Beni kürsîde görüp, va’zedecek sanmayınız;
Ulemâdan değilim, şeklime aldanmayınız!
Dînin ahkâmını zâten fukahânız söyler,
Anlatırlar size bir müşkiliniz varsa eğer.
Bana siz âlem-i İslâm’ı sorun, söyleyeyim;
Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim.
Mehmet Akif'in “Süleymaniye Kürsüsünde” konuşturduğu vaiz Sibirya Tatarlarından mücahit ve seyyah Abdürreşit İbrahim Efendi’dir. Abdürreşid Efendi Mehmet Akif'in gözlerinden kalemine şu şekilde yansır:
Kimdi kürsîdeki? Bir bilmediğim pîr amma,
Hiç de bîgâne değil kalbe o câzib sîmâ.
Bembeyaz lihye-i pâkiyle, beyaz destârı,
O mehîb alnı, o pek mûnis olan dîdârı,
Her taraftan kuşatıp, bedri saran hâle gibi,
Ne şehâmet, ne melâhat veriyor, yâ Rabbi!
Hele gözler iki mihrâk-ı semâvîdir ki:
Bir şuâıyla alevlendiriyor idrâki.
Âh o gözlerden inen huzme-i nûrânûrun,
Bağlı her târ-ı füsunkârına bin rûh-i zebun!
Ben de Mehmet Akif'in “Kimdi kürsüdeki?” sorusunun peşine düştüm. Geçte olsa anladım ki o seyyah-ı şehîr biz ona bigâne kalmışken o bizim dibimize kadar gelmiş. Abdürreşit İbrahim'i geç tanımış olmanın mahcubiyeti ile Konya'dan 130 kilometre uzaklıktaki Cihanbeyli’de yaşayan Sibirya muhaciri Tatar kardeşlerimizle tanışmak, hazin göç hikâyelerini onlardan öğrenmek, kendilerini Sibirya'dan bu köye getiren manevi rehberleri Abdürreşid İbrahim'i yakınlarından dinlemek amacıyla Böğrüdelik köyüne gittim. Risalelerini ve ders notlarını emanet bıraktığı öğrencisi Hacı Hakîm Oğuz 2012 yılında vefat etmiş. Aradan yıllar geçse de köyde yaşayan Tatarların Abdürreşid İbrahim’e saygı ve muhabbetleri devam ediyor.
Oturduğumuz yerden “Ne olacak bu İslam âleminin hali?” diye sorduğumuz fakat bir şey de yapmadığımız/yapamadığımız bir ortamda yüz yıl önce “Bana siz âlem-i İslâm’ı sorun söyleyeyim. Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim görmediğim” diyen Abdürreşid İbrahim'in sesine kulak verip gezerek/yaşayarak yazdığı Âlem-i İslam kitabını okuyarak işe başlayabilirdim.
Abdürreşid Efendi'yi tanıdıkça zihnimdeki bereket kavramı da değişti, gelişti. Anladım ki Allah sevdiği insanların sadece malına değil; ilmine, kalemine, etkisine, hafızasına, sağlığına, ömrünü de bereket veriyor. Abdürreşid Efendi'nin bir asırlık ömründe tek başına yaptığı güzel işleri belki de yüz yıldır İslam ülkeleri, STK’lar, cemaatler yapamıyor. Mübalağa yaptığımı zannedebilirsiniz. İnanmıyorsanız onun Âlem-i İslam kitabını okumanız yeterlidir. Sözü uzatmadan bu bir asırlık bereketli ömrü özetlemeye çalışayım.
27 yaşında İstanbul’a geldi
Abdürreşid İbrahim 1850 yılında Sibirya'da (Tobolsk/Tara) doğdu. 20 yaşına gelinceye kadar memleketindeki medreselerde okudu. Kırgız bölgesindeki medreselerde hocalık yaptı. İlmini artırmak arzusuyla 27 yaşında 1877 yılında İstanbul'a geldi. Daha sonra Hicaz bölgesine gidip o sırada Mekke'de bulunan Kafkas Kartalı Şeyh Şamil ile tanıştı. Şeyh Şamil’in cihat ve direniş ruhundan etkilendi. Oturarak konuşan bir vaiz olmadı.
1911-1912 yıllarında Trablusgarp Savaşı'na, 1915'te Ruslara karşı Sarıkamış Muharebesi’ne katıldı. Aynı yıllarda Teşkilat-ı Mahsusa'nın verdiği bir görevle Almanya'ya gidip esir kamplarındaki yüz bine yakın Müslüman esir ile yakından ilgilendi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Çin sınırlarını aşıp Doğu Türkistan'a geçerek Müslümanları komünizme karşı bilinçlendirmeye gayret etti.
