Esed’i devirmek için Suriye’ye yönelik 8 yıl önce başlatılan Savaş, milyonlarca insanın ölümü, milyonlarcasının göç etmesi ve yerleşim yerlerinin yerle bir olmasından sonra, yeniden Esed’e geri teslim edilerek başa dönülmesi, Türkiye için bir zafer mi, hezimet mi anlamaya çalıştım! Akif’in feryadı gibi, “Ya Rab! bu ne hüsrandır!..” bunlar bize “ZAFER” olarak sunuyor! diye kendime sordum. Bu nasıl bir zafer ki, Esed yerinde duruyor, Baas rejimi devam ediyor ve Esed bütün Suriye’ye yeniden hâkim oluyor?
Hezimet olarak değerlendiriliyorsa, söylenen zafer şarkıları niçin? Devlet ricalinin hamasi nutukları ne ifade ediyor? Kimi zaman ABD, kimi zaman da Rusya ile yapılan iş birliği nasıl bir sonuç verdi? Dost kim, düşman kim? ABD mi, Rusya mı? İkisiyle birlikte aynı anda nasıl dost olunabildi? Fil ile aynı yatağa girenin ezilerek çıktığını biliyoruz ancak iki fil ile birlikte aynı yatağa girenin durumunu düşünemiyorum bile! Bu durumda hezimet mi, zafer mi siz karar verin!
Türkiye-Suriye, Erdoğan ve Esed’ten birisinin veya ikisinin birden kazandığını söylemek trajikomik bir durum olsa gerek! Oysa Erdoğan da, Esed de zafer naraları atıyor! Bu kadar kayıp ve ziyandan sonra iki tarafın da sonuçtan memnun olarak zafer kutlamaları yapmaları gerçekten normal mi? Bu normal bir durum ise, bunca insan neden öldürüldü? Kentler, kasabalar, köyler, tarihi eserler, yollar, barajlar neden tahrip edildi?
Türkiye desteğinde ve kontrolünde, “Suriye Milli Ordusu” veya “Suriye Geçici Hükümeti” gibi Esed karşıtı yapılar neden kuruldu? Türkiye bunları niçin silahlandırıp TSK’ne monte etmeye çalıştı? Ekonomik çöküş yaşayan Türkiye, bu yapılar için milyarlarca dolar niçin harcadı? Yoksa söz konusu Kürtler ve kazanımları olunca mı Erdoğan-Esed arasında yeniden bir anlaşma zemini doğdu?
“Barış Pınarı” operasyonunun gerekçesi olarak gösterilen “PKK ve Terör unsurlarını ortadan kaldırmak” iddiası ne kadar gerçekçi olabilir? 40 yıldır, 17 yılının aynı iktidar tarafından yönetildiği Türkiye’nin, sınırları içinde çözme başarısını gösteremediği PKK ve Kürt Sorunu’nu Suriye ve Ortadoğu bataklığında çözmesi mümkün müdür? Kürtlerin kazanımlarını yok etmeyi veya yeni kazanımlar elde etmelerini önlemeyi mi bir “zafer!” olarak kutluyorlar? Bu yönüyle de kazanılmış bir zafer ortada görünmüyor! Dereyi görmeden paçaları sıvamak, veya SU ararken serap görmek, bu olsa gerek!
Sadece sormakla yetineceğim: Türkiye’de öğrenimini tamamlamış, örgütsel faaliyetleri olsa da üniforma giymemiş, silahlı mücadeleye katılmamış sivil ve siyasi bir lider olarak Salih Müslim’i yok saymak mı, yoksa ABD Başkanı Trump’ın da “kendisiyle görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum” dediği ve ABD’ye davet edilen Kürt General (!) Mazlum Kobani’nin mi “kahraman” ve “uluslararası muhatap” olarak sahneye çıkması, Türkiye için kazanılmış bir zaferdir?
