Afganistan'da durum henüz açıklığa kavuşmamıştır. Çünkü ABD, güvenilir bir muhatap değildir ve Taliban dışındaki Afgan gruplarının da bu antlaşmayı nasıl karşılayacağı henüz belirsizdir.
GİRİŞ
Afganistan, İslam dünyasının Orta Asya'daki en önemli ülkelerinden biridir. İslam dünyası, Afganistan'ın Gazne şehrinde kurulan Gazneliler Devleti üzerinden Pakistan ve Bangladeş'in de içinde yer aldığı Hindistan sahasında varlık bulmuştur. Afganistan, jeopolitik konumuyla yüzyıllar boyu İslam'ın Orta Asya'daki en önemli kalelerinden birini teşkil etmiştir.
Sovyetlerin, güneye açılma, dolayısıyla Hint kıtasındaki İslam coğrafyasını istila etme girişimi Afganistan tarafından engellenmiş; Afganistan'daki yenilgi Sovyetlerin tarihe karışmasında hiç kuşkusuz etkili olmuştur.
Ne var ki Sovyetler Birliği gibi dünyanın o dönemdeki ikinci büyük gücünü yenen Afganistan, 1996'dan bu yana süren iç savaşla harap oldu ve bu iç savaş aynı zamanda dış güçlerin elini hep Afganistan'ın içinde tuttu.
1996'dan bu yana savaşın önemli bir tarafı, ülkenin en önemli etnik yapısı olan Peştunları da temsil eden Taliban ile Tacik, Özbek gibi Afgan grupları arasında ve o grupları destekleyen ABD arasında devam etmektedir. 11 Eylül (2001) vakasından bu yana ise ABD, savaşçı güç bulundurarak Afganistan'da Taliban'a karşı savaşta fiilen yer almıştır. ABD, o günden bu yana, içeriden ve dışarıdan aldığı desteğe, savaşta harcadığı ve artık bütçesini sarsan ekonomik olanaklara ve içinde Kur'an Kursu talebelerinin de bulunduğu binlerce sivilin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan ilkesiz/sınırsız savaşına rağmen Taliban karşısında hedeflerine ulaşamamıştır.
Nihayetinde ABD; Katar üzerinden Taliban ile görüşmelere ikna olmuş ve 29 Şubat 2020'de Katar'ın başkenti Doha'da ABD ile Taliban arasında Doha Antlaşması imzalanmıştır. Analizimizde, henüz sahaya nasıl yansıyacağı belirsiz olan bu antlaşma ele alınmıştır.
AFGANİSTAN'IN YAPISI VE TARİHİ
Avrasya'nın güneydoğusunda yer alan Afganistan, kuzeyde Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan; doğuda Çin Halk Cumhuriyeti; batıda İran, Güneyde Pakistan ile sınırlarını paylaşmaktadır. Afganistan, bugünkü coğrafi konumu itibarıyla Orta Asya, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasında önemli bir kavşak konumundadır. Sahip olduğu bu jeopolitik konumu sebebiyle tarihin farklı dönemlerinde doğudan batıya, güneyden kuzeye ve kuzeyden güneye geçmek isteyen devletlerin istilasına uğramıştır.
Afganistan, 652.864 kilometre karelik alanı ve savaştan kaynaklı verdiği yoğun göçe rağmen otuz milyonu geçen nüfusuyla merkezi Asya'nın en önemli ülkeleri arasındadır. Tamamına yakını dağlarla çevrili ülkede oldukça renkli bir etnik yapı ve nispeten sade bir dini yapı vardır. 2013 kayıtlarına göre ülke nüfusunun %42'sini Peştun; %33'ünü Tacik; %12'sini Özbek Türk; %9 Hazaralar; %4 Aymak; %2'sini Beluç ve %4'ünü diğer unsurlar oluşturmaktadır. Yakın bir döneme kadar etnik sorunların yaşanmadığı ülkede Peştunlar hâkim unsur olarak öne çıkmışlar, Tacikler de ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Ülke nüfusunun yüzde yüze yakını Müslüman'dır. Yüzde sekseninden çoğu Hanefi mezhebine mensup, diğer kısımları ise Şii'dir. 1979'a kadar bir iç soruna yol açmayan mezhep ayrımı o tarihten bu yana ülke siyasetinin belirleyici etkenleri arasında yer almaya başlamıştır.
Tarihin eski devirlerinde Aryana, sonraki dönemde Horasan diye adlandırılan bugünkü Afganistan'ın temelleri 1747'de Ahmad Han Durani tarafından Kandahar'da atıldı ve 19. yüzyılın ilk yarısında, Hindistan üzerinden gelen İngilizlerin saldırısına uğradı. İngilizlerin bu ilerleyişini kendisine tehdit olarak gören Rusya, İngilizlerin önünü kesmek amacıyla 1879'da Afganistan'a ilerlemeye başladı. İki imparatorluk arasında kalan topraklarda Afganistan Devleti, Rusya ve İngilizler arasında tampon bir bölge olarak 1880 yılında ilan edildi. Afganistan'ın kuzey sınırları, 1887 yılında Rusya ve İngiliz himayesindeki Afgan Devleti tarafından belirlendi. 1893 yılında güney sınırları tespit edildi ve böylece kısa aralıklarla batı ve doğu sınırları İngiliz himayesinde belirlenerek bugünkü Afganistan şekillendi.
