Anadolu esnafının dükkanlarının en görünür yerinde "Müşteri velinimetimizdir" levhası yazılıdır.
Türk Dil Kurumu'na göre 'velinimet'; 'Birine, etkisi yaşadıkça sürecek bir iyilik ve bağışta bulunan kimse' anlamına geliyor.
Bu anlamıyla müşteri esnaf için "nimeti ulaştıran", esnafın geçimini sağlayan kişi olması hasebiyle kültürümüzde çok önemli bir yere sahiptir ve her türlü saygıya layıktır.
Yegane velinimetin yalnızca Cenab-ı Allah olduğunu ileri sürerek bu sözü söyleyenleri şirkle itham eden bizim kuşağın ultra radikallerinin polemikleri ise ayrı bir tartışma konusudur!
Amacımız 'velinimet' kavramı üzerinden epistomolojik ve akidevi bir tartışma yürütmek değil.
Bu işler 'ağır abilerin' işi
Sizin anlayacağınız bizim gibi fakir-i pür taksirlerin işi değil.
'Velinimet' meselesinde biz 'kişiye hayati önemde iyilik yapan ve bağışta bulunanlarla' ilgiliyiz.
Her neyse!
Bu kadar girizgah yeter.
AK Parti'nin velinimeti de İYİ Parti'den, Babacan'a; Ahmet Davutoğlu'ndan, CHP'ye; Saadet Partisi'nden, HDP'ye kadar muhalifleri ve illa da CHP!
Muhaliflerin hepsi bir yana CHP bir yana!
AK Parti ne zaman dara düşse, ne zaman en yaman AK Parti yandaşları bile 'Bu kadar da olmaz, partimiz artık kendine bir çeki düzen vermek zorunda' dese; AK Parti kendi içinde çözülme emareleri gösterse; CHP, 155 imdat gibi anında yetişip AK Parti'ye ilk yardım müdahalesinde bulunarak hayati tehlikeyi atlatmasını sağlıyor.
CHP'yi yıllardır Türkiye'nin ihtiyacı olan gerçek anlamda sosyal demokrat ve hatta liberal demokrat bir parti haline getirebilmek için çırpınan Kılıçdaroğlu'nun bütün uğraşıları hak ile yeksan ve dahi berhava oluyor.
Türkçesi; yerle bir oluyor, havaya uçuyor!
Her ne olduysa son bir haftadır CHP'ye ait ilk yardım ambülansı (aslında ambülansları demek daha doğru) Aşk-u şevk ile 24 saat hizmette!
AK Parti'nin önünden ayrılmıyorlar!
İlk önce İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin bir Mevlana etkinliğinde 1930'larda kalmış 'Türkçe ezan ve Türkçe Kuran tartışmaları', arkasından yılların 'sosyal demokratı' Fikri Sağlar'ın nereden icap etti ve nereden aklına geldi ise başörtülü kadın hakimler hakkındaki 'vecizeleri', Can Ataklı'nın AK parti iktidarının ancak büyük bir ekonomik çöküş, ülkeyi yerle bir edecek bir deprem veya ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak bir savaş sonrasında gidebileceği yönündeki 'çok derin' siyasi analizi ve en son olarak da İlker Başbuğ'un 'Menderes 25 Mayıs 1960'ta erken seçim kararı alsaydı 27 Mayıs darbesi olmazdı' açıklaması AK Parti'ye adeta ab-ı hayat gibi geldi.
Her zaman olduğu gibi bu 'Türk büyüklerinin' çok önemli açıklamalarının ardından bir yığın tartışma başladı ve yorumların bini bir paraya indi!
Bir zamanlar AK Parti nimetlerinden sonuna kadar faydalanan geçmişin muhafazakar demokrat, günümüzün çakma 'liberal demokratlarının'; "Aslında Can Ataklı öyle demedi", "Fikri Sağlar'ın kastı bu değildi", "Lav silahına soba borusu diyen İlker Başbuğ yanlış anlaşıldı" çırpınmaları da bir işe yaramadı.
'Kim ne dedi, nasıl dedi, meramını hangi cümlelerle ifade etti, başı ne, sonu ne, söyledikleri cımbızla mı çekildi, makasla mı kesildi' derdinde değilim!