Amerikan Başkanı Donald Trump, dört yıllık görev süresi boyunca defalarca ABD’yi ulus inşası işinden çıkaracağı sözünü verdi. Çatışmaların ardından toplumları yeniden inşaya ve istikrara kavuşturmaya dönük uzun vadeli Amerikan çabalarının yanıltıcı ve başarısızlığa mahkûm olduğunu savundu, üstüne de sıklıkla Irak ve Afganistan’daki asker sayısını azalttığını ve görevde bulunduğu süre boyunca demokrasiyi teşvik fonunu yaklaşık 1 milyar dolar düşürdüğünü söyleyip durdu.
Trump yönetimi, Suriye’de başarı ihtimali düşük zor bir işe girişerek ulus inşa etmeme politikasından uzaklaştı. ABD, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i önemli anayasal reformları yapmaya ve ülkenin kuzeydoğusunda bir Kürt özerk bölgesini kabul etmeye zorlamak için askeri güç kullanmaya ve mali baskı uygulamaya çalıştı. ABD nezaretinde bu bölge, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) altında kendi ordusu ve Suriye Kürt Halkını Savunma Birlikleri (YPG) ile onun siyasi kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin hâkimiyetinde oturmuş bir bürokrasisi olan bir yarı devlete dönüştü.
Altı yıldan ve yaklaşık 2,6 milyar dolar harcadıktan sonra bu devletçik, Amerikan askeri koruması altında büyüyen ve düşman komşularından korunan ABD’nin bir bebeği mahiyetinde. Kendi kendini ayakta tutamayan özerk bölge, öngörülebilir gelecekte Amerikan kaynaklarına bağımlı kalacak ancak bu türden açık uçlu bir taahhüt ABD’nin ihtiyacı olan bir şey değil. Suriye hiçbir zaman ABD’nin temel bir milli güvenlik meselesi olmadı ve oradaki Amerikan menfaatleri, her zaman için çatışmanın Washington’ın başka yerlerdeki daha önemli kaygılarını tehdit etmesini önlemekle sınırlı kaldı. Mevcut Amerikan politikası, bu merkezi hedefi gerçekleştirmekte pek de işe yaramayacak. Ayrıca bu politika şimdiye kadar Şam’da siyasi reformu teminat altına almadı, ülkeye istikrarı geri getirmedi ve IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti’nin kalıntılarının üstesinden gelmedi. Başkan Joe Biden, yöntem değiştirip hâlihazırda Suriye’ye konuşlu yüzlerce Amerikan askerini çekerse ve IŞİD’i kontrol altına almak için Rusya ve Türkiye’ye bel bağlarsa iyi olacak.
Çıkmazda Kalakalmak
Görünüşte ABD’nin Kuzeydoğu Suriye’deki stratejisi, IŞİD’in son kalıntılarını temizlemek, böylelikle saldırıları başlatabileceği güvenli bir sığınaktan mahrum bırakmak üzere tasarlandı. Her ne kadar yıllarca süren uluslararası askeri operasyon terör örgütünü büyük ölçüde yok etse de, geriye kalan mensupları hala Suriye’de ve Irak’ta ara sıra düşük düzeyli saldırılar düzenliyorlar. SDG’ye ve onun Kürt çekirdeği YPG’ye yönelik Amerikan desteğinin, bu grupların IŞİD’i asgari dış yardımla ve geniş çaplı bir Amerikan konuşlanmasına gerek kalmadan kontrol altına almasına yardımcı olacağı düşünüldü.
