Bazı siyasi temalarımız, siyasi aktörlerimiz hiç değişmez. Otoriterlik, özgürlük eksikliği, eksik demokrasi bunlardan birisidir. Yemin töreni meselesinin göstergesi gibi asker, aktör olarak, bir başkasıdır.
2000-2010 arası Türkiye askeri vesayet düzeninden siyasi alanı genişleterek çıkmaya çalıştı. Bu çıkış kaçınılmaz iktidar mücadeleleri, iktidarın el değiştirmesi üzerinden yaşandı. Dünün eksik demokrasi sorunları çözülmeye çalışılırken, bir zihniyet sürekliliğinden kaynaklanan, el değiştirmelerin ürettiği, ülkeyi demokrasiden biraz daha uzaklaştıran dev sorunlar karşımıza çıktı.
Ana sorun, siyasi alanın genişlemesine karşılık, bu alanın demokratik olarak yeniden yapılandırılmaması, siyaset karşısında basın, ekonomi, eğitim, vb özerk alanlara dayalı bir düzeninin inşa edilememesiydi.
Bu sorunun bir kısmı iktidar sahiplerinin otoriter ve çoğunlukçu zihniyetinden, bir kısmı muhalefetin siyaset karşıtı reflekslerinden, bir kısmı ise “cemaat” gibi siyasi alana giren enformel aktörlerin varlığından ve onlara yönelik mücadelenin yarattığı travmadan ileri geldi.
2000’lerin ilk 10-15 yılında, siyasetten özgürlüğe “alan genişlemeleri ve daralmaları” bu koşullarda iç içe geçti, birbirini takip etti.
Ancak bir yerde iniş çıkışlar bitti.
Bugün, sonuç olarak, daralmaların sistematikleştiği, toplumu boğduğu kabus bir noktaya geldik.
15 Temmuz rejimi ve yeni anayasayla birlikte, siyaset alanı kapalı toplum modeli üzerinden ve dikey bir hiyerarşiyle örgütlendi. Bu durum beraberinde inanılmaz bir merkezileşmeyi getirdi. O merkez içinde de şahsilik bazında tek asli bir merkez oluştu. Şahsilik ve merkeziyetçi anlayış, keyfiliği, hukuksuzluğu sıradan ve sistematik hale getirdi.
Kimileri buna sıkılmadan hala demokrasi diyebiliyor.
Geldiğimiz noktada bu düzeni bozan her gelişme bir yasakla karşılaşıyor. Her yasak özgürlük alanını biraz daha sınırlıyor. Belediye Başkanlarının yabancı misyon şefleriyle görüşmelerinin dışişleri bakanlığının iznine bağlanması bunun son çarpıcı örneği. Bu, Sovyetler Birliği otoriter uygulamalarını hatırlatan bir hal…
Basın burada kritik bir konumda…
Hiyerarşik düzen, basını da kendisine tabi kılmaya çalışıyor. Siyaset-siyasi karar ve toplum arasında iletişim ve denetim köprüleri kurması gereken basın, işlevini yerine getirmekte zorlanıyor. Basının sahası daralıyor, özerkliği sınırlanıyor, siyasete bağımlı hale geliyor, bunlardan kaynaklanan kalite sorunu yaşıyor.
Mevcut düzende bu, aslında çok şaşırtıcı değil.
Basın bu düzenin doğal hedefi.
Zira basın özgürlüğü siyasetin, siyasi alanının demokratik yapılanmasının kurucu unsurlardan birisidir.
Gazetecilik, anlama, gözleme, anlatma, aktarma, bilgilendirme, denetleme işlevlerini yerine getiren bir meslektir.
Bu işlevlerin varlığı ve etkinliği de toplumları açık ya da kapalı olarak ikiye ayırır.
Açık toplumların ön koşulu basın özgürlüğünün tam olmasıdır.
Nerede olursa olsun, neden olursa olsun özgürlük ve gerçek, herhangi bir başarıya, bahaneye, gerekçeye, stratejik bakışa kurban edildiği an, vahim ahlaki bir çöküş başlar.
Basın hareket alanının sınırlanması toplumda siyaset yerine baskı, şiddet fikrinin yerleşmesinde de belirleyici olur. Fayda fikri siyaset fikrinin önüne geçer.
Bu gidiş, umalım önümüzdeki seçimlerle tersine dönsün…
Mesele, şu ya da bu siyasi parti, anlayış, değildir, demokrasi, açık toplum meselesidir.