usuf Ado? 27 Kasım´ı 28´ine bağlayan gece göğsünde ve sırtında yoğun ağrı şikayetiyle yakınları tarafından hastaneye götürülüyor. Ancak Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi´nin Acil Servis departmanı tarafından hasta geri çevriliyor. Nedeni Suriyeli olması ve Suriyelilere verilen geçici kimlik kartlarından birine sahip olmaması...
?Biz bakamayız; özel hastaneye götürün,? diyorlar. Yusuf Ado, Bursa Özel Doruk Hastanesi´ne götürülüyor; burada uzman doktor olmadığı için sabaha kadar müşahede altında tutuluyor. Sabah uzman doktor gelince, kalbe giden atardamarda yırtık olduğu tespit ediliyor. Bütün gece hiçbir müdahale yapılmadan bekletilmesinin büyük bir hata olduğunu söyleyen doktor, acilen ameliyata alınması gerektiğini söylüyor. Özel hastane olduğu için ameliyat ücretinin Suriyeli ailenin bütçesinin çok üstünde bir rakam olacağını ifade ederek, onları en başta kabul etmeyen hastaneye gitmelerini, kendisinin telefon ederek durumu bildireceğini söylüyor. Hastanın kardeşi ambulans istiyor. Ambulans veremeyecekleri, bir taksiye atlayıp gitmeleri kendilerine bildiriliyor. Saatler sonra tekrar Yüksek İhtisas hastanesinin Acil´ine başvurduklarında, Yusuf ameliyata alınıyor. Ancak 5-6 saat süren ameliyat sonrası daha yoğun bakımdayken hayatını kaybediyor.
Yusuf 23 yaşındaydı. Annesi Suriye´de iç savaş sırasında hayatını kaybetmiş, babası hala orada. Yakın zamanda Türkiye´ye gelmiş, yeni evli olan Yusuf, şimdi geride gözü yaşlı bir eş, doğmamış bir çocuk bıraktı. Özel hastane doktorunun Yusuf´un ?müdahale etmeksizin bütün gece bekletilmesinin büyük bir hata? olduğunu dile getirmesini baz alırsak, eğer Yüksek İhtisas Hastanesi´nin Acil´i kapıları yüzüne kapatmasaydı, Yusuf bugün belki yaşıyor olabilirdi. Gencecik bir adamın toprağa girmesine, gencecik eşinin dul kalmasına, henüz doğmamış bir çocuğun babasız kalmasına engel olunabilirdi.
Hastanelerin Acil Servisleri, adı üzerinde acil durumlara bakmakta; Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi´nin Acil Servis´inin hem hukuki hem de insani açıdan, kapısına gelen bir hastayı kimliğin yok diye geri çevirmeye hakkı yoktu. Fakat maalesef hukuk ya da insani değerler neyi gerektiriyor olursa olsun, halihazırda sığınmacı durumuna düşmüş insanların, pratikte hastane kapılarında ölüm kalım mücadelesi verirken yaşadıkları çok farklı. Yusuf Ado´nun hastaneye kabul edilmemesinin ardında bir çeşit yabancı düşmanlığı olduğunu düşünmek istemiyorum. Onun hak ettiği tedaviyi görememesinin ardındaki nedenin ?Şimdi ben bu hastayı kabul edersem evraklarını nasıl dolduracağım,? şeklinde bir iş yükünden duyulan tipik bir memur endişesi olabilir. Nitekim, hastaneden gözyaşlarını içlerine atarak ayrılan hasta yakınlarının elinde ölüm raporunun yanı sıra bir de fatura var. Valiliğe başvurduklarında ?Ölmeden önce gelseydiniz hızla geçici kimlik çıkarabilirdik. Şimdi bir şey yapamayız,? cevabı aldıklarına göre, eğer hastane Yusuf´u kabul edip yakınlarını Valiliğe yönlendirseydi belki bu kadar ağır bir mağduriyet yaşanmazdı diye düşünmemek elde değil. Mağdur ve mazlum Suriyelilere kapılarını sonuna kadar açmış Türkiye´de olmaması gereken şeyler bunlar.
