Tarih: 29.04.2025 11:49

Acil bir çağrı: Kanal İstanbul “kalan İstanbul’u” da yok edecek!

Facebook Twitter Linked-in

Tam da Kanal İstanbul konusunun tekrar gündeme geldiği günlerde yaşadığımız uyarıcı etkisi yüksek 6.2 ölçekli depremi ilahi bir uyarı ya da İstanbul’un taşının, toprağının feryadı olarak da görebiliriz.

Geçen çarşamba günü İstanbul bir kez daha feryat etti ve kendinin kıymetini bilmeyen sakinlerine sanki şu mesajı gönderdi: “Beni yeterince hırpaladınız, daha fazla yormayın beni artık! Benim doğama vurduğunuz her darbe, üstüme hoyratça diktiğiniz her ucube yapı benimle birlikte sizin de sonunuzu getirecek! Bu gidişle benimle birlikte siz de yok olacaksınız!”

1999 depremi sonrası bu feryadı ilk kez derinden hissettiğimizde Bilge Mimar rahmetli Turgut Cansever öncülüğünde bilim insanlarından, konusunda uzman şehir tarihçilerinden, mimarlardan, inşaat mühendislerinden, şehir planlamacılarından, deprem bilimcilerden, aydınlardan oluşan bir çalışma grubu kurmuştuk. İstanbul’un geleceği için derin kaygılar taşıyan Turgut Cansever Hoca İstanbul ahlakını yansıtan zarafeti ile bizleri bir araya getirmiş ve İstanbul depremi konusunda alınabilecek tedbirler bağlamında çok kapsamlı bir raporun hazırlanmasını sağlamıştı.

Bugün hâlâ geçerliliğini sürdüren bu çalışmanın tekrar değerlendirilmesi zorunludur. Şartlar çok daha ağır, İstanbul’un taşıdığı yük çok daha dayanılmazdır. O raporun esasını teşkil eden İstanbul’un nüfusunun kontrol altına alınması için İstanbul’a belli bir mesafede orta ölçekli kentler oluşturulmasının aksine son yirmi beş yılda şehre eklemlenen şehir estetiğinden yoksun Esenyurt gibi devasa yerleşim merkezleri bir ur gibi şehri sarmış durumda.

 

kanal istanbul

 

Medeniyetler ve şehirler üzerine çok sayıda makale ve kitap yazmış bir İstanbul sevdalısı olarak Başbakanlık görevini üstlendiğimde İstanbul ile ilgili aldığım brifingler ve raporlar beni derinden etkilemişti. Özellikle ilgili kurumların yetkililerinden Kanal İstanbul ile ilgili aldığım brifing beni tam anlamıyla sarsmış, sorduğum şu hayati soruların cevapları beni hiç tatmin etmemişti:

(i) Kanal İstanbul inşa edildiğinde takriben 28 kilometre derinliğinde ve 45 kilometre uzunluğunda bir adaya dönüşecek olan İstanbul savaş, terör ve deprem risklerine karşı nasıl korunacak? İstanbul ile doğrudan kara irtibatı kesilmiş olan Trakya’nın savunması nasıl olacak? Bu konuda Genelkurmay’dan gerekli stratejik analiz ve görüş alındı mı?

(ii) Kanalın inşası Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki en büyük kazanımlarından birisi olan Montrö anlaşması ile sağladığı hakları nasıl etkileyecek?

(iii) Bu kanalın Marmara çıkışında bulunan ve bir tatlı su rezervi olan Küçükçekmece gölünün akıbeti ne olacak? Sazlıdere barajının yok edilmesi ve Terkos gölünün olumsuz etkilenmesinin oluşturacağı kayıplar nasıl telafi edilecek?

(iv) Zaten bir iç deniz olarak aşırı nüfus artışı sebebiyle kirlenmekte olan Marmara Denizi özellikle Tuna nehri üzerinden Orta Avrupa’dan gelen atıklara karşı nasıl korunacak?

(v) Şehrin oksijen deposu olan ve Fatih’in büyük bir öngörü ile “ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” diyerek vakıf statüsü ile koruma altına aldığı kuzey ormanlarının dokusu nasıl korunacak?