Rusya, Japonya, Moğolistan, Kore, Hindistan, Çin, Singapur, Arabistan gibi gittiği ülkelerin yöneticileri ile görüştü. Gezdiği ülkelerin eğitim durumunu yakından inceleyerek eğitim ile ilgili yazılar yazdı, konferanslar verdi. İstanbul'da Mehmet Akif, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Cemalettin Afganî, Muallim Nâci, Ahmet Mithat, Âsaf Halet Çelebi gibi devrin önemli fikir adamları ile görüştü. İstanbul’da Sultan Abdülhamid ile Japonya'da Prens İto ile Hicaz'da Mekke Emiri ile yüz yüze görüşmeler yaptı.
1905-1906 yıllarında Rusya'daki Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kongreler düzenledi. Rusya Müslümanları İttifakı adıyla bir oluşumun kuruluşuna öncülük etti. Kongrede alınan kararları Çarlık hükümetine iletti. Petersburg'da matbaa kurup Ülfet ve Tilmiz gazetelerini çıkardı. Kazan’da oğlu Ahmet Münir aracılığı ile Beyânü’l Hak gazetesini çıkardı. İstanbul'da Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim mecmuasında Mehmet Akif ile birlikte yazılar yazdı.
Asya'da, Avrupa'da, Afrika'da, Ortadoğu'da gitmediği, gezmediği bölge kalmadı. Abdürreşid İbrahim hayatının ve seyahatinin gayesini şöyle ifade ediyor: “Yeryüzünde yürüyün ilahi emrine uyarak uzun bir seyahate çıktım. Önümde bir giden arkamda bir iten yok idi. Yalnız himmet kemerini bela bağlayarak tevekkül asasını ele aldım. Yalnız îlâ-yı Kelimetullah halis niyetine, Allah'ın ipine (İslam, Kur'an) sarılma fikrini terviç ve takviye mukaddes emeli uğruna çoluk çocuğumu ve mini mini ciğerparelerim olan masumlarımı Allah'a emanet ederek terk ettim, ‘ya Allah’ diye yola çıktım.”
Gittiği yerlerde Müslümanların eğitim durumları ile ilgilendi, tavsiyelerde bulundu, dersler verdi. Uzun seyahatlerinin en önemli gayelerinden biri Müslümanların terakkisiydi. Âlem-i İslam kitabında bu gayesini şöyle ifade ediyor: “Ben zaten başka bir şeyle meşgul değilim. Bütün meşguliyetim Müslümanların diyanet ve marifetlerinin terakkisi için bir kontrol gibi nerede mektep görürsem orada talebeyi imtihan eder hocalarını imtihan eder gezerdim. Uzakdoğu’da bile her yerde vazifem bu idi.”
Mehmet Akif ile Abdürreşid İbrahim’in dostluğu
Âlem-i İslam'ın hali, Müslümanların eğitimi ve terakkisi, mazlum milletlerin direnişi gibi konulardaki ortak düşünceleri Mehmet Akif ile Abdürreşid İbrahim arasındaki dostluğu ve muhabbeti güçlendirdi. Mehmet Akif nasıl yazdıklarıyla, yaptıklarıyla şair-i milli vasfını hak ediyorsa Abdürreşid İbrahim de mütefekkir-i âlemi vasfını hak ediyordu. Maalesef üzülerek belirtelim ki bu meşhur seyyah ve mücahit Japonya'da tanındığı kadar İslam dünyasında bilinmiyor.
Mehmet Akif'in Abdürreşid İbrahim'den ne kadar etkilendiğini anlamak için Süleymaniye Kürsüsü’nde şiirini okumak yeterlidir. Çehresinden bile etkilendiği dostunu Vaiz bölümünde kürsüye oturtur ve onun dilinden âlem-i İslam'ın halini şiir diliyle altı sayfada anlatır.
Abdürreşid İbrahim de Mehmet Akif'ten çok etkilenmiştir: “Akif ne yapayım ki senin kalpleri tutuşturan şiirlerine can verecek yaşta değilim. Yirmi sene evvel bunları yazmış olaydın kim bilir bunlar bana daha ne büyük kuvvet vermiş olacaktı. Bütün Asya'yı, Afrika'yı gezdim dolaştım, senin gibi bir şair görmedim.” diyor. Onu milli olmanın ötesine geçip âlemî olmaya teşvik ediyor:
“Sen bütün Afrika'yı dolaşmalısın. Buzlu steplerde, kızgın çöllerde yaşayan Müslüman akvamın ahvalini yakından görmelisin. Senin şiirlerin ilkbaharın feyzi gibi, donmuş ruhlara yeniden hayat verir. Sen onları görmelisin, dinlemelisin. Onlar seni görmeli, dinlemelidir.”
