Tarih: 24.10.2018 15:47

ABD YOL AYRIMINDA: ADALET mi çıkarlar mı?

Facebook Twitter Linked-in

24.10.2018 Çarşamba

21 Mayıs 2017´de Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el Suud, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump ve Mısır´ın darbe ile işbaşına gelen lideri Abdülfettah es Sisi Riyad´da biraraya gelerek ellerini dünyayı temsil eden ışıklı bir kürenin üzerine koyarak poz verdiklerinde Ortadoğu tarihine aşina olanlar bu koalisyonun ne bölge ülkeleri ne de dünya için hayra alamet olmayacağı öngörüsünde bulunmuşlardı.

Bu öngörünün ilk alametleri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn´in bir başka Körfez ülkesinin, Katar´ın üzerine çullanarak abluka altına alma girişimiyle filiz verdi. Suudi Arabistan içerisinde Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından başlatılan tasfiye hareketiyle kristal kürenin yaydığı ışıktan yananların sayısı da artmaya başladı. Amerika Birleşik Devletleri ve yeni müttefiklerinin bir sonraki hamlesi ise Filistin sorununu İsrail´in beklentileri doğrultusunda çözecek adımı atmak oldu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump 2017 yılı sona ererken, ülkesinin Kudüs´ü İsrail´in başkenti olarak tanıdığına dair kararı imzaladı. Bu esnada uluslararası basında, Mısır-İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan işbirliği ile Gazze Şeridi´nin İsrail ordusu tarafından işgal edilerek buradaki Filistinlilerin Sina´da inşa edilecek bir gettoya transfer planlarının yürürlüğe konulacağı haberleri yer almaya başlamıştı. Türkiye ise bu süreçte önce Katar´a yönelik bir darbe ve işgal planına, ardından İsrail´in başkentinin Kudüs olarak tanınması girişimine meşru yollardan karşı koyarak her iki cephedeki saldırıları uluslararası toplumun ezici desteğiyle püskürttü.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman´ın hedef listesindeki muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı´nın 2 Ekim´de İstanbul´daki Suudi Arabistan Konsolosluğu´na girerek ortadan kaybolması ise tüm bu sürecin dönüm noktası oldu. Kaşıkçı meselesi, bölgesel güçler arasında bir mücadeleyi, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail´in Körfez bölgesindeki müttefikleri ile Ortadoğu´yu yeniden dizayn etme çabasını aşarak küresel düzeni yeniden tanzim edebilecek bir sürecin başlangıcı haline geldi. Veliaht Prens Muhammed bin Selman´ın 2017´de kendisine muhalif isimleri güç kullanarak tasfiye etmek amacıyla kurduğu öne sürülen "Kaplan Takımı"nın 2 Ekim 2018´e kadar örtbas edilen kirli çamaşırları, Türkiye´nin Kaşıkçı meselesinin üzerine gitmesi ve yürüttüğü şeffaf soruşturma ile ortaya döküldü. Suudi Arabistan yönetiminin Kaşıkçı´nın kaybolması ile ilgili söylediği tüm yalanlar ve soruşturmayı saptırma girişimleri Türkiye´nin başarılı medya stratejisi ile aşama aşama etkisiz kılındı. Kozmetik reform programı ile Batı dünyasının gözünü boyama yolunda önemli bir mesafe katetmiş olan Veliaht Prens Selman´ın itibarı üç hafta içerisinde Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri´nde telafisi imkansız bir hasara uğradı.

Suçu örtbas etme çabaları boşa çıktı

Kristal kürenin yaydığı ışığın karanlığına Veliaht Prens Selman ile beraber sığınarak gizli gündemlerini yürürlüğe koyan ABD Başkanı Donald Trump ve damadı Jared Kushner´in suçu örtbas etme çabaları da 23 Ekim´de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmayla nihayete ermiş görünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında Veliaht Prens Selman´ın adını zikretmemekle beraber gündeme getirdiği 6 soru ile Suudi Arabistan Kralı Selman´a meseleyi sağduyu çerçevesinde çözmesi için açık kapı bırakmayı sürdürdü. Cinayetin, anlık bir mesele olmadığına, planlı bir şekilde işlendiğine vurgu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan sorumlu olan 18 kişinin de Türkiye´de yargılanması çağrısında bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup toplantısındaki kürsüden Suudi yönetimine gerçeklerden kaçışa son vermesi için çağrıda bulunurken, Ankara, Donald Trump´ın apartopar gönderdiği bir konuğu ağırlamaktaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın grup toplantısında Kaşıkçı meselesi ile ilgili açıklamalarda bulunacağının duyurulması üzerine Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA´nın Direktörü Gina Haspel, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo´nun ardından Türkiye´ye gelen ikinci isim oldu. Haspel´in temasları sır gibi saklansa da Trump´ın soruşturma için CIA Direktörünü göndermek zorunda kalması, Beyaz Saray´ın gerek uluslararası kamuoyu gerek iç siyasette maruz kaldığı baskının boyutunu ortaya koydu.