(vi) Kanal İstanbul’un etrafındaki yeni yerleşim merkezlerinin oluşturacağı nüfus patlaması İstanbul’un zaten ağır olan demografik yükünü nasıl etkileyecek?

Bu brifing sonrasındaki haftalık görüşmede konuyu önce Genelkurmay Başkanı’na daha sonra da sayın Cumhurbaşkanı’na açmıştım. Bu görüşmelerde edindiğim intiba beni daha da telaşlandırmıştı. Genelkurmay Başkanlığına sadece İstanbul’un bir ada haline dönüşmesinin uluslararası hukuktan nasıl etkileneceği sorulmuştu ve ortada bir “Stratejik Etki Analizi” yoktu. Sayın Cumhurbaşkanı ise kanalın İstanbul Boğazı’na alternatif oluşturarak şehri koruyacağına ve geçiş ücretleri ile önemli bir kaynak sağlayacağına inanıyordu ama mesela verilen brifinglerde kendisine “Kanalla birlikte Küçükçekmece Gölünün yok olacağı” gibi en temel bilgi dahi verilmemişti.

Büyük bir hayret ve kaygı ile İstanbul’u koruma adına alabileceğim tedbirleri düşündüm ve şu adımları devreye sokmuştum:

(i) İlgili birimlere bu hayati sorulara tatmin edici cevaplar ve raporlar hazırlanarak bana ve Sayın Cumhurbaşkanına sunulması ve o vakte kadar sürecin bekletilmesi talimatını vermek;

(ii) Rahmetli Kadir Topbaş'la birlikte İstanbul milletvekillerini, ilçe belediye başkanlarını ve ilçe başkanlarını toplayarak onlara İstanbul’u rant alanı haline dönüştürecek hiçbir projeye destek vermeyeceğimi ve İstanbul’u istismar ederek servet edinme çabasına giren kim olursa olsun en sert yaptırımları uygulayacağımı söylemek;

(iii) Yine Kadir Topbaşla birlikte büyükşehir yöneticileri ve daire başkanları ile de bir toplantı yaparak en temel sorumluluklarının İstanbul’a karşı olduğunu vurguladıktan sonra benzer uyarılarda bulunmak;

(iv) Kamuoyuna iktidarların ve belediye başkanlarının değişmesinden etkilenmeyecek ve anayasa hükümleri gibi süreklilik taşıyacak bir “İstanbul Yasası” çıkaracağımızı ilan etmek;

(v) Türkiye ölçekli yeni bir “İmar Yasası” ile imar rantlarını kamuya aktaracağımızı ve burada oluşan fonların başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizin güzelleştirilmesi, kentsel dönüşümü ve depreme karşı korunması için kullanılacağını ilan etmek;

Şimdi geriye doğru bakıp değerlendirdiğimde bu adımlarımın hangi rant çevrelerini bana karşı harekete geçirdiğini görebiliyorum. O günlerden bugüne geçen 10 yıl içinde İstanbul’un nasıl bir asırlık yıpranma yaşadığını da büyük bir hüzünle izliyorum.

Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra Sayın Cumhurbaşkanına ülkenin ve partinin gidişatı ile ilgili farklı tarihlerde dört kez sözlü ve yazılı değerlendirme sundum. 20 Ocak 2018’de Afrin harekatının başladığı günlerde yaklaşık üç saat süren ve kendisine karşı karşıya kaldığımız siyasi, ekonomik, hukuki ve diplomatik sorunlarla ilgili değerlendirmelerimi ve önerilerimi sunduğum toplantının ana konularından biri de Kanal İstanbul idi. 

Sözlü olarak aktardığım uzun bir değerlendirme sonrasında kendisine sunduğum 27 sayfalık raporun Kanal İstanbul ile ilgili bölümlerinde şu satırlara yer vermiştim:

Ancak hayati bir konuda bizzat tarafınızdan gösterilecek özel bir ilgi ve takibe ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Bu da Kanal İstanbul ile ortaya çıkacak yeni jeopolitik yapıda İstanbul’un nasıl korunacağı ile ilgilidir. Başbakan olarak aldığım brifinglerden sonra Genelkurmay Başkanımıza “Kanal İstanbul’un yapılmasından sonra takriben 28km eninde ve 45 km boyunda bir adaya dönüşerek Anadolu yakası ile üç, Trakya ile altı köprü üzerinden irtibatı kalacak olan ve içinde Türkiye nüfusunun takriben yedide birini barındıracak tarihi İstanbul’un nasıl korunması gerektiği ile ilgili bir çalışma yapıp yapmadıklarını” sorduğumda “sadece İstanbul’un adaya dönüşmesinin uluslararası hukuk sonuçlarını çalıştıkları” cevabını almıştım. Bu konuda bir çalışma yapılması gerektiği talimatını vermiştim; daha sonra nasıl bir gelişme olduğu konusunda bilgi sahibi değilim.