Siyaseten cazip olmasına rağmen bu strateji son derece problemli. ABD’nin Suriyeli Kürt müttefikleri, Araplar ile Kürtler arasındaki uzun süredir devam eden bölgesel gerilimleri şiddetlendirdi. Bilhassa Araplar arasında –ABD tarafından sağlanan– Kürt siyasi hâkimiyeti ve yerel petrol yataklarında Kürt kontrolü üzerinden yaygın bir hayal kırıklığı var. Arap bölge sakinleri ayrıca SDG’nin iddia edilen idari yolsuzluklarını, sert terörle mücadele operasyonlarını ve zorunlu askerlik uygulamalarını protesto ediyorlar. Kürt güçler ise Türk askeri kontrolü altındaki Arap şehirlerine bombalı araçla saldırılar düzenliyorlar. Etnik gerilimler ve aşiret ihtilaflarıyla dolu böylesi bir ortamda IŞİD, yerel toplulukların zımni rızasıyla hareket edebilir ve hoşnutsuz olanların safından adam devşirebilir. ABD, politikalarıyla Suriye’nin doğusunda Kürtlerin hâkimiyetinde bir devletçiği koruyup kollarsa bu sorunla her zaman yüzleşecektir.
Amerikan stratejisinin daha temel başka bir kusuru var: IŞİD varlığı, ABD ve SDG’nin kontrolü altındaki bölgelerden ibaret değil. Terör örgütü, Suriye hükümeti ve müttefikleri Rusya ve İran tarafından gevşekçe kontrol edilen Fırat Nehri’nin neredeyse 320 kilometre batısına kadar uzanan bir bölgede faaliyet gösteriyor. Eğer ki amaç, IŞİD’in kendini yeniden yapılandırmasını veya Suriye’yi başka yerlerdeki saldırılar için bir sıçrama tahtası olarak kullanmasını engellemekse, Amerikan konuşlanmasını Fırat’ın doğusuyla sınırlandırmak bu sorunu çözmez. Esed hükümetine yaptırım uygulamak da öyle; zira bu, yalnızca Suriye hükümet güçlerine aşırılıkçı grupla savaşmak için daha az kaynak bırakıyor.
Mevcut Amerikan yaklaşımı aynı zamanda başarıya ulaşabilir bir nihai oyundan yoksun. ABD’nin diplomatik ve askeri kılıfı olmaksızın YPG ve SDG, muhtemelen hem Türkiye’ye hem de Suriye hükümetine karşı iki veya üç cepheli bir savaşla karşı karşıya kalacak ki bu da savaşçılarını IŞİD’le savaştan uzaklaştıracak. Bu sonucu önlemek için ABD’nin Kürt güçlerini desteklemeyi sürdürürken süresiz olarak Suriye’nin doğusunda kalması gerekecek. Eğer ki Rusya, Türkiye, İran veya Suriye hükümeti, Amerikan güçleri veya yeni ortaya çıkan Kürt devletçiği üzerindeki askeri baskıyı artırmayı tercih ederse, ABD bu soruna daha fazla kaynak ayırmak zorunda kalacak. Tıpkı Rus askeri birliklerinin 2020 yazında ABD devriyelerini tacize başlamasında ve ABD Merkez Komutanlığının da caydırıcı olarak yeni hafif zırhlı birlikler göndermesinde görüldüğü gibi. Bu dinamik, önümüzdeki yıllarda muhtemelen daha da kötüye gidecek.
Rusya ve Türkiye’ye Bel Bağlamak
Trump’ın Suriye politikasındaki bu kusurlar göz önüne alındığında, yeni yönetimin farklı bir yaklaşıma, yani Amerikan ordusunu sonu gelmez bir başka savaşa sokmadan IŞİD’i başarıyla kontrol altına alabileceği bir yaklaşıma ihtiyacı var. Biden ekibi, mevcut Amerikan stratejisini sürdürmek yerine diplomasi üzerine yeni vurgusuyla, Rusya ve Türkiye’ye daha fazla bel bağlamalı. Kulağa pek hoş gelmese de bu iki ülkenin Suriye’deki menfaatlerini kabul etmek daha iyi sonuçlar üretebilir.
