Amerika Birleşik Devletleri’nde ( ABD) Başkan Joe Biden döneminin dış politika yaklaşımları ete kemiğe bürünmeye devam ediyor. Bu doğrultuda son olarak 3 Mart günü “Geçici Ulusal Güvenlik Belgesi’ açıklandı. Bu belgede eski başkan Donald Trump ile benzeşen ve ayrışan yönler de öne çıkmış oldu. Buna bağlı olarak Trump’ın fiili olarak asker bulundurmaya karşı olan olumsuz yaklaşımı, Biden döneminde asker kullanımı sınırlı da olsa devam edecek denilirse çok da yanlış olmaz. Bu belgede ifade edildiği şekliyle, “Amerika’nın kaderinin kıyıların ötesindeki olaylara bağlı” olduğunu söylemek aslında ABD’nin öyle veya böyle dışarıya müdahale etme yolunda kararlı olduğunu gösteriyor. Açıklanan bu belgeye göre Biden yönetiminin tehdit algılamasından birinci sıraya oturan ülke Çin, ikincisi ise Rusya. Malumunuz Trump döneminde Çin ile girişilen ticaret savaşlarının ardından, Biden’ın Çin’e Trump gibi bakmayacağına dair yorumlar ön plandaydı. Oysa bu belge ile birlikte mevcut yönetimin, tonu farklı gibi dursa da Çin’e karşı adımlar atacağı söylenebilir.
Bunun yanında Amerika kendi kaderine gelmesi muhtemel en büyük tehdidi Hint-Pasifik ve Avrupa’da görüyor ve buralarda doğrudan asker bulundurma üzerine bir yönelim içinde olduğunu gösteriyor. Bu strateji ile ise Çin ve Rusya’yı çevrelemeyi düşünüyor.
Diğer taraftan ABD’nin şimdiki Ortadoğu ile ilgili yaklaşımı biraz Trump dönemini de andırıyor. Belgede geçtiği şekliyle; “Bölgenin sorunlarına çözümün askeri güç kullanmak olduğuna inanmıyoruz ve Ortadoğu’da Amerikan menfaat ve değerlerine ters politikalar izleyen ortaklarımıza açık çek vermeyeceğiz” ifadesinin doğru okunması gerekiyor. Trump da harcanan trilyonlarca dolardan şikâyet ediyordu, Biden da aynı şekilde Ortadoğu’nun ABD’ye yüklediği maliyet üzerinden değerlendirmeler yapıyor. Biden sorunları ittifaklar yoluyla çözmeyi, bölgeyi de yine ittifaklar ile kontrol etmeyi istiyor.
Ayrıca ABD’nin yanı başımızda, Yunanistan Dedeağaç’ta askeri üs kurması aslında Türkiye’de çok da doğru analiz edilemedi. Oysa Dedeağaç bir nevi İncirlik’in Yunanistan’a taşınması anlamını taşıyor. Amerika bu üsle hem Türkiye’yi kontrol ediyor, hem Karadeniz’deki gelişmeleri takip ediyor, hem de Çin’in “Kuşak Bir Yol” projesini gözetlemeyi hedefliyor. Bu proje ve ABD’nin hedefleri çerçevesinde Yunanistan’ın Pire Limanı’nın Çinliler tarafından satın alınmış olmasını da unutmamak lazım. Haritaya bakıldığında Dedeağaç’ın stratejik bir öngörü ile tasarlandığı net olarak belli oluyor.
Bununla birlikte ABD her zaman olduğu gibi İsrail’in güvenliğini merkeze alıyor. Irak’ın işgaliyle birlikte hareket alanını iyice genişlettiği İran’ı Irak ve Suriye’de engellemeyi hedefliyor. ABD, Papa’nın Irak ziyaretinin oluşturduğu olumlu atmosfer üzerinden İsrail’in güvenliği için gereken bölgesel işbirliklerinin daha kolay inşa edilebileceğini de muhtemelen düşünüyordur.
Bir de Dışişleri Bakanı AntonyBlinken’ın, “Kaldığımız yerden devam etmiyoruz. Dünyaya yeni gözlerle bakıyoruz” açıklaması da izaha muhtaçtır. Blinken, diğer ülkelere ‘demokrasi götürmek’ için otoriter rejimlerin yüksek maliyetli askeri müdahalelerle devrilmelerini teşvik etmeyecekleri söyledi. Bu açıklama bu zamana kadar çeşitli ülkelerde gerçekleşen darbelerin, askeri karışıklıkların ABD tarafından yapıldığının da itirafı niteliğindeydi.
Blinken açıklamasında “diplomasi vurgusunu” özellikle yaptı ama tabii olarak aslında bu vurgu da masum değil. Askeri müdahaleler belki olmayacak deniliyor ama dün Trump’ınTwitter diplomasisinden elde etmek istediği faydayı, Biden yönetimi kurumsal akılla sağlamayı hedefliyor diyebiliriz.
Sonuç olarak aslında Amerika “ben bu dünyanın jandarmasıyım” demek istiyor. Kendisini küresel ve bölgesel gelişmelerin merkezine yerleştiriyor ve kendi çevresinde bir dünya inşa etmeyi hedefliyor. Türkiye açısından bakıldığında ise Amerika’da önce 100 sandalyeli Senato’da 54 senatörün Biden’a, 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nden 170’ten fazla üyenin Blinken’a gönderdikleri Türkiye karşıtı mektuplar ve içerikte muhataplarını harekete geçmeye çağıran ifadeler ABD-Türkiye ilişkilerinin seyri hakkında birçok bilgi veriyor. Türkiye, ABD’nin yol haritasını bertaraf etmeyi deneyecekse bu doğrultuda atacağı ilk adım bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini düzeltmek, sorunları gidermek olmalıdır. Böylece ABD’yi maliyet hesabı yapmaya itebilir. Diğer taraftan böyle “geçici güvenlik belgelerini” göreve gelen her ABD başkanı açıklar ama “geçiciliği” içeriğinde dile getirilen ifadeleri önemsiz kılmaz. Türkiye’nin hem ABD hem de diğer küresel güçlerle olan ilişkilerinde en önemli avantajı bölge halkları ile arasındaki gönül köprülerinin oluşturduğu yumuşak güçtür. Bu yumuşak güç doğru kullanılırsa, krizler daha iyi yönetilebilir. Sorunlara mutlaka bu vizyonla çıkışlar aranmalı, çözümler bu doğrultuda bulunmalıdır.