönelik bir reform adımının atılmasıydı. Yani Türkiye´de bu topraklarda bir statükocu, doğmatik yaklaşımla evet böyle geldi, zaman, beklentiler, ihtiyaçlar, dünya değişiyor ama dünyanın değişimine karşı direnen bir anlayış hukuk formunda da asla kabul edilemez. Çünkü zaman geçtikçe elbette hükümler, kanunlar ve temel ilkelerin de değişmesi gerekir. O yüzden birinci irade Türkiye´de bir değişim iradesidir."

"15 Temmuz vesayet girişimin de ötesinde işgal girişimi olarak tarihe geçti"

Bakan Gül, darbelerin Türkiye´nin ilerleme çizgisini kırdığını, anayasal sistemine hasarlar verdiğini vurgulayarak, "Bu anayasalar da hiçbir zaman özgürlüklerin ve milletin, insan haklarının savunucu olamamıştır. Darbe yapılmış, millete rağmen oluşturulan iktidar adacığının korunması için bir anayasa metni ortaya konulmuş ve millete dayatılmış. İşte bu tecrübeden yola çıkarak, esasen uyguladığımız adına da hatalı biçimde parlamenter dediğimiz sistem içinde barındırdığı siyasi riskler nedeniyle kayıt dışı siyasete de zemin oluşturmuştur. Kayıt dışı işte bu siyasetin belirlediği makul sınırların aşıldığı her dönemde de sistem yeni müdahaleye zemin hazırlamıştır. İşte 15 Temmuz´un da anlamı bir yönüyle budur. Esasen 15 Temmuz bir vesayet girişimin de ötesinde bir işgal girişimi olarak tarihe geçmiştir." diye konuştu.

Ancak bu işgal girişiminin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, milletin kararlığında, bütün devletin unsurlarıyla bertaraf edildiğini belirten Gül, FETÖ´nün devlet organizasyonu yönünde oluşturduğu ağır tahribatın, kurumsal yapıyı güçlendirmeyi, tahribatın yıkıma dönüştüğü yerlerde organizasyonu yeniden toparlamayı zorunlu hale getirdiğini söyledi.

Gül, üçüncü bir gerçeğin de değişimin, dönüşümün sabahtan akşama gerçekleştirilecek bir olgu olmadığını ifade ederek, "Siyasal, toplumsal yenilikler tavında dövülür, olgunlaşır. Bu 16 Nisan öncesi bir tarihte iki partinin oturup ´Hadi anayasayı değiştirelim´ şeklinde bir değişim değildir. Bu 35 yıldır üzerinde yürünen milletin talebidir, bir sebep değil bir sonuçtur bu anayasa değişikliği." dedi.

1982 Anayasası´nın yürütmeyi ikiye bölen yapısının, hükümet krizinin ötesinde devlet krizini oluşturan bir düzenlemeye sahip olduğuna işaret eden Gül, "Hukuken ve siyaseten sorumluluk vermediği Cumhurbaşkanına, parlamenter hiçbir sistemde görülmediği kadar yetkiler bahşeden bir sistem vardı 16 Nisan öncesi. Yine koalisyon dönemlerinin siyasi kriz ve tecrübeleri ve yıllardır bu üniversite de başta olmak üzere hep tartışılan hükümet sistemleri konusu ve milletin beklentisi, ihtiyaçları bu sebepler zincirini tamamlayan halkalar olmuştur. Yine bu hatalı kurgusu 2007´de önemli bir kırılmaya neden olsa da yine de esasen çok bir sonuç alınamamıştır." değerlendirmesinde bulundu.

Gül, 1982 Anayasası nedeniyle yürütmede yaşanan sorunları ve tıkanmaları da anlatarak, şunları kaydetti:

"Esasen 16 Nisan´ın ilk işaret fişeği 2007´de, 10 yıl önce bu krizlerle beraber verilmişti. 2007´de Cumhurbaşkanını halk seçsin iradesiyle zaten yapısal kusurlarla dolu olan parlamenter sistem daha da arafta kalmış, örselenmiştir. Bir melez hale dönüşen bir parlamenter sistem karşımıza çıkmıştır. Dördüncü husus, küresel ölçekte bir politik krizin giderek tırmandığı, bölgemizde ve dünyada suların ısındığı gerçeğidir. Türkiye bir Kuzey Avrupa´da, etrafındaki terör örgütlerinden azade bir ülke değil. Elbette birçok tehditlerle birçok enerji koridorunun, askeri, politik araçlarla kendi geleceğinin inşasında gören bir anlayışın, yine bölgemizdeki Türkmenlerin, Arapların ve Kürtlerin terör örgütlerinin saldırısının altında kaldığı, yine yüz yıl önce cetvel, kalemlerle bu bölgeyi dizayn edenlerin tekrar kalemlerini, cetvellerini aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Batı toplumları da esasen güvenlik kaygıları üzerinden konsolide olmaktadırlar. Artık demokrasilerini, özgürlüklerini bile güvenlik ekseninde, güvenlik mi özgürlük mü diye bakıldığında güvenliği önceleyen bir Batılı toplumun, Türk, İslam, Doğu karşıtlığı bir anlayış içerisine girdiğini, yine Atlantik, Uzak Asya hattında ekonomik rekabetin kızıştığını, bölgesel, küresel ölçekteki gerilimlerin arttığını hep beraber yaşıyoruz. İşte 15 Temmuz´da esasen yine Türkiye´nin FETÖ terör örgütüyle yine DEAŞ, PKK, YPG terör örgütleriyle yine sistemli saldırılarına muhatap olması da bu tarihsel gerçeklikte elbette şaşırtıcı değildir. İşte bu tablo karşısında Türkiye olarak devlet organizasyonumuzu tahkim etmek bir zorunluluk halini almıştır. Rüzgar önünde savrulamayacak kadar sağlam, güçlü, etkili bir yönetim modeli kurmak, hayati bir hedef haline, bir beka kaygısı içerisinde ülkemiz, devletimiz ve milletimiz için bir zorunluluk halini almıştır."