Sayın Abdurrahman Dilipak 12 Eylül tarihinde bir yazı yayımladı.
Çok geniş bir harmanda dolaştı durdu.
Bir değil beş değil onlarca konuya değindi.
Sitemler etti veryansınlarda bulundu.
Kendince G20'de alınan kararların bir kısmına ağır eleştirilerde bulundu.
Ve yine kendince tekliflerde bulundu.
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak hükmünü de ortaya koydu.
Malazgirt Hande Yener konseri, deprem bölgesindeki Koreli popcu grupları, Yahudi şabatçıları, Ortodoks kilisesi ayinlerini, Taksim meydanında madonna'yı Lady Gaga'nın ABD'nin ulusal marşı okumasını, Jennifer Lopez, modacı Cemil İpek defilesi, Dağ başını duman almış, Harbiye marşı parçalarının bir arada olduğu konserlerden bahsetti.
Cedav, İstanbul sözleşmesi, Türk tipi muhafazakâr eşcinsellik karnavallarına değindi.
'Şimdilik bu kadar yeter. Siz kabul edin yeter ki ben size şeytanın razı olacağı 40 günlük yol haritası da hazırlarım' diye de bir tavsiyede bulundu.
Bu ülkedeki STK’ları da sıraladığı olumsuzluklara tepki göstermeye davet etmekten geri kalmadı.
Necip Fazıl'ın, Öz yurdunda garipsin, şiirini de yazıya ekleyip şu ifadeleri kullandı.
'Kim derdi ki bu mısraları okurken aklımıza karşımızdakiler değil önümüzdekiler yanımızdakiler gelecek.'
Son sözleri oldukça manidar geldi bana birçok açıdan.
"Şeytanın razı olacağı 40 günlük yol haritası..."
"Karşımızdakiler, önümüzdekiler ve yanımızdakiler..."
Bu ülke içinde her tarafın en büyük çıkmazı bu oldu.
"Her tarafın elinde, şeytanın razı olacağı 40 günlük yol haritası,
Karşımızdakiler ve yanımızdakiler..."
Benim mahallem senin mahallen
Benim bölgem senin bölgen.
Senin partin benim partim.
Senin cemaatin benim cemaatim.
Senin dilin benim dilim.
Kısacası ölümcül kimliklerin sahibi olduk.
Kimliklerimizi farklı kimliklere karşı üstün farz ederek karşımızdakini küçümsedik aşağıladık.
Yıllar var ki bu mücadelemiz devam ediyor.
Mücadelemiz karşımızdakini tanıma anlama saygı duyma düzleminden öte yok sayma ve yok etme anlayışı üzerinde bir mecra buldu kendine.
Bu durum aynı zamanda kör dövüşüne dönüştü.
12 Eylül öncesinde kurtarılmış bölgelere dönüştü.
Sağcıların giremeyeceği, solcuların giremeyeceği bölgeler oluştu.
Alevi Sünni, Kürt Türk doğu Batı kimliklerini giyinip kuşandık.
Oluşturduğumuz bu kimliklerin üzerinden kurumları kapma mücadelesine giriştik.
Bu mücadele azmimizi anlayan ve çözen üst akıl her dönem bizlere farklı kanallar açtılar.
Her yeni açılan kanallar ve her yeni farklılıklar bir adım sonrasında bizlere mücadele alanı oluşturup kavgalara dövüşlere ortam hazırladı.
Nasıl olsa bu ülkede her zaman adı, düşüncesi ne olursa olsun "bizimkiler ve onlar" vardı.
Ne bizimkiler ne de onlar bu ülkede daha mutlu ve yaşanılabilir bir erdem ortaya maalesef ki koyamadılar.
Kurumlarda ve yönetimde kimler güçlü olursa olsun ilk zamanlarda oluşturulan güzel ortam bir zaman sonra dağ gibi problemleri de önümüze yığmaktan öteye gidemedi.
Çünkü ne bizim elimizde ne de onların elinde problem çözmeye yönelik, karşıdakini anlamaya yönelik bir çaba yoktu.