Rusya mükemmel bir ortak olmaktan çok uzak; ancak Esed’e verdiği destek, onu IŞİD’e karşı mücadeleyi devralmak için tam da doğru bir aktör yapıyor. Moskova, Suriye hükümetinin hayatta kalmasını sağlamaya ahdetmiş durumda ve yeniden dirilen bir IŞİD (muhtemelen SDG’den ele geçirilen Suriye petrol sahalarından geçinerek) Esed’i ciddi şekilde tehdit edecek. Bu dar ortak zeminden istifade ederek Biden yönetimi, Fırat’ın her iki tarafındaki IŞİD’le mücadele misyonunu Moskova’ya havale eden bir anlaşma yapmalı. Bu da kaçınılmaz olarak Suriye’nin doğusunda Rus askeri varlığının artmasını gerektirecek ve ABD’nin de kuvvetlerinin aşamalı olarak geri çekilmesi ve kontrolün ABD’den Rusya’ya geçişi için bir zaman çizelgesini müzakere etmesi gerekecek.
Ancak Suriye’nin doğusunda IŞİD’le mücadele misyonlarının sorumluluğunu devretmek, terör örgütünün Suriye’yi Amerikan müttefiklerine veya menfaatlerine saldırmak için bir üs olarak kullanmasını engelleme ihtiyacını ortadan kaldırmayacak. Bu tehdidi hafifletmek için ABD’nin Türkiye’yi güney sınırını güvenceye almaya ikna etmesi lazım. Tıpkı Moskova gibi Ankara’nın da işbirliğine girmek için açık gerekçeleri var; IŞİD, Türkiye içinde de terör saldırıları düzenledi. Yaklaşık 900 kilometre uzunluğundaki sınırı tamamen kapatmak zor olacak; bu nedenle Washington, Türkiye’ye terör trafiğini izlemek için teknoloji ve istihbarat desteği sağlamak zorunda kalacak. Böyle bir çaba yoğun bir işbirliğini gerektirecek. Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü YPG’ye Amerikan desteğinin ilişkileri dibe vurdurmasından evvel de Türklerle anlaşmak zordu. Ancak ABD Kürt güçlerine doğrudan yardım etmez hale geldiğinde işbirliği daha kolay olacak. Zira Türkiye’nin öncelikli hedefi, bu grupların Suriye’de özerk bir yapı kurmasını engellemek.
Doğru Lansman
Biden bu yeni stratejiyle ABD’nin Kürt ortaklarını şaşırtmaktan kaçınmalı; Amerikan yönetimi, atacağı adımlar hakkında onları erkenden bilgilendirmeli. SDG ve YPG, IŞİD’e karşı mücadelede iyi ortaklar oldular ve Ruslar yeni bir düzenleme altında onlarla çalışmaya devam edecek kadar ferasetli. Moskova’nın bu sahada tecrübesi var: Ruslar ülke çapında misyonlar yürüten Şam yanlısı savaşçılardan müteşekkil “Beşinci Kolordu”yu kurdu, donattı ve hâlihazırda denetliyor. Moskova, Suriye hükümetiyle birlikte, Rus komutası altında SDG mensuplarından oluşan yeni bir “Altıncı Kolordu” oluşturabilir.
Bunlardan ayrı olarak, PYD ve YPG, kontrol ettikleri bölgenin siyasi statüsü konusunda Şam’la müzakere etmek zorunda kalacak. PYD’nin Suriye hükümetiyle geçmişten gelen ilişkileri bu süreci kolaylaştırabilir. 2012’de örgüt, Suriye ordusu geri çekilirken kuzeydoğu şehirlerinin kontrolünü ele almak için Esed’le bir anlaşmaya varmıştı ve buradaki topluluklar Humus, Halep ve Şam kırsalını hedef alan tarzda rejim bombardımanlarına hiçbir zaman maruz kalmadı. Şimdi YPG ve PYD, kendi toplumları için –birçok Suriyeli Kürt’ün yıllar yılı inkâr edilen– eşit vatandaşlık ve mülkiyet haklarını güvence altına almak üzere bu mirasa dayanmalı. Her ne kadar böyle bir düzenleme, federal bir Suriye’de tam özerklik sağlamasa da savaş öncesi statükoya kıyasla önemli bir ilerleme olacaktır.
