ABD, Irak´taki hatasının tekrarlanmaması ve IŞİD´in yeniden bir terör gücü olarak geri dönmesine izin verilmemesi bahanesiyle Suriye´deki güçlerini koruyacağını açıkladı. Ancak ABD´nin politikasının omurgası esasında Suriye ve Türkiye´yi parçalama projesinin yeniden canlandırılması ve 1920 yılında yapılan ve esasını Irak, Suriye, İran ve Türkiye´den topraklar koparılarak bir Kürt devletinin kurulmasını teşkil eden ancak Kemal Atatürk tarafından etkisizleştirilen "Seifer" anlaşmasına geri dönülmesini oluşturuyor.
Türkiye´nin 7 yıl Suriye´de ABD-Batı tuzağına düşüp, ABD´nin doğu komşusunu ve eski Arap müttefikini istikrarsızlaştırmak için kandırıcı planı için değerli hizmetler sunmasının ardından şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Amerikan sihrinin onu tahrip edip, parçaladığını fark etmiştir.
Yenişafak gazetesinde yazan ve iktidardaki partiye yakınlığıyla bilinen ünlü yazarlardan İbrahim Karagül, cumartesi günü çıkan son makalesinde; ABD´nin Türkiye için en büyük tehdit sayıldığını ve Türkiye´yi Irak ve Suriye gibi yok etmeyi planlandığını yazarak, ABD´nin PKK ve IŞİD´e destek için bir tahta olarak kullandığı İncirlik üssünün kapatılmasını istedi.
Erdoğan pazar günü de tehditlerine devam ederek, güney sınırları boyunca terörizmi yok edeceklerini ve Türkiye´nin güvenliği, sebatı ve ulusal birliğini tehdit eden Amerikan-İsrail üslerinin kurulmasına müsaade etmeyeceklerini belirtti.
Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkenin toprak bütünlüğünü yok etmeyi hedefleyen Amerikan planı ile mücadele için ne yapacak?
Bu soruya cevap vermeden önce, Erdoğan´ın Menbiç´e operasyon düzenleme ve burayı YPG birliklerden temizleme tehditlerinin gerçekleşmiş olmadığını ve bu bölgeye saldırının aylar, hatta yıllarca ertelenebileceğini çünkü ABD´nin buradan kendi güçlerini çekmekten kaçındığını, bu nedenle Türkiye ordusunun Menbiç´e saldırmasının ABD ile askeri çatışmaya girmek anlamına geleceğini söylemek gerekiyor.
Suriye yetkilileri de Afrin ve Menbiç´te olan bitenleri temkinli biçimde izliyor ve şimdiye kadar Afrin´de Türkiye´nin askeri girişimine karşı müdahale için herhangi bir karar almış değil. Ancak Devlet Başkanı Beşar Esad ile konuğu İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Caberi Ensari arasında pazar günü yapılan görüşmenin ardından yapılan açıklama, Suriye´nin sabrının sona ermiş olduğunu gösteriyor.
Suriye liderliği, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan´a güvenmiyor ve hareketlerine tereddütle yaklaşıyor. Erdoğan da, Suriyeli İslamcı müttefiklerini kendi yanında tutabilmesi için Suriye yönetimi ile açık temas kanalları kurmak istemiyor ve Beşar Esad yönetimini düşürmeye göz dikmiştir.
Erdoğan bu tür temenniler içinde olduğu sürece, geçen 7 senede askeri müdahale ve ABD, Avrupa ve Fars Körfezi´ndeki Arap ülkelerinin desteğiyle yapamadığını bundan böyle yapabilmesi de çok zor görünüyor hele hele ABD´nin Türkiye´ye karşı Kürt cephesini tercih ettiği bir sırada.
Türkiye Cumhurbaşkanı´nın ABD düşmanı için İran, Rusya, Suriye ve kısmen Irak´tan oluşan karşı cephede yer almaktan başka bir çaresi yok.
Erdoğan, politikalarını değiştirerek, "dünkü düşman"la "bugünkü düşman" yani Türkiye´yi parçalamak ve yok etmek isteyen Amerikalılarla karşılaşmak için bir ittifak yapma kararı alırsa, serzeniş etmemek gerek.
Rusya Devlet Başkanı, Soçi toplantını baltalama çabaları karşısında asla sessiz kalmayacak. Rusya´nın Suriye´deki Hmeymim Askeri Üssü Sözcüsü General İvanov, Suriye muhalefetinin Soçi Kongresi´ne katılmayacağını açıklamasının sahada sonuçları olacağını, bunun asla muhaliflerin lehine olmayacağını belirtti.
Rusya´nı Suriye muhaliflerine tehdit içerikli bu mesajı oldukça açık ve nettir, en bariz hali, askeri çatışmaların şiddetlenmesidir.
Gelinen noktada, top artık Erdoğan´ın sahasındadır, o kendi seçenekleri sürat ve ciddiyetle tercih etmesi gerekiyor. Acaba gerçekten Türkiye´nin güvenliği, istikrarı ve toprak bütünlüğünü ve Türkiye´nin 100 yıl öncesine ve Seifer Anlaşması´na geri döndürülmemesini istiyor mu? Türkiye´nin toprak bütünlüğünün Suriye, Irak ve İran´ın toprak bütünlüğünden barış içinde bir arada yaşamak, toplumsal adalet ve eşitlik çerçevesinde gerçek bir demokratik ortamda kaynaklandığını bilmeli. Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu yapacak mı?