?O da niye en baştan geçici kimlik çıkarmamış?? diye sorabilirsiniz. Ancak maalesef, Türkiye´ye sığınan Suriyelilerin önemli kısmı bu kimliği almıyor. Kimi Avrupa´ya gitme umudu taşıdığı için, kimi bilgilendirme eksikliğinden kaynaklanan, kendi aralarında yayılan dedikodulardan etkilendiği için, okul, hastalık vb acil bir ihtiyaç olmadığı sürece kimliğe başvurmuyor. Son dönemde ise, Suriye´nin geleceğine ilişkin gelişmelerle bağlantılı olarak Suriye rejimi yerinde dururken geri gönderilecekleri korkusu gibi etkenler, kayıt altına alınmaktan tedirgin olmalarına neden oluyor. Yetkililerin bu tür kaygıların toplu bir paniğe dönüşmesini önlemek adına, daha efektif bilgilendirme yapmaları gerekli görünüyor.
FBI ile anlaşan anlaşana: Zarrab´dan sonra Flynn
Rıza Zarrab´ın ?itirafçı´ olmayı kabul etmesiyle ?ABD Mehmet Hakan Atilla´ya karşı? davasına dönüşen yargı süreci New York´ta başladı. Şu ana kadar dava içeriği, 17-25 Aralık sürecindeFETÖ´cülerin iddialarından ötesine gitmedi. Öyle ki, ömrünü hapiste geçirmemek için FBI´la anlaşma yapan Zarrab´ın, Türkiye Cumhuriyetini zora sokacak ifadelerle işin boyutunu daha korkunç iftira düzeylerine çekme ihtimali konuşuluyordu. Ancak o da, ABD´de yasadışı sayılan ama Türkiye yasalarına aykırı bir husus taşımayan İran´la enerji karşılığı altın ticaretine, Erdoğan ve Ali Babacan´ın yeşil ışık yaktığını kendisine Zafer Çağlayan´ın ilettiğini söyledi. Bu da kulaktan dolma bir bilgi; kanıt niteliği taşımıyor. Dolayısıyla şimdi, Zarrab meselesiyle ilgili olarak, kamuoyunda fahiş yaptırımlardan bahsedilmesinin ardında da sürekli korku ve endişe yayarak teröre başvurma yöntemini kullanan FETÖ´cülerin neden olduğu bir psikolojik operasyon mu var sorusu soruluyor.
O yere göğe sığdırılamayan Amerikan yargısı, Zarrab´ın muğlak ifadelerine bel bağlayarak Türkiye´ye karşı bir karar verecekse, bu dava siyasi bir dava olmaktan da öte, bir intikam davasıdır diyebiliriz. Yine de insan, 17-25 Aralık´ta FETÖ´ye kananların bile ?bu bir kumpastır? dediği bugünlerde, Cumhurbaşkanı´ndan hükümete, medyadan topluma herkes Türkiye´yi savunurken, adı geçen bakanların da çıkıp kendilerini savunmalarını bekliyor.
Öte yandan, Zarrab davası devam ederken bu hafta Trump´ı hedef alan Rusya soruşturmasında eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn´in FBI ile anlaşmış olması gözleri o yöne çevirmemize sebep oldu. Eski FBI direktörü Mueller´in yürüttüğü soruşturmada esas dosya Rusya soruşturması olsa bile, buna paralel olarak Flynn´in Türk işadamı Ekin Alptekin´den aldığı iddia edilen finansmanın kapsamı, kaynağı ile pek çok şey yazıldı. En son iddia ise, the Daily Beast´te yayınlanan Flynn´in Zarrab´ı serbest bıraktırmak için de para aldığı şeklinde. Şimdi Zarrab federallerle işbirliği yapıyor, Flynn federallerle işbirliği yapıyor. Bakalım ?itirafçı´Flynn FBI´a neler söyleyecek? ABD´nin Gülen´i koruyup kollayan kanadı Zarrab´da şimdiye kadar arayıp da bulamadığını Flynn´den koparmaya mı çalışacak?