Afganistan şekillendikten bir süre sonra İngilizlerin himayesi altında varlığını sürdürdü. 3 Mayıs ve 3 Haziran 1919 tarihleri arasında İngiliz kuvvetlerine karşı sürdürülen savaşların ardından, 8 Ağustos 1919'da Ravalpindi Antlaşması ile İngilizler Afganistan'ın tam bağımsızlığını kabul ettiklerinde ülkenin başında Emanullah Han bulunmaktaydı. Emanullah Han “iyi bir öğrenim görmüş, dünyadaki gelişmelerden haberdar, yenilik taraftarı ve demokrat düşünceli bir lider olarak” öne çıktı. Hükümdar olur olmaz, hukuken Afganistan'ın iç ve dış meselelerinde tam bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti.
Emanullah Han, ülkeyi bağımsızlığa kavuşturduktan sonra ikinci olarak ülkenin modernleşmesini hedefleyen hızlı bir reform programı hayata geçirdi. Bu modernizasyon sürecinden rahatsız olan reform karşıtları isyan etmeye başladılar ve bu isyanlar ve ayaklanmalar sonucu 1928 yılında Emanullah Han dönemi sona ermeye başladı.
Beçei Sakav lakaplı Habibullah Kalakani, Emanullah Han'a karşı ayaklananlardan biriydi ve bu ayaklanma sonucu 7 Ocak 1929 yılında ülkenin yönetimini ele geçirdi. Beçei Sakav döneminde ülkedeki karışıklıklar daha da artmaya başladı. İngilizler tarafından desteklenen Muhammed Nadir Han, Afganistan'ın etnik gruplarından biri olan Peştulardan oluşan birlikleriyle Beçei Sakava karşı savaşa girip 13 Ekim 1929 yılında Beçei Sakav hükümetini sona erdirerek ülkenin yönetimini ele geçirdi. Muhammed Nadir Han 8 Ekim 1933'te bir suikast sonucu öldürüldü.
Muhammed Nadir Han'ın yerine 19 yaşındaki oğlu Muhammed Zahir iktidara geldi ve toplam kırk yıl iktidarda kaldı. 1973 yılında amcasının oğlu Muhammed Davut tarafından devrildi. Krallık sistemini devirerek yerine cumhuriyeti ilan eden Davut Han yönetimi, 1978 yılında komünist darbe ile son buldu.
1979 yılında Afganistan, Sovyet işgaline uğradı. Mücahit grupların işgale karşı başarılı direnişleri sonucunda, Sovyetler Birliği 1985'in ortalarına gelindiğinde bölgede binlerce asker kaybetmiş ve bu işgale karşı uluslararası tepkiler önemli bir boyuta ulaşmıştı. Bu durumun farkında olan Moskova, Mikhail Gorbaçov'un 1985 yılında iktidara gelmesiyle birlikte bir politika değişikliğine gideceğinin ilk sinyallerini verdi. Gorbaçov, Afganistan'ın kanayan bir yaraya dönüştüğünü söyleyerek Sovyet askerlerinin yakında geri çekileceğini açıkladı.
Sovyetler Birliği 1988'de Afganistan'dan çekildiğinde Dr. Necibullah ülkeyi yönetiyordu. 1992 yılında Dr. Necibullah, mücahit grupları tarafından devrildi ve bu dönemden sonra, etnik grup ve dini yapıları temsil eden mücahitler kendi aralarında savaşmaya başladı. Bu savaşları sona erdirmek için, bir grup medrese talebesi örgütlenerek “Taliban” adı altında ortaya çıktı.[1]
TALİBAN
Taliban'ın ortaya çıkışına zemin oluşturan olayların tarihi 19. asrın ikinci yarısına kadar uzanmaktadır. 1857 yılında İngiliz sömürgesinden ve baskısından kurtulmak isteyen Hint Müslümanları, İngiliz yönetimine karşı büyük bir ayaklanma başlatmışlardır. Kanlı bir şekilde bastırılan bu ayaklanmadan sonra Müslüman halkın daha iyi bir eğitim alması kanaatine ulaşan Müslüman âlimler, şimdiki Hindistan'ın Deoband şehrinde bir medrese ve akabinde 1898 yılında Aligarh Müslüman Üniversitesi'ni kurmuşlardır. Bu okul mensuplarının 1919 yılında kurduğu “Cemiyet-i Ulema-i Hint” teşkilatının başlattığı hilafet hareketiyle İngiliz emperyalizmine karşı büyük bir mücadele başlatılmıştır.