PKK ve bileşenlerinin yenilgiye uğratıldığı iddiasına gelince, PKK ve PYD’nin kaybedip etmediğini belirleyen kriterler hangileridir? Yüz binlerce Kürd’ün yerinden yurdundan edilmesi, binlerce gencin ve yüzlerce sivilin öldürülmesi bir kayıp ise, 40 yıldır Türkiye’de yaşananları hatırlamak yeterlidir, sanırım. Kürtler kaybettikçe PKK kazanmıştır ve sahneye daha güçlü olarak çıkmıştır. Kürt halkına bedeller ödettirildikçe PKK daha çok taban bulmuş ve daha çok güç kazanmıştır. Yok, eğer toplumsal ve uluslararası desteğe bakılacaksa her şey ortadadır. Dünyanın, hangi tarafa tepki verdiğine bakmak yeterlidir. Bunu anlamak için de Deve Kuşu gibi başını kuma gömmemek kâfidir!
İktidar, Türkiye’nin kazanımlarıyla değil, başkalarına kaybettirdikleriyle övünmekle ne elde edecektir? 8 yılın kazanımı; 5 milyon göç mağdurunu misafir etmek, dünyada yalnızlaşmak, itibar ve güven kaybetmek, siyasi kaos ve ekonomik çöküş yaşamak, Kürtlerle duygusal kopuş ve zihinsel bölünmüşlüğü derinleştirmek gibi ülkemizi karanlığa mahkum edecek gelişmeler dışında neler olabilir? Bir de Para-militer çapulculardan oluşturulan “Suriye Milli Ordusu” ve IŞİD’in sorumluluğunu da unutmamak gerekir! Bu mudur “zafer” dedikleri?
Anladığım kadarıyla gelişmeler bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Öyle hamaset nutuklarıyla, sahte zafer şarkılarıyla Suriye’den çekilmek hiç de kolay görünmüyor! Daha zorlu bir süreç hem Türkiye’yi hem de iktidarı bekliyor. ABD’nin dayatmaları ve Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik yanlış-doğru şantajları sonucu İran ve Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi muhtemeldir.
Bu durumda İran ve Suriye ordusuyla savaşmak veya geri çekilmek dışında pek bir şansı görünmeyen Türkiye’nin, nasıl bir tercih yapacağını henüz bilmiyoruz. İktidarın, ülkeyi yönetmeye devam edip etmeyeceğini de bu tercihin belirleyeceğini düşünüyorum. Geri çekilmek iktidarın, savaşın ise coğrafyamızın, doğal olarak Türkiye’nin de yıkımı olacağı uzak bir ihtimal değildir. İktidarın iki şıktan hangisini tercih edeceğini bilmiyorum.
Umarım iktidar, Türkiye’yi bundan daha ileri bir felakete sürüklemeden geri çekilmeyi tercih edecektir. İktidarı, aleyhine de olsa ülkenin yararına tercihte bulunmaya zorlayacak olan, toplumsal duyarlılık ve bundan da daha çok muhalefet partilerine ve hazırlık içinde olan yeni oluşum aktörlerine düşmektedir. Kamuoyunun büyük çoğunlukla beklentisinin de bu yönde olduğunu düşünüyorum.
Susması gerekenlerin çığlık attığı, konuşması gerekenlerin sustuğu ortamlarda sağduyu ve barış talepleri duyulmayabilir ancak tamamıyla yok olduğunu düşünmek yanılgıdır. Ülkemizde de bu yöndeki duyarlılığın yok olmadığını ve zemin bulması durumunda daha güçlü ortaya çıkacağına inanıyorum. Ülke, Kürdiyle, Türkiyle , Çerkezi ve Lazıyla hepimizindir.! TÜRKİYE bizim için bir tercih değil, KADER’dir. Kaderimizden de sorumluyuz…!
Baskılar karşısında ve zorbalara karşı susmak erdem değildir. Ancak bilinçli, programlı bir suskunluk, sessizlik suyun, akmak için mecrasını araması gibidir…! Mecrasını bulduğunda, zikzak yaparak da olsa doğru yöne akacaktır.!
Umuyorum yeni siyaset iddiasındaki sorumlu siyasetçilerimizin suskunluğu da böyle bir amaca yöneliktir. Çünkü çıkış yeni siyaset, yeni bir iktidar ve yeni bir sistemle ancak mümkündür, diye düşünüyorum.
SİVİL SİYASET HAREKETİ