'Benden değilsen ya da benim gibi düşünmüyorsan ezilmeye mahkumsun' anlayışı daima var oldu.
Kabiliyetler yeti ve yetenekler hiçbir zaman karşıdaki tarafından kabul edilemedi.
Erdem, 'daima yanımızdakiler, karşımızdakiler' olma çabası üzerinden yürüdü.
Aslında her iki taraf da kendi düşüncesi ve yaşam tarzını ele alıp değerlendirme yolunu seçseydi, belki bugün başta bizim ülkemiz olmak üzere özellikle Müslüman ülkeler çok daha farklı güzellikler yaşayabilirdi.
Maalesef hiç kimse kendi evinin önünü süpürmeyi tercih etmedi.
Herkes karşı tarafın ipe asılı çamaşırını kirli gördü, kendi camındaki toz ve boğunun farkına varamadı, varmak istemedi.
Çünkü yanımızdakiler ve karşımızdakiler kendilerini layusel gördü.
İsterseniz gelin yanımızdakilerle bir yolculuk yapalım.
Elimizde yıllanmış, güzel, faydalı koskoca bir İslam ve insanlık müktesebatı varken biz ana arterden ayrılarak tali yollardan fayda ummaya gayret gösterdik.
Bütün peygamberlerin, fikir ve düşünce adamlarının insanlığa sunduğu güzelliği arka plana atıp ayrılıklarını, her yuvarlandığında biraz daha büyüyen, kar topuna dönüştürdük.
Elimizde, günümüze katkısı olmayan teferruatlara daldık.
Din dedik, İslam dedik, fıkıh dedik, naas dedik.
Dedik de dedik...
Genelin affına sığınarak, Sayın Dilipak'a soruyorum.
Elimizdekilerle oluşturduğumuz insan tipi biziz.
Elimizdeki, Savaş anlayışı, cihad anlayışı, darül harp anlayışı, bizi neredeyse, adı olumsuzlukla anılan, anlayışlarla aynı düzlemde buluşturuyor.
Kabul edin ya da etmeyin elimizdeki ehli sünnet fıkıh anlayışıyla insanlara sunduğumuz alternatif bu kadar oldu.
Hepimiz yalnızlaştık ve bireyselleştik.
Artık bizim düşüncelerimizle çocuklarımız bile yol yürümek istemiyor bunu görmek zorundayız.
Siz de yalnızlaştınız ve yalnızlaştırıldınız.
Bunun kabahati hep mi karşıdakilerde?
Bunda bizim düşünce dünyamızın hiç mi olumsuz tarafı yoktu?
Geçen yıl bir fuarda Sayın Emine Şenlikoğlu bir hafta boyunca standında neredeyse yalnız başına oturmuştu. Oysaki çok değil bundan 10 yıl önce aynı hanımefendinin standında iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık oluşurdu.
Zaman zaman eleştirili vurgular yapıyorsunuz. Hiç yanıldığınızı düşünmüyor musunuz?
Yanımızdakiler ve karşımızdakilerin en büyük amacı her zaman bu devletin kurumlarının en tepe noktasına ulaşmak arzusu değil miydi?
Bugün yanımızdakilerden biri olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan büyük bir mücadele vererek devletin en tepe noktasında. Bu mücadeleyi kazanarak bu ülkeyi yönetiyor.
Ve bu insan yanımızdakilerin sahip olduğu fikirlerin düşüncelerin neredeyse tamamına sahiptir.
Ve bu düşünceyi de sizler kadar bizler kadar diğerleri kadar çok iyi bilmektedir.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan ehli sünnet düşüncesinin, ehli sünnet fıkhının, ehli sünnet anlayışının, yetiştirdiği insan tipi ve anlayışının tepe noktasıdır.
Bütün İslam dünyasındaki ehl-i sünnet anlayışına göre de böyledir.
Sayın Abdurrahman Dilipak;
Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın düşünce tarzında yaşam biçiminde eleştirilecek bir taraf görüyorsanız önce kendi evinizin önüne bakın...