Hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar büyük şirketleri, finansal ve teknolojik oligarşiyi ihya ederken Amerikan işçisini mağdur eden küreselleşme politikaları nedeniyle ekonomik değişimlere uyum sağlamakta zorlanıyor. Temel üretken sektörlerdeki işlerin azalması, finansal spekülasyona ve gayrimenkul spekülasyonuna dayalı sanal rant ekonomisine geçiş, reel ekonomi ile finansal piyasaların kullandığı yöntemler arasında bir yarılmanın oluşmasına yol açtı.
11 Kasım Çarşamba 2020 Saat: 00:03
Trump’ın seçimleri kaybetmesi, dünyada ırkçılığın hakim olmasını istemeyen, aşırı sağın hegemonyasına itiraz edenleri sevindirirken bazı sert ve acı gerçekleri de hem ABD hem de dünya kamuoyunun yüzüne vurdu. Zira ‘Trump gitti, Trumpizm baki’den fazlasını analiz etmek, dünyada yükselen aşırı sağcı dalgayı bütün dinamikleriyle birlikte iyi okumak, toplumları ırkçı, mülteci ve yabancı düşmanı haline getiren şeyin ne olduğuna vakıf olmak zorundayız. Aksi takdirde ürkütücü bir gelecek bizi bekliyor.
İlk olarak ABD siyasal sistemi, kim ne derse desin oldukça ciddi meydan okumalarla karşı karşıya ve Trump’ın son seçimde aldığı oy oranı, Trump’ın temsil ettiği değerlerin hiç de öyle geçici bir heves olmadığını, tersine uzun yıllar dünyayı meşgul edebilecek ciddi birtakım sorunları içinde barındırdığını bizlere gösterdi. Ama bunun da ötesinde Trump, aslında Amerikan sistemindeki bir kusuru ilk kez ortaya çıkarmadı belki ama altını çizdi: Daha önceki dönemde her iki siyasi oluşum, Cumhuriyetçi ve Demokralar, birbirine yakın ve benzer politikalarla seçmenin taleplerine uzaktı ve sistemin reforme edilmesi önündeki en büyük engel haline dönüşmüşlerdi. Trump bunu kendince çözdü, önerdiği radikal farklılıkları topluma sundu ama yerine önerdiği alternatif tam bir felaketti.
Öte yandan son seçimlerin asıl gösterdiği şey şuydu: Seçmenlere dayatılan seçenekler, Amerikalıların özlemlerini ve dönüşümleri temsil eden siyasi, ekonomik ve sosyal programa sahip olan adaylar arasında değil, daha az kötü olanı seçmekten ibaretti. Politikacıların ve halkla ilişkiler alanında çalışan insanların ezici çoğunluğu, konumlarını kendilerini seçenlere değil, kendilerini finanse edenlere borçlu. Doğal olarak, bu şekilde seçilen "elitler", kırk yıldan fazla bir süredir sürekli kendini tekrar eden tabloda gördüğümüz gibi şirketlere çalışıyor, halkı umursamıyor. Son yirmi yıla bakıldığında Amerikan başkanlarının kalitesindeki düşüş oldukça çarpıcı. Başkan ya yolsuzluğa bulaşmış ya da cahil kişilerin arasından çıkıyor ya da her ikisi. Nitekim Biden’dan önceki adaylar Hillary Clinton, Barack Obama, George W. Bush ve Bill Clinton, Birleşik Devletler'deki yönetici elitleri üreten yozlaşmış çevrenin rahminden çıkan insanlar. Para ve özel çıkarlar tarafından yönetilen sistemin doğası, mevcut kısır döngüyü sürekli yeniden üretmek durumunda. Sistemin çarpıklıklarını rehabilite edebilme potansiyeline sahip olan tek alternatif Bernie Sanders’tı. Ancak Amerikan müesses nizamı onun önünü kesmek için elinden geleni yaptı.
