Kürtlerin öldürülmesinde şaşılacak bir durum olmadığını düşünenler olabilir. Çünkü Kürtler cinayetlere, katliamlara, tehcire, acı ve trajediye yabancı bir halk değildir. “En iyi Kürt, ölü Kürt’tür” diyecek kadar azgın zihinlerin oluştuğunu biliyoruz. “Kürt” denince bütün bunlar hemen akla gelebiliyor.
Gerçeği söylemek gerekirse Kürtler, tarih boyunca bazen çok basit nedenlerle birbirini öldürür veya egemenler tarafından katledilir. Birçok kez katliamlara maruz kaldıkları da bilinmektedir. Bugün de aynı tehditlerle karşı karşıyadırlar.! Anlayacağınız öldürmeye ve öldürülmeye alışmış bir toplumdur Kürdler..!
Sadece insanları da öldürülmüyor, tarihleri, kültürleri, gelenekleri de katlediliyor, yok ediliyor ve yağmalanıyor! Çok yakın bir zamanda Diyarbakır’ın tarihi SUR kenti yıkılmadı ml? 12 bin yıllık Hasankeyf sulara gömülmedi mi?
Benim kastım bu değil.!
Amacım fiziksel bir öldürmeden, bedenin ölümünden söz etmek değildir. Kürd’ün coğrafyası zaten yüzlerce yıldır hep kanlı oldu. Hep dram doluydu. Kürd’ü asıl öldüren bunlar değildi, bir başka ölümden ve öldürmeden söz ediyorum: Kürd’ü öldüren; onun kimlik ve kültür kaybıydı.
Komplolar, saldırılar, sömürüler elbet oldu. Ama kimliğin, şahsiyetin ve örfün ölümüydü bu ölüm. Yavaş yavaş geldi. Sinsi bir urdu Kürd’ün kimliğini öldüren. Bin yıllardır süren geleneği barışın, huzurun, güvenin, ailenin, ahlakın ve sosyolojinin garantisiydi. Bin yıllardır en kritik davasını bile “rıspi) (aksakal) zatlardan oluşan “civat” (komisyon) yoluyla çözüyordu. Bu örf Hegelin “geist”i (kutsal tin) gibi yönetiyordu Kürd’ün tarihini. Bu örf emredilesi “ma’ruf”un ta kendisiydi.
Kürdün kendine sırtını dönmesiyle öldü bu kutsal ruh. Hiçbir saldırı, kanlı ölüm bu ölüm kadar acı ve dramatik değildi. Çünkü ölen Kürd’ün bedeni değil ruhuydu.
Nice masum insanlar, mollalar, hoca efendiler de öldürülmüştür. Camilerde, medreselerde, dergâhlarda katledilmişlerdir. İlk defa bir masum insan, Molla, Seyda veya şeyh de öldürülmüyor..! İlahi fermana rağmen masum insanlar öldürülüyor!
“…eğer bir kimse bir (masum) insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (Maide/32)
Ancak ilk defa bir ‘hakem’, Sulh Hakimi öldürülüyor.! Söz konusu Sulh Hâkimi, menfur bir cinayet ile ebedi âleme göçen Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi Baş müderrisi Seyda Abdülkerim Çevik’tir. Hakemlik yaptığı bir anlaşmazlık olayında, kararı beğenmeyen davalılardan biri tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Seyda’ya Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve camiaya sabr-ı cemil diliyorum.
Norşin, sıradan bir yerleşim merkezi (ilçe) değildir. Tasavvuf ve Medrese geleneği bakımından Kürdler ve Bölge için önemi çok büyüktür. Binlerce öğrencinin okuduğu, yüzlerce Müderris, Molla ve Tarikat Halife’sinin icazet aldığı kurumsallaşmış bir medrese ve dergâh ekolünden söz ediyoruz. Sanıyorum bu geleneği “Norşin Ekolu” olarak tanımlamam yanlış olmayacaktır.! Benim anlayışımda Norşin ekolü Tarikattan daha çok Medrese geleneği ile temayüz etmiş ve bu yönüyle daha çok itibar görmüştür.
Ayrıca bu saygın aile, insanların arasındaki anlaşmazlık ve kavgalarda arabuluculuk, sulh ve barış sağlanmasında etkin roller almış, kan davalarının ve arazi anlaşmazlıkların sulh ile sonuçlanmasında büyük gayret göstermiş, bu yolda nice sıkıntılara, zorluklara katlanmıştır. Kendileri eziyet çekseler de hiç kimseye eziyet verdiklerini ve sorun oluşturduklarını duymadım, bilmiyorum.
Olay sonrası aile büyüğü Şeyh Nureddin Mutlu Efendi’nin açıklaması da bu yönde olmuştur:
"Me heta anuha kesî/ê neêşandiye, yên ku em êşandin, em wan teslîmê Xwedê dikin..“
(Biz bugüne kadar kimseyi incitmedik. Bizi incitenleri Allah’a teslim ediyoruz.)
--
Böyle bir aileye, geleneğe ve mümtaz bir şahsiyete yönelik öyle bir cinayet işlendi ki sadece masum bir insan veya alim bir şahsiyet öldürülmedi, Kürdlük öldürüldü..! Kürd’ü öldürmek dediğim tam da budur. Çünkü var olmanın ruhu olan örfü, kültürü ve kimliği öldürüldü..!