1947 yılında bağımsızlığını kazanan Pakistan'ın modern bir devlet olmasında önemli katkıları bulunan bu dini okul, Sovyetlerin Afganistan'ı işgalinden sonra yeni bir kimlikle ortaya çıkmıştır. Pakistan'da Deoband medreseleri olarak bilinen bu okullar Afganistan'ı oldukça etkilemiş, özellikle Afgan âlimlerin yetişmesi ve Taliban'ın oluşumunda büyük rol sahibi olmuştur. Sovyet işgaline karşı İslami duygularla direnen ve işgal sonrası kurulan hükümetlerden memnun olmayan, ülkenin en büyük etnik grubunu oluşturan Peştunlar, Taliban kimliği altında Afganistan'da etkili olmaya başladılar[2] ve 1996 yılında ülkenin yüzde 96'sına hâkim olarak başkent Kabil'i ele geçirip fiilen Afganistan'a hâkim oldular. Ancak uluslararası sistem, bu hâkimiyeti tanımak istemedi.
Afganistan'ın en kalabalık etnik grubu olan Peştunlardan oluşan Taliban, geleneksel İslami değerler, toplumsal yapı ve mevcut devlet yapısı ile uyumu kabul etmeyen bir oluşumu temsil ediyordu. Bu görüşler doğrultusunda kontrolü ele geçirdikleri her yerde kız okullarını kapatıyor, kadınların evden çıkışlarına kısıtlamalar getiriyor, müzik ve televizyon yasaklanıyordu. Taliban örgütü, Molla Muhammed Ömer başkanlığında toplam 10 kişiden oluşan ve yüksek şura olarak bilinen heyet tarafından yönetiliyordu. En yetkili karar organı olan yüksek şurada iki komite vardı: Kabil Şurası ve Askeri Şura.
ABD'nin müdahalesinden sonra yönetimi tekrar ele geçirmek isteyen Taliban, biraz da ‘yumuşama'ya gitmiş ve 2005 yılında anayasasını internet sitesi yoluyla duyurmuştur. Anayasada devletin dini İslam olarak belirlenmiş ve tüm kanunların temelini Kur’an'ın teşkil edeceğini vurgulamıştır. Dikkat çeken nokta ise kadınlarla ilgili ele alınan değişikliklerdir. Örneğin mahremi olmaksızın dışarı çıkması yasaklanan, topuklu terlik giydiği için kırbaçlanan kadınlara eğitim hakkı verilmiştir. Ayrıca kişilere düşüncelerini ‘özgürce' ifade edebilmeleri için yazma, konuşma vb. haklar getirilmiştir.[3] Taliban'ın bu şekilde değişmesinde rol oynayan etken zamanla alınan tecrübelerin yanında yapılan hataların ne kadar kötü sonuçlar doğurduğudur. Gözlemciler bütün bu değişim ve dönüşümde Molla Ahter Muhammed Mansur'un yeni politikalarının payının büyük olduğunu düşünüyorlar. Bugün ABD, Taliban'la Afganistan sorununu siyasi yoldan çözmek için yüz yüze görüşüyorsa Mansur'un bunda büyük payı vardır. Şu da var ki Molla Ahter Muhammed Mansur Taliban'ın geleneksel yapısı ve bağlantılarını dönüştürmenin faturasını kendi hayatıyla ödemiştir. İddiaya göre, Mayıs 2016'da İran'dan Pakistan'a bir dönüşü esnasında ABD SİHA'sının hedefi oldu ve şoförüyle birlikte hayatını kaybetti. Mansur'un yerine mevcut lider Hibetullah Ahundzade, Afganistan Talibanı'nın 3. lideri olarak kontrolü eline aldı. Afganistan Taliban Hareketi halen de onun liderliği altında bulunuyor. Taliban bir taraftan ülke içinde yıpratma savaşını sürdürürken diğer taraftan ABD ile doğrudan görüşmelerle siyasi çözüm için de önemli adımlar atıyor.[4]
Taliban, hâlen Afganistan'ın başkent Kabil dışında önemli merkezlerinin tamamını elinde bulunduruyor ve hâkimiyet alanı belli bir bölgede değil, ülkenin tüm kesimlerine yayılmış durumdadır.[5]
SDAM
-Devamı yarın-
Kaynak:
[1] Muzaffer Toofan Noory, “11 Eylül Saldırısı Sonrası: NATO ve Birleşmiş Milletlerin Afganistan'daki Rolü”, s.2.
[2] Deniz Anbarlı Bozatay, İsmail Meriç, “Afganistan'da Şiddet ve Terörün Toplumsal Arka Planı”, Akademik Orta Doğu: Altı Aylık Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 14, s. 150-173.
[3] Damla Şahin, “Taliban'ın Ortaya Çıkışı ve ABD'nin Örgütün Gelişim Sürecindeki Etkisi”,Yüzüncü Yıl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2016 Kış, Cilt: 1, s. 226-243.
[4] https://www.dunyabulten.net/dosya/talban-ve-donum-noktasnda-afganstan-h458143.html ET: 21.04.2020.
[5] https://www.stratejikortak.com/2020/02/afganistan-taliban-haritasi.html ET: 21.04.2020.