Hiç şüphesiz Washington’ın YPG ve SDG’ye çok fazla borçlu olduğunda ısrar eden Amerikalı siyasetçilerden ve uzmanlardan protesto sesleri yükselecektir. Ancak IŞİD’le mücadelede Kürtlerin değerli yardımlarına rağmen ABD, vergi mükellefleri pahasına bu gruplara sınırsız bir askeri koruma sağlamaya mecbur değildir. ABD’nin milli menfaati, Suriye’nin doğusundaki yönetimin şeklini güvence altına almak değil, terörist tehditleri kontrol altına almaktır.
ABD’nin Sınırlarını Kabul Etmek
Nihayetinde Biden yönetiminin ABD’nin Suriye’de siyasi tavizler koparma becerisi konusunda gerçekçi olması gerekiyor. Benim de aralarında olduğum Amerikalı yetkililer, Esed yönetiminden uzun süredir reformlar yapmasını bekledi, ama pek bir başarı sağlayamadı. Trump yönetimi ise Şam’ı davranışını değiştirmeye zorlamak için mali yaptırımları ve Suriye’nin petrol sahaları üzerindeki kontrolünü kullanmaya çalıştı. Esed neredeyse hiç kılını kıpırdatmadı. Şam, müzakereleri oyalamakta olağanüstü başarılı oldu ve Washington’ın ümit bağladığı Cenevre’deki BM görüşmeleri çıkmaza girdi. Esed ve kliği için çatışma, –yükselen reform veya özerklik talepleri kaçınılmaz olarak istikrarsızlığa, iktidarı kontrolüne karşı meydan okumalara veya istenmeyen hesap verme çağrılarına yol açacağından– sıfır toplamlı bir oyun niteliğinde. Dolayısıyla rejim, reformun kendi ömrünü kısaltacağı acı varsayımıyla mücadeleye devam ediyor. ABD’nin veya SDG’nin kuzeydoğudaki küçük petrol sahalarını kontrolü de bu hesabı değiştirmeyecek.
Diğer uzmanlar, ABD’nin geri çekilmesinin İran ve Rusya’ya Suriye’de serbestçe at oynatma imkânı vereceğini iddia ediyor. Bu iddia, her iki ülkenin de Şam’la on yıllardır süren –Amerikan baskısıyla zayıflama ihtimali olmayan– siyasi ve askeri bağlarını göz ardı ediyor. Rusya ve Suriye, Soğuk Savaş’tan itibaren yakın bir ilişki sürdüregeldi ve Rus danışmanlar, mevcut çatışma 2011’de başlamadan çok evvel Suriye’de faaliyetteydi. İran’ın varlığı da benzer şekilde eskiye dayanıyor: Bundan on sene evvel ben Suriye’de ABD büyükelçisiyken Amerikalı diplomatlar İran’ın İslam Devrimi Muhafızları personeliyle aynı apartmanı paylaşıyordu. Suriye’de Devrim Muhafızları askeri tesisleri neredeyse yirmi yıldır var. Suriye’nin doğusunda ara sıra yapılan küçük Amerikan devriyeleri bu ikili ilişkilerin hiçbirini değiştirmeyecek ve İran’ın ülkeye füze sevkiyatını da engelleyemeyecek – ki bu engellemeyi İsrail hava kuvvetleri zaten etkili bir şekilde yapıyor.
Biden elbette Trump yönetiminin stratejisini sürdürebilir. Ancak bunu yapmak, toplumlararası gerilimleri şiddetlendirirken ve IŞİD’i kontrol altına almayı başarısız kılarken milyarlarca doları da boşa harcamak anlamına gelecek. ABD’nin Suriye’de Washington’a çok daha ucuza mâl olması gereken sınırlı hedefleri var; harcamak istediği para muazzam mülteci sorununa gitmeli. Rusya ve Türkiye’nin IŞİD’le mücadelede yükünü üstlenerek milli menfaatlerini güvence altına almalarına izin vermek daha iyi. Nihayetinde –nahoş ortaklarla bile olsa, sınırlı ama karşılıklı hedeflere ulaşmak için belirli sorunlar üzerinde çalışmaya dayalı– bu tür pazarlıklar diplomasinin özüdür.
Bu yazı, 25 Ocak 2021 tarihinde Foreign Affairs sitesinde yayımlanmış olup, Zahide Tuba Kor tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.