Ancak, daha sonra yaşadığımız hain 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin kaderine hükmetmek isteyenlerin önce İstanbul’un kanatlarını birbirine bağlayan köprüleri hedef alacağını göstermiştir. Allah korusun bir savaşta düşman güçlerin uzaktan füzelerle Boğaziçi üzerindeki üç, Kanal İstanbul üzerindeki altı köprüyü tahrip etmeleri halinde iki su yolu arasında kalan ve ülke nüfusunun yaklaşık yedide birini barındıran İstanbul adasının kara bağlantıları tümüyle kesilebilir. Ayrıca Kanal’ın batısında kalan Trakya’nın savunulmasında da zaaflar doğabilir. Savaş teknolojisindeki gelişmeler bu konuda daha da ürpertici sonuçlar doğurabilir. Benzer bir durum yaşanacak büyük bir deprem afeti için de söz konusu olabilir. Özetle, Allah korusun böylesi senaryolarda yaşanacak bir facianın vebali hepimizin üzerine olacaktır ve bu güzel şehri kirleten ve hayat alanını daraltan dikey mimari konusunda yaptığımız özeleştiri gibi özeleştiriler de bizi bu vebalden kurtaramayacaktır. İstanbul bize ve bizden sonraki nesillere Rabbimizden büyük bir nimet ve Ebu Eyyub el-Ensari’den Fatih Sultan Mehmet’e ve bugüne kadar gelen ecdattan bir emanettir. Bu proje ile ilgili bütün bu hususları tekrar gözden geçirmenizi istirham ediyorum. Kanal İstanbul’un getireceği faydalar başka yollarla da telafi edilebilir, ancak İstanbul’a dönük bir riskin telafisi olamaz ve hesabı verilemez.

Şimdi Sayın Cumhurbaşkanına ve ilgili bütün yetkililere aynı samimi çağrıyı bir kez daha yapıyorum: Son yaşadığımız deprem sonrasında ağır bir vebal taşıyan bu konuyu lütfen bir kez daha değerlendirin! İstanbul’un ahını alanlar abad olmaz!

Gelin bütün kesimlerin katıldığı toplumsal bir mutabakat ile gelen giden iktidarların değiştiremeyeceği bir “İstanbul Yasası” çıkaralım!

Kapsamlı bir “İmar Yasası” çıkararak imar rantlarını kamuya aktaralım ve şehirlerimizi bir rant deposu olarak gören zihniyetlerin istismarına son verelim!

Çevresinde insan yoğunluğunu artıracak Kanal İstanbul gibi projelerle İstanbul’a göçü teşvik edecek yeni iskân alanları açmak yerine İstanbul’dan Anadolu’ya göçü teşvik edecek özel projeler ve fonlar oluşturalım!

Anadolu’nun bazı bölgeleri insansızlaşırken İstanbul’un artık taşıyamayacağı yeni nüfus patlamalarına izin vermeyelim!

Türkiye ölçekli bir demografik dağılım stratejisi geliştirelim! İstanbul’un tarihi ve doğal yapısının korunması bu stratejinin ana odağını oluştursun!

Mekanları ve şehirleri cansız varlıklar olarak görmeyelim; onlar gönül kulakları açık olanlara konuşur. Mekâna ve şehre saygı duymadan, onunla varoluşsal bir özdeşleşme yaşamadan İstanbul’u anlamak da onu korumak da mümkün değildir. Onun için her vesileyle söylemişimdir: İstanbul anlayana en büyük Hoca’dır.

İstanbul’a hükmetmeye kalkmayalım! İstanbul’un önünde diz çökelim ve ders alalım!




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —