"Mirastaki hediye asırlar evvelinden süzülür, ince ince marifetinin izleri, mahlukatin dili, gözü, kulağı, bedeni, ruhu snden haberdar sanki. Bir aşığın yüreğiyle, zahiri sabırla ilmek ilmek işlenmissin gibi, kim olaki bu Arif-i Sıddık derken zahitler, cevap verir varlığının nuruna sahitler Sultanim... Nurun ala Nur Efendimizin (sav)´in nişanesi alnında parlarken, heybetinin kaynağı Efendimizin miracında saklı... Omuzların peygamberimizin, ayak izleriyle mühürlüyken, ehl-i beytten oluşundandir cemali nurun... Pak bir Resul evladı, Risaletini kabul etmek velilerin kutsal andı... El-Gavsu´l-A´zam, Kutbul-evliyail-kiram, Ustazü erbail-esraril-hakika, Muhyiddin, Bazul Esheb Cenabi Seyyid Serrif Abdulkadir Geylani(ra)....
Gönle sefa, ruha vefa, seyri sülükte kandilsin aşığa, siratini şaşırıp, suretinden olana şeklinin sırrını veren, kim ki o demeden düşene elini uzatan, hak ve hakikatte sabırlı ve saddikiyetle yüreyensin Hakk´a(cc)...
Nurundan zifiri karanlıklar dahi payını alıp, aydınlık nimetine kavuşurken, günahın kendisinde ve hatta zerresinde bile nimet bulmadığı sevgili, soğuk gönülleri ısıtıp, kaynar ateşte korlanan ve harlanan ruhların serin esintisi sultanım... Ey narin bakışlı! Orta boylu, geniş sadirli, gür sakallı, kaşları birbirine yakın, siyah gözlü, gür sesli, görünüşü güzel, kadri yüce, derin ilim sahibi, Furkan endamlı, ünsiyet nedimi, yumuşak huylu, zikrin veziri, tefekkur hemdemi, şeriat adabı, lütfü İlahi, hakikatin sırrı ve harama karşı yüksek haşmetli Sultanım... Ne hacet Seni anlatmaya... Menkibeler, mersiyeler, övgüler dizildi, suretinin sırrını anlatmaya yetmedi, ölü kalpler dahi Seni görüp dirildi, cemalini bir gören, oldu kemalat ereni, yolun tutup Sende kaybolmanın mükafatı olmaktır veli... Berrak olmanın, cömert olmanın, güzel olmanın ilmi Sendedir madem ki ey Sevgili, nefsimiz irade tufanı denizlerinde yüzen bir gemi, yol bilmez, rota bilmez bir sağa bir sola, rüzgara karşı savrulur ki, bize kaptan gerek, yolu bilen, rotayı belleten, Allah´ın yardımını dileyen Arif gerek.. Ariflerin, marifet gözünün sürmesi Sultanim... Gözden nurunu alan, dilin şakımasından zikrine eren, doğruluk süzgeciyle fikrini salan, bize Arif-i Esrar olan Sen gerek Sultanim..."
Selma Medeni
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ (RH.) HAYATI VE ESERLERİ
Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkadir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî (ö. 561/1165-66). Kâdiriyye tarikatının kurucusudur.
Hayatı: 470´te (1077) Hazar denizinin güneybatısındaki Gîlân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Arapça´da ?el-Cîlî, el-Cîlânî?, Farsça´da ?Gîlî, Gîlânî?, Türkçe´de ise ?Geylânî? şeklinde telaffuz edilen nisbesiyle şöhret buldu. Babası Ebû Sâlih Mûsâ´nın dindar bir kimse olduğu bilinmekte, ancak hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Soyu Hz. Ali´ye ulaşır. Babasının ?Zengî-dost? (zenci dostu) unvanıyla anılması ve kendisinin Bağdat´ta, a?cemî (Arap olmayan, yabancı) olarak tanınması gibi hususlar bahis konusu edilerek, Hz. Hasan´a varan soy şeceresinin sonradan ortaya konulmuş olduğu da ileri sürülmüştür. Devrin tanınmış zâhid ve sûfîlerinden Ebû Abdullah es-Savmaî´nin kızı olan annesi Ümmü´l-Hayr Emetü´l-Cebbâr Fâtıma´nın da kadın velîlerden olduğu kabul edilir.
Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkadir, annesinin yanında ve dedesi Savmaî´nin himayesinde büyüdü. Kendisi on yaşında mektebe gidip gelirken melekler tarafından korunduğuna inanırdı. Bütün gayesi tahsiline devrin en önemli ilim ve kültür merkezi olan Bağdat´ta devam etmekti. On sekiz yaşına gelince annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat´a gitti (1095). Orada Ebû Galib b. Bâkıllânî, Ca?fer es-Serrâc, Ebû Bekir Sûsen ve Ebû Tâlib b. Yûsuf gibi âlimlerden hadis; Ebû Saîd el-Muharrimî (Mahzûmî), Ebû Hattâb ve Kadî Ebû Hüseyin gibi hukukçulardan fıkıh; Zekeriyyâ-yı Tebrîzî gibi dilcilerden de edebiyat okudu. Kısa zamanda usul*, fürû* ve mezhepler konusunda geniş bilgi sahibi oldu. Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda Ebü´l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbâs (ö. 525/1131) vasıtasıyla tasavvufa intisap etti. Kaynaklar tarikat hırkasını Debbâs´tan giydiğini (bk. İLBÂS-I HIRKA) ve onun damadı olduğunu bildirirler. Hocası Ebû Saîd´in kendisine tahsis ettiği Bâbülerec´deki medresede hadis, tefsir, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimleri okuttu ve vaaz vermeye başladı. Ancak bir süre sonra bütün bunları bırakarak inzivaya çekildi.
Menkıbeye göre, yirmi beş yıl kadar süren inziva döneminin sonunda, başka biri yedirmedikçe kendi eliyle hiçbir şey yememeye ahdetmiş, aradan kırk gün geçtiği ve içinden ?açım, açım? sesleri geldiği halde olağan üstü bir dayanmagücü göstererek direnmiş, nihayet bu hali Ebû Saîd el-Muharrimî´ye mâlum olmuş, o da bunu alıp evine götürerek eliyle doyurmuş ve daha sonra da kendisine şeyhlik hırkasını giydirmiştir. Abdülkâdir Geylânî´nin tarikat silsilesi Cüneyd-i Bağdâdî´ye ulaşır. Muhtemelen inziva döneminin sonunda oğlu ile birlikte hacca gitti. Mekke´de tanıştığı birçok sûfîye hırka giydirdi. Sa?dî, Gülistân´ın ikinci bölümünde Abdülkadir´i Kâbe´nin örtüsüne yapışmış dua ederken gördüğünden bahsederse de tarih itibariyle onu görmüş olması mümkün değildir. Sühreverdî, onun dört kadınla evli olduğunu söyler. Ancak ne zaman evlendiği bilinmemektedir. Herhalde halvete çekildiği zaman evli ve çocuk sahibi idi. Bağdat´ta vefat etti.
Dinî ve Tasavvufî Düşünceleri: Abdülkadir-i Geylânî, Bağdat´a gittiği zaman mensup olduğu Şâfiî mezhebini bırakarak mizacına daha uygun gelen Hanbelî mezhebine girmiş, bununla birlikte hayatının sonuna kadar her iki mezhebe göre fetva vermiştir. Rivayete göre rüyasında Ahmed b. Hanbel Abdülkadir´den, o sırada zayıf durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, o da Hanbelî mezhebine girerek bütün gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmıştır. Yaşadığı dönemde Hanbelîler´in imamı olmuş ve bundan dolayı kendisine ?Muhyiddin? (dini ihya eden) unvanı verilmiştir. Abdülkadir-i Geylânî Hanbelî mezhebine sarsılmaz bir şekilde bağlıdır. Bütün eserlerinde, özellikle el-Gunye´de bu mezhebe bağlılığı açıkça görülür. O amel ve itikadda Ahmed b. Hanbel´i hararetli bir şekilde savunur. Abdülkadir´in Hanbelî mezhebine bağlı olması, başta İbn Teymiyye olmak üzere pek çok tasavvuf tenkitçisinin takdirini kazanmasına sebep olmuştur. İbn Teymiyye, onun Cüneyd-i Bağdâdî ve Muhâsibî gibi şer?î hükümlere hassasiyetle bağlı, büyük ve saygı değer bir şeyh olduğunu söyler; hatta İbn Akil´in hücumuna uğrayan şeyhi Debbâs´ı da savunur. Kerametlerinin doğruluğuna inanır, hatta bunların tevatürle sabit olduğunu söyler. İzzeddin b. Abdüsselâm da bu konuda aynı fikirdedir. Meşhur Hanbelî âlimi İbn Kudâme 1166´da Bağdat´a geldiği zaman Abdülkadir-i Geylânî ile görüşerek ona hayran olmuş, meziyetlerini öve öve bitirememişti. Nevevî, Süyûtî ve İbn Hacer gibi âlimler de onu takdir edenlerdendir.
Abdülkadir-i Geylânî´nin tasavvufu, şeriata ve dinin zâhirî hükümlerine titizlikle bağlı kalma esasına dayanır. O, her an Kur´an ve hadislere uygun hareket etmeyi şart koşar. Ona göre bir zâhidin hayatında görülebilecek derunî haller dinî ölçülerin dışına taşmamalıdır. Müridlerine hep, ?Uyun, uydurmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin, yakınmayın; temizlenin, kirlenmeyin? şeklinde tavsiyelerde bulunurdu. O Semâ´a karşı değildir. Kur´an´ın telhin ve teganni ile değil, tertil ve tecvid üzere okunmasını ister, aksine hareket etmeyi yasaklardı.
Abdülkadir-i Geylânî, 1127´de ilk defa vaaz vermeye başladığı zaman ancak birkaç kişiye hitap ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar gelmeye başladığı için vaaz meclisini Bâbülhalbe´deki bir camiye nakletti. Açık havada verdiği vaazlarını dinlemek için yetmiş bin kişinin Bağdat´a geldiği, arka saflarda bulunanların ön saflardakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için ?Bâzullah? (Allah´ın şahini) ve ?el-Bâzü´l-eşheb? (avını kaçırmayan şahin) unvanıyla da anılan Abdülkadir´e bu unvan, Demîrî´ye göre şeyhi Debbâs´ın meclisinde verilmiştir. Vaazlarında dinleyicilerine kurtuluşu ve cenneti vaad ettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği içinde zikrederler.
Daha sağlığından itibaren kendisinden birçok keramet nakledilerek kişiliği tam mânasıyla menkıbeleştirilmiş, gerçek kimliği ise önemini yitirmiş ve unutulmuştur. Veysel Karanî ve İbrâhim b. Edhem gibi Abdülkadir-i Geylânî de Türk halk edebiyatı ve folklorunda önemli bir yer tutmuştur. Yunus Emre´ye nisbet edilen, ?Seyyâh olup şu âlemi arasan/Abdülkadir gibi bir er bulunmaz? mısralarıyla başlayan şiir ile Eşrefoğlu Rûmî´nin, ?Arısının balıyım bahçesinin gülüyüm/Çayırının bülbülüyüm yâ şeyh Abdülkadir!? gibi şiirlerinde ona karşı duyulan derin hayranlık terennüm edilmiştir.
Menâkıb kitapları Abdülkadir-i Geylânî´nin bin kadar eseri bulunduğunu kaydeder. Bugün ona nisbet edilen eserlerin sayısı elli civarındadır. Ancak bunların büyük bir kısmının ona ait olmadığı kesinlik kazanmıştır. Bazı eserlerinin çeşitli isimlerle tanınmış olması da sayının artmasına sebep olmuştur.
Gerek vaazlarında gerekse eserlerinde son derece sade bir üslûp kullanan Abdülkadir-i Geylânî, kendisinden önceki sûfîlerden nakiller yaparken bunları herkesin anlayacağı örneklerle açıklar. Bu sebeple eserleri tasavvuf edebiyatının güzel örneklerinden sayılır. Tema olarak ağlatıcı ve ürpertici konuları tercih eder. Konuşmalarında samimi yakarışlarını dile getiren dua ve niyazlara yer verir. Cemaata cenneti müjdeleyerek onlara ümit ve şevk verir, nefsin zayıf taraflarını başarılı bir şekilde tasvir eder, şeytanın insana nüfuz etme yollarını canlı örneklerle anlatır. Bilhassa el-Fethu´r-rabbânî ve Fütûhu´l-gayb´da insanı duygulandıran ve heyecanlandıran tablolar çizer. Tarikatının ve tesirinin bütün İslâm âlemine yayılmasında, uyguladığı bu metodun payı büyüktür.
Kuzey Afrika´da daha çok şerîf, şürefâ, şorfa gibi isimler alan Kadirîler Irak, Suriye ve Anadolu´da seyyid ve Geylânî şeklinde anılmaktadır. Bağdat ve çevresinde yaşayan Geylânî seyyidler Moğol ve Timur istilâsı sebebiyle zaman zaman Bağdat´ı terkederek Musul´a ve İran´a gitmek zorunda kalmışlarsa da daha sonra cedlerinin türbesinin bulunduğu Bağdat´a dönmüşler, dönemeyenler ise burasını zaman zaman ziyaret etmişlerdir.
Kâdirîlik Anadolu´ya XV. yüzyılda Hacı Bayram-ı Velî´nin bir müridi olan Eşrefoğlu Rûmî aracılığıyla getirilmiştir. ?Müzekki´n-Nüfûs?adlı eseri ve şiirleriyle Anadolu tasavvuf çevrelerinde pek sevilen Eşrefoğlu, tarikatta ?pîr-i sânî? diye anılır. Bugün Türkiye sınırları içinde yaşayan Kadirî seyyidler, Osmanlı Devleti tarafından XIX. yüzyılın başında Irak´taki Girdigân´dan getirtilerek bölgedeki asayişi sağlamak maksadıyla Bitlis, Siirt, Van ve Beytüşşebap gibi şehirlere yerleştirilmişlerdir. İlk olarak Girdigân´dan Güneydoğu Anadolu´ya gelen Seyyid Abdullah Girdigânî´dir. İran´daki Rızâiye bölgesinden gelen Geylânîler umumiyetle Beytüşşebap´a yerleşmişlerdir. Bu bölgedeki Geylânî seyyidleri 1925 tarihine kadar kendilerine bağlı vakıflardan geçimlerini sağlamışlar, Kadiriyye tarikatının temsilcileri ve müderris olarak görev yapmışlardır.
Abdülkâdir Geylânî´nin tasavvuf anlayışı Kur´ân ve Sünnete dayanır. Onun tasavvuf anlayışında beş kural vardır. 1) Himmeti (niyet ve düşünceyi) yüceltmek, 2) Haramlardan kaçınmak, 3) Hizmeti güzelleştirmek, 4) Azmi artırmak, 5) Nimete saygı göstermek. Himmeti yüce olanın derecesi yükselir. Haramlardan kaçınanları Allah korur. Hizmeti güzelleştiren keramet sahibi olur. Azmi artıranın hidayeti sürekli olur. Nimete saygı gösterenin nimeti artar.
KAYNAK: http://geylani.beun.edu.tr/2015/10/14/abdulkadir-geylaninin-hayati/