Abdullah Kıran; Kasım Süleymani ve bölgedeki denklem

Abdullah Kıran; Kasım Süleymani ve bölgedeki denklem

 

Kasım Süleymani’nin bütün dış müdahalelerinde, İran’a ekonomik getirisi olan bir tek operasyon varsa, o da Türkiye’nin desteğiyle Kerkük’ün Kürdistan hükümetinden alınması; daha önce Türkiye’ye akan ve ekmeğimizi büyüten Kerkük petrollerinin İran’a yönlendirilmesidir.

Kimi lider, komutan ve devlet adamları vardır ki yerleri doldurulamaz. Âdetâ ülkelerin kaderini değiştirip tarihin akışına yön verirler. Kasım Süleymani,  İran devrimi ve İran siyaseti açısından işte böyle bir “kayıp”tır. Kayıp kavramını burada tırnak içine aldım, zira bazı durumlarda bizzat devlet, bu tür şahsiyetlerin tarih sahnesinden çekilmesinin zamanı geldiğine inanır ve ona göre hareket eder.

Peki, Kasım Süleymani kimdir? Birkaç gündür herkes kendince bu soruya cevap vermeye çalışıyor.  Benim verebileceğim en kısa cevap şöyle: Kasım Süleymani Ortadoğu’nun Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye devletlerini, başında bulunduğu Kudüs Gücü ve bu güce bağlı paramiliter örgütler sayesinde İran’a bağımlı “devletçik”lere dönüştüren şahıs olarak tanımlanabilir.  Kasım Süleymani’nin (ve dolayısıyla İran’ın) girdiği bütün bu ülkelerde, “milli ordu” denilen yapı zamanla erozyona uğrayarak etkisiz hale geldi. Yıllardır Ortadoğu üzerine yazdığım yazılarda, Şam ve Bağdat’ın Pers İmparatorluğu döneminin birer satraplığına (eyalet valiliğine) dönüştüğü gerçeğine dikkat çekmeye çalıştım.  İşte bütün bu işleri evirip çeviren, Kasım Süleymani idi.

Yukarıda adını verdiği ülkeler listesine, Afganistan’ı ve elbette Irak Kürdistanı’nı da dâhil etmemiz gerekir. Zira Süleymani Kürtlerin birleşik bir Pêşmerge gücü oluşturmasını otuz yıldır hep engelledi. Üstelik bunu, Kürtler arasında Kudüs Gücü’ne bağlı bir Şii milis örgütü teşkil etmeden başarabildi.

Ne demek istediğimi, Kasım Süleymani’nin yıllar önceki bir konuşmasıyla daha anlaşılır bir hale getirebiliriz. Mayıs 2011’de Kum kentindeki Hakkani Medresesinde öğrencilere verdiği seminer de, İran’ın Suriye’ye müdahalesi ve Arap Bahar’ına yönelik politikasını şu sözlerle ifade ediyordu:  Bugün, İran’ın zafer ya da yenilgisi artık Mihran veya Hürremşehr’de belirlenmiyor. Sınırlarımız genişledi. Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye’de zafere şahitlik etmek zorundayız. Bütün bu gelişmeler İslam Devriminin meyveleridir.” Kasım Süleymani’ye göre, Suriye kaybedildiği takdirde Tahran elde tutulamazdı.

Aslında Süleymani’nin Mısır, Lübnan ve Suriye’nin adını vererek “sınırlarımız genişledi” demesi de biraz tarih bilgisi olanlar açısından oldukça anlamlıydı. Zira bu ülkeler Pers İmparatorluğu ya da Ahamenidler (MÖ 558-330) ve bazen İkinci Pers İmparatorluğu diye anılan Sasani devleti (MS 224-651) sınırları dâhilinde yer alıyordu (bkz https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/20456).

Son olarak Kasım Süleymani’nin (a) Rusya’yı 2015 yılında Suriye krizine müdahil kılan şahıs; (b) Şii Hilâli projesinin de mimarı ve sahadaki uygulayıcısı… olduğunun da altını çizelim. Bunun ötesindei, meseleye bölge ve ABD politikaları açısından bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.

Hegemonik güç, hegemonik yapı

doğrultusunda hareket eder

ABD, Bağdat elçiliğinin saatlerce, hattâ günlerce “sivil” saldırı altında kalması, elçilik binasında yangın çıkartılarak içeridekilere dehşet anları yaşatılması eylemlerinin doğrudan doğruya İran’ın ve Kasım Süleymani’nin emriyle gerçekleştirildiğini henüz ilk saatlerden itibaren biliyordu. Bu nedenle, Irak hükümetini bir yana bırakıp doğrudan ve açıkça İran’ı tehdit etmesi, tarafların ellerindeki kartları açık oynamasına yol açtı. Kasım Süleymani’nin sıcağı sıcağına ve özellikle Bağdat’ta hedef alınması, ABD açısından, failin bir nevi suçüstü yakalanıp cezalandırılması anlamına geliyordu.