Caninin kim ve kimlerden olduğu veya politik tercihinin hiç bir önemi yok, Kürd olması yeterlidir. Trajik olan bir Kürdün, Kürdlüğün değerlerini, yüzlerce yıllık köklü geleneğini, toplumsal kültürünü tek bir kurşunla bitirmesidir.!
Kürtlerin töresinde sulh ve barışın tesis edilmesinde 3 temel faktör hep etkili olmuştur. Birincisi, kavga veya çatışma sırasında, tülbendini açarak taraflar arasına giren Kadının rolüdür. Böyle bir durumda çatışma durur, taraflar geri çekilirdi. Çünkü Kadın namustu ve Kürd’ün haysiyet, şeref ve iffetinin sembolüydü. Namus anlayışı cinselliğe dönüşünce hem kadına saygı, hem de töre ve kimlik değişti.
İkincisi, taraflar arasında barış kararı alınınca, Sulh’un kalıcı ve güvenilir olması için Kur’an-I Kerim iki kişi tarafından yukarda tutulur, taraflar ve arabulucular altından geçerek Kur’an’a teslimiyet gösterir ve Kur’an güvencesiyle söz verilir, akit yapılırdı. Bu söz Kürtler için aynı zamanda “namus sözü” sayılır ve yerine getirilmesini bir namus görevi sayarlardı.!
Üçüncüsü, taraflar arasında arabuluculuk yapan şahsiyetlerin güven içerisinde olmalarıydı. Teklifleri, kararları kabul edilmeyebilir ancak hiçbir şekilde kendilerine yönelik bir saldırı veya şiddet söz konusu olamazdı. Aralarında “hakem” görevi üstlenene ise taraflar güvenmek ve karara uymak zorunda kalırdı. Hakemin kararı adil davranmak olduğu gibi, kabul edildikten sonra gereğini yapmak da Kürtler için bir namus ilkesiydi. Hakeme yönelik şiddeti bu olaydan önce hiç duymadım veya en azından ben bilmiyorum. Böylece Kürd kültürünün masumiyeti öldürüldü!
Ne oldu da Kürtler bu hale geldi?
Bütün bunlar; asimilasyonist politikalar, ideolojik ve politik ayrışmalar, 40 yıl süren çatışmalar ve kirli savaş, ahlaki ve geleneksel çöküş, pragmatizm ve dünyevileşme, tarih, inanç ve kültür tahribatı, değerlere saldırı, en önemlisi de hak-hukuk-adalet yoksunluğu ile erozyona uğramış bir toplumun hazin bir sonu olamaz mı?
Yaklaşık elli yıldır töreye, örfe, geleneğe, kültüre düşmanlık ve sekülerizmin yaptığı tahribatın asimilasyon politikaları kadar etkili olduğu anlaşılmaktadır. Buna 20 yılık mevcut iktidarın oluşturduğu ve neden olduğu tahribat da eklenince bu dramatik ve hazin olayın gerekçelerinin daha kolay anlaşılacağını düşünüyorum. Hiç şüphesiz bu tefessüh ve çöküntüde Tarikat ve Medreselerin iktidarla kurduğu siyasi-dini ve dünyevi ilişki biçiminin de payı büyüktür.
Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, erozyona uğramış, tefessüh etmiş sadece Kürd toplumu mu?
Malazgirt’te, Çaldıran’da, Yemen’de, Çanakkale’de yan yana savaşmış, aynı mezara kucak kucağa gömülmüş, bin yıl birlikte yaşamış, Cumhuriyeti birlikte kurmuş, açlığı, sefaleti, yoksulluğu birlikte çekmiş Türklere ve Kürdlere ne demeli?
Ne oldu da 40 yıldır on binlerce insanın öldürülmesine, milyonlarca insanın yerinden yurdundan çıkarılmasına seyirci kalabiliyorlar? Zorbalık ve hak gaspına birlikte direnmeleri gerekirken ayrı düşman kamplara bölünmelerinin nedenlerini hiç düşündük mü? Bu da bir ahlaki çöküş ve toplumsal erozyon değil midir? Bunun nedeni; Hak-Hukuk-Adalet yoksunluğu olamaz mı?
Ortak tarih, ortak kültür, ortak değerler zayıflayınca, bir kurşunla dağılabileceğine, yok olacağına Norşin olayı yeterince örnek olduğu kanaatindeyim.
“De ki: “Hala düşünüp ibret almıyor musunuz?” (Mümin:85)
Her canlı gibi toplumların da dünyada belli bir yaşama süreleri vardır, doğar, yaşar ve ölürler. Tarih sahnesinde ebedi olarak yaşayan hiç bir kavim yoktur. İbret ve ders almayan bizim gibi toplumların helaki şüphesiz daha yakındır.!
“Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.” (Hicr:4-5)
Feryadımı Hz. Musa’nın diliyle ifade etmek istiyorum:
"Ey Rabbim!" …"Eğer dileseydin, daha önce de onları yok ederdin ve (onlarla beraber) beni de. İçimizden birtakım dar kafalıların yaptıklarından ötürü bizi yok edecek misin (şimdi)?
Sivil Siyaset Hareketi