Cumhurbaşkanı Erdoğan ?dünya beşten büyüktür? derken Birleşmiş Milletler´in bugünkü yapılanmasının adil ve demokratik olmadığı gibi dünyada yaşanmakta olan acil veya kronik sorunlara çözüm üretebilme konusundaki aczini de ifade etmiş oluyor.
Aslında adil ve demokratik olmamak ile çözüm aktörü olamamak birbirine bağlı olarak gelişen iki büyük sorun. Bugün dünyada yaşanmakta olan katliamlar, insanlığa karşı suçlar neredeyse süreklilik kazanıp dünyanın gözü önünde cereyan ediyor.
Dünya düzeninin bu suçlara karşı harekete geçme kabiliyeti yok, çünkü zaten bu suçlar büyük ölçüde BM Güvenlik Konseyi´nin, veto yetkisine sahip 5 daimi üyesinden en az birinin ya bizzat kendisi tarafından veya müttefiki ülkeler tarafından işlendiği için himaye görmektedir.
Irak´ta bizzat ABD tarafından sözümona demokrasi götürme bahanesiyle tam bir insanlık kıyımı yaşandı, ama ona karşı harekete geçebilen bir ülke bile olmadı.
Suriye´de Esed yıllardır Hitleri aratmayan katliamları ve insanlığa karşı suçlarına rağmen Rusya ve Çin tarafından himaye gördüğü için yaptığı zulümler, işlediği cürümler yanına kar olarak kalmaktadır. BM´nin burada cereyan edenleri suç olarak niteleme kabiliyeti bile bu himayeler devam ettiği sürece mümkün olmuyor.
İsrail´in uluslararası hukuku ihlal eden bütün eylemleri ABD tarafından gördüğü himaye dolayısıyla ona hukukun üstünde ve dışında kalmak gibi bir imtiyaz alanı oluşturuyor. Bu yüzden kazara aleyhine çıkmış kararları bile hiç kaale almadan uluslararası hukuka karşı müstağni tutumunu sürdürebiliyor.
5 ülkenin sahip olduğu veto yetkisi, uluslararası hukuku da insan haklarını da artık kimsenin varlığına inanmadığı, ancak egemenlerin zayıfları ezmek üzere başvurabildikleri boş bir söyleme dönüştürmüştür.
BM´nin bu yapısından o yüzden adalet çıkmadığı gibi, siyaset üretebilmek için hareket alanı da son derece dardır. Nitekim Kudüs için kendisine karşı BM içinden, o daracık alandan hareket eden beklenmedik inisiyatif ortaya çıktığında ABD ve İsrail´in tavrına hemen hakim olan şaşkınlığın sebebi hem Trump´ın hem İsrail ve ABD sözcülerinin ifadelerine tipik bir biçimde yansıdı. Onlar ?bütün maaşlarını ödedikleri? BM bürokrasisinin belli ki kontrol altında olduğunu ve kendilerine karşı harekete geçmemesi için bütün teminatların ellerinde olduğunu düşünüyorlardı. Aslında bu ifadeleriyle nasıl bir BM vizyonuna, nasıl bir dünya algısına sahip olduklarını da gösteriyorlar.
Tam da bu nedenden dolayı Türkiye ve Yemen´in girişimiyle başlatılan ve neticede ABD´nin dünya diktatörlüğüne karşı bir tür ayaklanmaya dönüşen tasarı son derece dar bir alanda gerçekleşmiş bir siyasi hamle olarak uluslararası siyaset tarihine geçmeyi fazlasıyla hak ediyor. Tabi şu başlık altında: ne kadar dar olursa olsun siyasal alandan umut tükenmez. En zorlu durumlarda içkin bir kolaylık, en çıkmaz denilen durumdan bir çıkış, en çaresiz durumlarda bile yapılacak bir şeyler vardır. Esasen siyasaldan umutlarını tüketenler, zaten daralmış olan alanını iyice tüketmiş olurlar.
Oysa ?dünya beşten büyüktür? diyerek mevcut uluslararası siyaset dengeleri içinde adeta imkansızı talep eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, istenildiğinde bu daracık alanda bile nasıl büyük manevralar yapılabileceğini ve dünyanın havasının bir anda değiştirilebileceğini gösterdi. Yeter ki istikamet üzere olunsun, yeter ki, ye´s içinde zalimlerin üstünlüğü önce kendi hüznümüzle, çaresiz acizliğimizle teyit edilmemiş olsun.
Türkiye´nin başından beri uluslararası ilişkileri sadece çıkarların konuştuğu bir alandan ibaret görmeyen yaklaşımı gereğinden fazla idealist bulunuyor. Oysa dünyanın böyle bir siyasete ne kadar ihtiyacı olduğu ve böyle bir siyaset, manevralarını doğru zamanda yaptığında, buna nasıl bir rağbet olabileceği de net bir biçimde görülmüştür.
ABD´nin nobran tutumuna karşı dünyada alttan alta sürekli beslenen bir homurdanma var zaten. Bunun bir siyasete veya verimli bir muhalefete dönüştürülmesi için bir iradeye ihtiyaç var sadece.
O irade artık var.
Bu irade ile bugün ABD´nin adaletten yoksun olarak kurmuş olduğu dünya düzeninin üzerinde bir hayalet dolaşıyor diyebiliriz.
Bu hayalet zalim Calut´u elindeki sapan taşıyla gözünden vuracak olan Hz. Davut mu? Kudüs´ün haçlı işgaline son veren Selahattin Eyyubi mi? Filistin´in vatansız kalmış mazlum ama intifada çocukları mı? Vatanlarından bir Siyonist teo-fantezi uğruna edilen koca bir halkın ağıdı mı? Irak´ta tecavüze uğrayan kadınların, yetim kalan çocukların göğü tutan ahı mı? Gün yüzü görmemiş Myanmar´ın ölümden kaçan veya kaçamayan garibanları mı?
Hepsi Türkiye´nin arkasına takılmış, hepsi de Kudüs´e doluşmuş, dolaşıyor dünyanın üzerinde. Ve Kudüs´ün zalimler için vadettiği sondan kaçış yok.