Şayet ABD, Bağdat’taki elçilik baskınını sevk ve idare eden “aklı” hedef alıp cezalandırma yoluna gitmemiş olsaydı, hem uluslararası prestiji büyük zarar görür, hem de bölgedeki tüm konsolosluk ve elçilik binaları hedef olmaktan kurtulamazdı. Zira hegemonik bir gücün realitesi, hegemonik yapısı doğrultusunda hareket etmek mecburiyetinde olmasıdır. Burada, Kenneth Waltz’ın  neo-realizmini hatırlamakta fayda var. Waltz’a göre, uluslararası ilişkilerde önemli olan aktörler değil, onları belirli kararlar almaya zorlayan sistemin yapısıdır. Eylemleri bizzat yapı belirler.

Irak parlamentosunun kararı

Kasım Süleymani’nin cenazesi daha kaldırılmamışken, 5 Ocak’ta Irak parlamentosunun  ABD güçlerinin ülkeden çekilmesi kararını alması, İran’ın ABD’ye yönelik ilk eylemiydi. Ancak Sünni Arap ve Kürt parlamenterlerin katılmadığı ve üçte iki çoğunlukla alınmayan bu kararın uygulanması zor görünüyor. Buna rağmen Irak kararın uygulanması için ısrarcı olursa,  o zaman ABD güçlerini ya tüm ülkeden çekmek veya Kürdistan bölgesine yığmak tercihiyle karşı karşıya kalacaktır.  Irak parlamentosunun, almış olduğu kararın tüm ülke için bağlayıcı olduğunu dayatması, Kürdistan parlamentosunu, 2017 bağımsızlık referandumu sonuçlarını hayata geçirme kararını almak zorunda bırakabilir.  Böyle bir durumda Kürtler, başta ABD olmak üzere uluslararası bir güvence karşılığında bağımsızlık ilân edebilir.

Ancak tam bağımsızlık için, iki faktör çok önem kazanmaktadır. Kürtler ya kara, hava ve deniz yoluyla medeni dünyaya bağlanmanın bir yolunu bulur veya Türkiye ile anlaşmalı bir bağımsızlık seçeneğini düşünür. Halihazırda iki yol da çok zor veya kapalı görünmektedir. Ancak durum ne olursa olsun, “çoktan ölmüş olan” Irak’ın cenazesini bir an önce kaldırmak, giderek daha zaruri bir hal almaktadır. Zira sırada kaldırılmayı bekleyen bir de “Suriye cenazesi” bulunmaktadır.

İran’ın sopası, Arapların parası

İyi ama İran-ABD gerginliği bundan sonra nasıl bir hal alır? Bu soruya birkaç madde halinde cevap verilebilir.

(1) Bölgede konvansiyonel bir savaş veya kimilerinin büsbütün abarttığı şekilde bir Üçüncü Dünya Savaşı çıkmayacaktır.

(2) İran attığı füzelerle kendi kamuoyunu yatıştırmaya çalışacak, ancak ABD’nin tekrar misillemede bulunacağı eylemlerden kaçınacaktır.

(3) Elden geldiğince gerginlik ve çatışmayı kendi sınırları dışında tutmaya çalışacaktır.

(4) Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen üzerinden vekâlet savaşları yoluyla ABD’ye karşı koymaya çalışacaktır.

(5) ABD Irak’tan çekilmeyecek, zorda kaldığında Kürdistan’a yığınak yapacaktır.

İran’ın yıllar önce Kuzey Kore’den transfer ettiği füze teknolojisinde hayli ilerlediği ve kıtalararası füze sistemlerine sahip olduğu kabul edilmekteydi.  Ancak İran, bütün bu zaman zarfında, orta ve uzun menzilli füze sistemlerini deneyecek bir “düşman” bulamadı. Buna karşılık İran’ın geliştirdiği kısa menzilli füzeler, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas eliyle İsrail’e karşı kullanıldı. Son olarak Irak’ta, özellikle Musul’un geri alınmasında IŞİD’e karşı da kullanıldı. Bu nedenle İran’ın Erbil ve Bağdat’taki hedefleri bilerek mi ıskaladığını, yoksa sorunun sahip olduğu füze sisteminden mi kaynaklandığını henüz bilemiyoruz (bkz https://www.researchgate.net/publication/265476630_Iran-Israel_Relationship).

Bu arada Amerika da İran ile doğrudan savaşa girme eğiliminde değil.  Zira Arapların parası için, ABD’nin İran’ın sopasına ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim. Galiba İran bu sopayı bir müddet daha sallayacak, ABD de paraları toplayacak.

Yazının devamı için