Ayrıca hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar büyük şirketleri, finansal ve teknolojik oligarşiyi ihya ederken Amerikan işçisini mağdur eden küreselleşme politikaları nedeniyle ekonomik değişimlere uyum sağlamakta zorlanıyor. Temel üretken sektörlerdeki işlerin azalması, finansal spekülasyona ve gayrimenkul spekülasyonuna dayalı sanal rant ekonomisine geçiş, reel ekonomi ile finansal piyasaların kullandığı yöntemler arasında bir yarılmanın oluşmasına yol açtı. Spekülatörler borsadan milyonlarca doları kaldırırken işsizlik ise giderek yaygın hale geldi. İki parti on yıllar boyunca bu dönüşüme katkıda bulundu. Dolayısıyla iki taraf da her şeyden önce sermayeyi koruyan, hukuku, siyaseti ve dolayısıyla adaleti sermayenin yararına kullanan mevcut sistemin doğasına ilişkin bir bakış açısı üzerinde hemfikir. Partizanlık, imparatorluğun devamı ve hegemonya politikası hakkında da hemen hemen aynı vizyonu paylaşıyorlar.
İşin bir de demografik yönü var tabii. Ancak iki yüzyıl içinde belirli nüfus ölçeklerinde ve belirli ekonomik ve sosyal güç dengeleri içinde oluşan bu sistem, Samuel Huntington'ın açıkça işaret ettiği demografik değişimleri absorbe edememekte. Son kitabında Huntington, ABD'yi tehdit eden şeyin medeniyetler çatışması değil, Hispanik Katolik kimliği ve Asya kimliklerinin yükselişi karşısında beyaz Anglo-Protestan kimliğinin gerilemesi olduğunu söylüyor. Nüfus alanında yaşanan hareketlilikler, ABD’deki nüfus artış hızının, varlığını sürdürmek için gereken oranın altında olduğunu ve bu nedenle göç kapısının açılması gerektiğini gösteriyor.
Yasal ve yasadışı göç konusu, farklı bir yaklaşım gerektiren karmaşık bir konu, ancak iki rakip siyasi parti arasındaki anlaşmazlığın merkezinde yer almakta. Cumhuriyetçi Parti, göçü bu konuda kendi belirlediği standartlara göre yasallaştırmak isterken, Demokrat Parti önce daha düşük ücretleri garanti eden ve sermayeyi destekleyen ucuz bir işgücü sağlamak için göçün kapısını açmak istiyor ve etnik çeşitliliğin siyasi düzeyde ABD’nin çıkarına olduğu inancında. Bu nedenle, Cumhuriyetçi Parti, yirmi yıldır Demokrat Parti'deki liberal liderler tarafından desteklenen küreselleşmiş toplumda marjinal kabul edilen beyaz çoğunluğun partisi haline geldi. Demokrat Parti ise etnik ve dinsel çeşitliliğe sahip bir partiye dönüştü, ancak çoğunlukla beyaz olan ve çeşitliliğin gerekleriyle uyumlu olmayan liberal bir liderlikle.
Seçimlerin ortaya koyduğu bir başka sorunsa anket şirketlerinin güvenirliği. Biden'ın büyük bir farkla kazanacağı yönündeki araştırmalarını kamuoyuna sunan araştırma şirketleri resmen Trump duvarına çarpmış durumda. Seçimler, Amerikan ruh halinin, kampanyayı yayınlarken profesyonelliğini yitiren ve yalnızca bir görüşü ifade eden egemen medyanın tasvirinden farklı olduğunu kanıtladı. Resmi sonuçlara bakılmaksızın, pek çok Amerikalı için alay konusu olan ve onun yeterliliği ve kişisel davranışındaki bariz ve skandal kusurlara rağmen Trump, bir ABD başkanından popüler bir siyasi lidere dönüştü. Bu değişim, sağ popülist liderliğin “anayasal meşruiyet” ve bunun sonucunda ortaya çıkan anayasal krizin bir rejim krizine dönüştüğü Amerikan siyasi yaşamında çok önemli sonuçlar doğurabilir.
Sonuç olarak ABD seçimlerinin sonuçlarının ön değerlendirmesinde çok sayıda kaybedenin olduğu söylenebilir. Elbette ilk kaybeden şimdiki başkan Donald Trump. Ancak Temsilciler Meclisi'ndeki sahip olduğu çoğunlukta önemli bir düşüşe tanık olan ve Senato'da çoğunluk elde edemeyen Demokrat Parti de sıkıntılı.
Bazı gözlemciler, bu seçimlerin siyasal sistemde yarattığı sarsıntılar sonucunda her iki partide de parçalanma yaşanacağını ya da son dört yılda da görüldüğü gibi Trump'ın durumunu yansıtan popülist bir üçüncü parti ortaya çıkacağını öngörüyor.