"Bir hatırlatma yapmak gerekirse, ABD İran’ı veya Süleymani’yi Irak’ta şimdiye kadar yol açtığı katliamlar, yaktığı mezhepçilik fitnesi ve bunun idaresiyle sürekli canlı tuttuğu çatışmacı siyaseti dolayısıyla değil, sadece son günlerde Büyükelçiliğine ve kendi askerlerine saldırmaya cüret ettiği için öldürdü."
-----------
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yasin Aktay'ın 'konuya dair' analizi şöyle:
"İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından hedef alınarak öldürülmesi, yeni yılın çok yeni gelişmelere gebe olduğunun önemli bir işareti. Kasım Süleymani’nin öldürüldüğü saatten itibaren bütün dünya medyasında hakkında hızla yer alan bilgiler onun ne kadar malum biri olduğunu gösteriyor.
Malumluğu Ortadoğu satrancında İran’ın en büyük kozu olmasından. Özellikle Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’de, yani İranlıların hakim olmakla övündükleri 4 Sünni başkente sahip ülkelerde İran adına yürütülen bütün operasyonların, İran’ın bu ülkelerdeki nüfuzunun beyni ve organizatörü.
İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen valisi gibi bir etkisi ve etkinliği olan bir ismin ABD tarafından hedef alınması, İran ve ABD arasındaki soğuk savaşın yeni bir aşamaya gelmiş olduğunu gösteriyor.
Bilhassa Irak’taki İran varlığı ve nüfuzu büyük ölçüde ABD’nin İran’a hediye ettiği bir durum olduğu apaçık bir gerçektir. ABD’nin baştan beri düşman bellediği İran’a bile isteye bir alan açmış olduğunu düşünmek de zor bunu savunmak da. İşin “bile-isteye” kısmını atladığımızda ise ortadaki gerçek İran’ın Irak’a neredeyse kendi vilayetlerinden biri gibi davranabilmesini temin eden alanın tamamen ABD tarafından açılmış olduğudur.
Zaten Kasım Süleymani’nin öldürülme bağlamı da Irak’la ilgili, öldürüldüğü yer de Bağdat. Zira, kendisi ABD’nin düşmanı olarak, ABD işgalinden ve bu işgalin açtığı kapılardan girerek yerleştiği Irak’ta tam bir eyalet valisi gibi bütün Irak topraklarında tam yetkili olarak dolaşma imtiyazı ve gücünü kullanabiliyordu. Yıllara dayanan saha tecrübesi, stratejik aklı ve alabildiğine güçlü karizmasıyla görev yaptığı ülkelerin bütün beşeri unsurlarını, kurumlarını örgütleyerek belirlediği hedefler doğrultusunda harekete geçirebiliyordu.
Bu esnada Kasım Süleymani’nin örgütlediği Haşdi Şabi güçleri, Kudüs Gücü vs. Irak yönetiminden ziyade doğrudan kendisine bağlıydı ve aslında bakarsanız, şimdiye kadar ABD güçleriyle doğrudan karşı karşıya gelmiyordu. Bu güçlerin Irak’ta sürdürdükleri mezhepçi faaliyetlerle Irak’ı yaşanmaz hale getirmiş olduğunu herkes gibi ABD de görüyordu, ama şimdiye kadar ses çıkarmıyordu.
Ne oldu da şimdi Kasım Süleymani gibi bir isim, ölümcül bir hedef haline gelebildi?
Bir süredir İran’ın Irak’taki nüfuzuna artık sadece birinci derecede mağdur Sünniler değil, bilhassa Irak’ın Şiileri de şiddetli protestolarıyla itiraz etmeye başlamıştı. Burada daha önce birkaç yazı da yazdık. İran’ın Irak’taki varlığı artık giderek ABD işgalinden daha fazla rahatsızlık konusu haline gelmişti. Irak’lı Şii gençler protestolarında, Arap Baharı sloganını andıran şekilde “halk vatanını istiyor” (el Şa’b yurid el vatan) sloganı atarken, ABD’den olduğu kadar İran’dan da bağımsızlığını istiyordu. Çünkü İran’ın Irak’a olan ilgisinin Irak’a kazandırdığı hiçbir şey olmuyor aksine çok pahalıya mal oluyor, Irak’ın varlık içinde her gün daha da yosullaşmasına ve dışa (bilhassa İran’a) bağımlı hale gelmesine yol açıyordu. Bu protestoların bastırılmasında Irak meşru güvenlik güçlerinden ziyade yine İran’ın, dolayısıyla Kasım Süleymani’nin örgütlediği bazı milislerin rol oynadığı konuşuluyordu. Nitekim, Protestoculardan, çoğunluğu Şii olan 800’e yakın insan öldürülmüş, bu da hem İran’a hem ABD’ye olan öfkeyi daha da artırmıştı.
Tam bu esnada ABD’nin Haşdi Şabi’yi hedef alması, onların da ABD elçiliğini işgalleri, olayı bir anda Irak halkının her ikisine karşı protestosundan çıkarıp İran ve ABD arasındaki bir çekişme görüntüsüne tekrar taşıdı. Doğrusu bunun sadece bir görüntü olduğunu da söylemek doğru olmaz. Epey bir zamandır Irak sahasında ABD de İran’ın kendileri için işlevsel gördükleri birlikteliği işlemez kılan, onu sürdürülemez ve katlanılamaz kılan boyutlar vardı. Sünniliğe karşı Şiiliğin önünün açılması ABD için benimsenmiş bir uzun vadeli stratejiydi, ama görünen kadarıyla İran’ın ulusal temelli nüfuz gayreti onu Şiiliği de toparlayabilme kabiliyetinden uzaklaştırıyordu.
Bu arada ABD’nin Irak siyasetinde İran’la ilişkisinde böyle bir kırılma noktasına gelmesinde yine de Trump faktörünün önemli bir rol oynadığını gözardı etmemek lazım. Ezberleri bozan, teamülleri yıkan yanıyla Trump, Irak sahasında da İran’la alışılagelmiş siyasette çıtayı beklenmeyen bir seviyede yükseltti ve İran’ın Irak’taki, hatta bütün Ortadoğu’daki elini-ayağını kesmiş oldu. Bunun şimdiye kadarki bütün ilişki biçimini kökten değiştiren yeni bir düzene zorlayan sonuçları olacağı kesin.
Zaten o yüzden onun Süleymani’yi öldürme kararına itiraz eden ABD’li yetkililer, kongre üyelerinin dikkat çektikleri riskler tam da İran ve ABD politikalarının Irak’taki konuşulmamış, telaffuz edilmemiş ama ikisinin de birlikte faydalandığı düzenin mahiyetini de ifşa ediyor. Süleymani’nin öldürülmesine itiraz eden ABD’liler Irak’ta askerlerinin bundan sonra nasıl bir güvenceyle kalabileceklerini sorgulamakla başlıyorlar işe. Bu, şimdiye kadar kiminle nasıl bir güvence oluşturmuş olduklarını da yeterince gösteriyor.
Bu arada bir hatırlatma yapmak gerekirse, ABD İran’ı veya Süleymani’yi Irak’ta şimdiye kadar yol açtığı katliamlar, yaktığı mezhepçilik fitnesi ve bunun idaresiyle sürekli canlı tuttuğu çatışmacı siyaseti dolayısıyla değil, sadece son günlerde Büyükelçiliğine ve kendi askerlerine saldırmaya cüret ettiği için öldürdü. Bu saatten sonra da ABD’nin Irak’ta Iraklılar için iyi bir düzen veya gelecek gündemi olacağını kimse beklemiyor."