Abdürreşid İbrahim ile Mehmet Akif arasındaki ortak yönlerinden biri de Cumhuriyet döneminde İstanbul’dan sürgün edilmiş olmalarıdır. Abdürreşid İbrahim gittiği her ülkede Müslüman halkları hilafete bağlılığa ve dayanışmaya teşvik ediyordu. İslam’ın tanınmasında ve yayılmasında öncülük ettiği Japonya'da Tokyo Camisi'nin inşasına ve açılışına öncülük ederken bile hızla gelişen Japonya'da İslam yayılırsa hilafet merkezi olan İstanbul ile Tokyo arasında rekabet ve ikilik olmasın diye caminin açılışını İstanbul'un/halifeliğin resmi onayıyla yapmaya özen gösteriyordu. Bu onayı almak için Kore, Hindistan, Hicaz, Ortadoğu topraklarını aşıp İstanbul'a gelmiştir.
Fakat daha sonraki yıllarda asırlardır İslam dünyasının otorite olarak gördüğü hilafet kaldırılmıştır. Kaldırılmasına karşı çıkan âlimler katledilmiştir. 1920 yılının sonlarından itibaren âlimlere sahip çıkan köyler yakılmıştır. (Benim köyüm Yukarı Çiğil de (Konya/Ilgın) onlardan biridir. Köydeki eski evler yıkıldığı zaman temellerinden yanık kerpiçler çıktığını gözlerimle gördüm. Köy yakıldığında 16 yaşında olan Mehmet Uslu/Sarı Emmi’den o günlerde yaşanan olayları 1990 yılında dinledim. İnanmayanlar Mustafa Kemal'in Nutuk kitabındaki Çiğil ile ilgili bölümü okuyabilir. Ya da internetten meclis arşivlerine girip o günlerde mecliste Çiğil ile ilgili olayların görüşüldüğü toplantının meclis tutanaklarını okuyabilirler.)
1944 yılında Japonya’da vefat eder
Hilafetin kaldırılmasının ardından Türk-Rus ilişkileri iyileşmeye başlar. Rus yetkililer Abdürreşid İbrahim hakkında hükümet yetkililerine baskı uygularlar. Baskılar artınca 1925 yılında Abdürreşid İbrahim Sibirya'dan getirdiği Tatar kardeşlerinin yerleştiği Reşitli Köyüne (Kendi adı Abdürreşid’e istinaden Reşitli, şimdiki adı Böğrüdelik –Cihanbeyli/Konya-) gelir. 1933 yılına kadar 8 yıl bu köyde kalır, öğrenciler yetiştirir.
Dönemin şartlarından bunalan Abdürreşid İbrahim 1930 yılında hacca gitmeye karar verir. Mekke'de Hintli ve Japon kardeşleri ile bir araya gelir. Japonya'ya gittiği ilk yıllarda kurduğu Asya Gı Kay/Asya Müdafaa Cemiyeti meyvelerini vermeye başlamıştır. (İslam düşmanlarının dikkatini çekmesin, doğmadan boğulmasın diye bilinçli olarak bu isim Abdürreşid İbrahim tarafından önerilmiştir. Çünkü Hindistan, Malezya, Endonezya gibi ülkeler de bu kuruluşun faaliyet alanındadır.)
Anadolu'da yapacak bir şeyi kalmayan Abdürreşid İbrahim yüzyılın başında Japonya'da diktiği İslam ağacının büyümesine katkıda bulunmak amacıyla 1933 yılında 83 yaşında Japonya'ya gider. 25 yıl önce satın alınmasına öncülük ettiği arsaya Tokyo Camii’nin inşaatını başlatır. 1937'de Tokyo Camii açılır. 1939'da İslamiyet Japonya'da resmi din olarak tanınır. Abdürreşid İbrahim 6 yıl kadar burada vazife yapar, öğrenci yetiştirir.
31 ağustos 1944 yılında Japonya’da vefat eder. Vefat haberi ajanslar aracılığı ile tüm Japonya'ya duyurulur. Adım adım gezdiği köylerde ve kentlerde tanıştığı insanların cenazeye katılabilmesi için cenaze dört gün bekletilir. Cenazeye muazzam bir kalabalık iştirak eder.
Abdürreşid İbrahim'in 1907-1910 yılları arasında yapmış olduğu seyahatlerde tuttuğu notlar Mehmet Akif'in de gayretleriyle 1912 yılında kitap olarak basılır. Milli şairimiz bu kitaba bir takriz yazar:[1] “Ben çoktan beri bu kadar samimi bu kadar tesirli bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum”
1 Âlem-i İslam, Abdürreşid İbrahim, Nesil Yayınları, Çeviri: Mehmed Paksu, İstanbul, 2013, 2. Baskı