Türkiye’nin gerçek manada ilk Tayyip Erdoğan’ın bize sunduğu profilin bir Cumhurbaşkanından çok farkı olduğu dikkate alındığında, belki de hala tek sivil Cumhurbaşkanı ünvanını taşıyan Sn. Abdullah Gül ile İstanbul seçimlerinin hemen akabinde görüşmüştüm. İstanbul seçimlerinin ilk raunduna dair AKP cenahındaki hazımsızlığı teşhis eden Sn. Gül vaziyeti şu cümle ile özetlemişti : “Mazbata, hayırlı uğurlu olsun. Artık normalleşmenin zamanıdır, vaktidir. İktidarın önünde 4 – 4,5 yıllık kesintisiz bir zaman var. Bunu en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekiyor. Çok önemli problemler bizi bekliyor. Önceliğimiz ekonomi olmalı” 1,5 sene önce söylenen bu sözlerin önemi giderek arttı ve her sözcüğü zamanın tartısında değerini buldu. Mazbatayı red eden akıl, aldığı ikinci yenilginin ezikliğini, zeytinyağ misali üste çıkarak telafi telaşına girdi. Ekonominin derdi ise kısa bir yalancı baharı saymazsak hep devam etti. Gül’ün altını kalınca çizdiği ekonomik sorunlar global pandeminin ağır faturası ile daha da şişti. Politik riskin ise giderek artması ülkeyi dünyanın en pahalı faiziyle borçlanan konuma getirdi. Vatandaş ekonomik bir kavram olan “kötü para”dan kaçmasın diye altın ve döviz alırken, komisyon ödemeye başladı. İktidar ise 3 maymunu oynayan havuz basınının sahte dekoru önünde, ‘hiçbir şey yok’ gibi yapmaya devam ediyor. Trump’un satranç oyuncusu olduğunu tespit ettiği Erdoğan’ın ise, içeride 6 yüzü de 6 olan zarlarla oyuna oturan bir tavla şampiyonu olduğunu defalarca yazdım. İç politikada bu acaip tavla oyunu ile işler iyi gidince bizden, kötüyse sizden retoriği ile yol alıyor. Medya aparatı tam gaz bu söylemin yelkenini üflüyor. Bu sözde medyayı kafi görmeyen iktidar bloku bir de devlet medya yapısı kurdu. Bu propaganda makinesinin başındaki eski mazbut yeni mağrur Fahrettin Altun, kendi dışında herkesin haksız olduğu bir sanal “medium” ile sistem dizayn ediyor. Dış politikada ise kimse size zarları boyama şansı vermediği ve batı kültüründe zaten tavla pek de popüler olmadığı için, satranç masası kurulmuş durumda. Satrançta ise kurallar gayet rijid ve kaynaklar mahdut. Aynı anda hem hücum hem müdafaa yapıp, taşları da kafanıza göre oynamatadığınız bu oyunda maharetiniz bazen “Pat” ya da yenilgiyi kabul etmeden tahtada gezinip oyunu uzatmak olabiliyor. 29 Ağustos 2020 panoraması, Sn. Gül’ün yaptığımız mülakatta çizdiği tabloyu neredeyse birebir teşkil ederek karşımızda durmakta. İktidar blokunun kuralsız oyunu ve sahip olduğu devlet gücünü fütursuz kullanımı ve özellikle demokratik gelenekleri hiçe sayan vurdumduymazlığı muhalefet yapmayı güçleştiriyor. Mutlak gücün mutlak yozlaştırdığı AKP bloku bütün büyük ilçeleri kaybettiği bir seçimden sonra, halktan güven oyu isteme nezaketini tabii ki göstermedi. Bunun yerine muhaletetin ve ona oy veren milyonların yok sayılması için medya aparatını devreye soktu. Meşruiyeti haiz olmamanın iktidarlar için en büyük sorun olduğu gerçeği ile yüzleşmekten kaçınan iktidara kendisiyle yola çıkan ve ona başarılı dönemlerinde güç veren bileşenleri de bir bir veda etti. Davutoğlu ve Babacan kurdukları partilerle kurumsallaştırdıkları itirazlarını dile getirirken, Abdullah Gül de bana “AK Parti’nin kurucu ilkelerinden yolunu çeviren ben miyim?" diye sormuştu. Bu sorunun yanıtını AKP’ye en çok yenilen Kılıçdaroğlu biliyor olmalı. Ona dair gündeme getirilen popülist eleştirilere sükûnetle karşılık veriyor. Siyasi hayatı açısından riskli denecek bir duruş gösteriyor. Bu ahval ve şerait içinde Abdullah Gül’den beklenen Kılıçdaroğlu’nun kongrede dillendirdiği dostlar bloku içindeki yerini ya da en azından asgari yerini teyit etmesidir. Akşener’in de itirazlarını azalttığı bir ortamda azamisi ortak adaylık konumu olan bu yerin en azından Gül zaviyesinden neye karşılık geldiğine dair bir açıklama gereği doğmaktadır. Bu yer ne olursa olsun, adının konması giderek hırçınlaşan hırsı, aklı ve kapasitesini aşan iktidarın yolun sonuna geldiğini sakince kabulleneceği makul bir geçiş süreci için de önemli bir köşe taşı olacaktır. Veysi Dündar |