Uzun yıllardır Suudi Arabistan´a destek vermiş senatörlerin Kaşıkçı cinayetiyle beraber Riyad´a sırt çevirmeleri, 11 Eylül saldırıları nedeniyle Suudi Arabistan´ın cezalandırılmamış olmasının bu olaya yol açtığını savunan Amerikalı siyasetçilerin yaptırım çağrıları dahası Suudi Arabistan´a silah ambargosu uygulanması yönünde büyüyen baskı, Beyaz Saray´ı 5 Kasım seçimleri öncesinde köşeye sıkıştırdı. ABD´nin siyasi değerlerine meydan okuyan söylemleri nedeniyle pek çok skandalın merkezinde yer alan Trump´ın, Washington Post yazarı bir gazetecinin ölümüyle ilgili tutarsız açıklamalar yapmakta ısrar eden Riyad´ın yanında durma ihtimali giderek azaldı. 23 Ekim gecesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın konuşmasından ve CIA Direktörü Haspel´in Ankara ziyaretinden yalnızca birkaç saat sonra Trump´ın söylemlerinde ilk radikal değişiklik alametleri görülmeye başlandı. Türkiye saati ile 22.45 sıralarında Beyaz Saray´da ilk beyaz bayrak sallanmaya başladı. ABD Başkanı, Kaşıkçı´nın öldürülmesi konusunda kararı Kongre´ye bırakacağını ilan ederken "umarım bu iki partinin de desteklediği bir karar olur" ifadesini kullandı. Cumhuriyetçi Parti içerisinde Trump´a en yakın isimlerin ve Başkan Yardımcısı Pence´nin dahi yaptırımlara yeşil ışık yaktığı bir konjonktürde gerek Trump´ın gerek damadı Kushner´in Veliaht Prens Selman´ı feda etmemek için sergiledikleri performansın sonuna gelindiği muhakkak.

Kaşıkçı cinayeti ve uluslararası hukuk

Türkiye´nin cinayetten doğrudan sorumlu olan 18 kişi ile onlara bu talimatı verenlerin cezalandırılmasına yönelik çağrısı bu sürecin bundan sonraki başlıklarını oluşturacak. Peki bu kişilerin Türkiye´de yargılanması mümkün mü? Bu alandaki örnek vakalardan biri Lockerbie saldırısı olarak görülebilir. 1988´de Amerikan havayolu şirketi PanAm´ın Londra-New York seferi yapan yolcu uçağı Libyalı istihbarat görevlisi Abdülbasit el Megrahi´nin koyduğu bomba ile İskoçya´nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak ederek düşmüş, 11´i yerde 270 kişi hayatını kaybetmişti.

Devrik Libya lideri Kaddafi´nin emriyle düzenlendiği iddia edilen saldırının sorumlusu Megrahi, 12 yıl süren baskılar ve yaptırımlar sonucunda İskoçya yasaları ile yargılanmak üzere Hollanda´da mahkeme önüne çıkarıldı. Megrahi yalnızca 8 yıl hapiste kaldı ve sağlık durumu gerekçe gösterilerek İngiltere´de tutulduğu hapishaneden 2008 yılında serbest bırakıldı. Libyalı istihbarat görevlisi 2012 yılında ülkesinde ölürken, Kaddafi yönetiminin Megrahi´nin bırakılması için İngiltere´ye ticari ilişkiler üzerinden şantaj yaptığı ortaya çıktı. Benzer bir yargılama süreci ise Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri´nin ölümüne ilişkin olarak yaşanmakta. 14 Şubat 2005´te Beyrut´ta yaklaşık 1 ton patlayıcı yüklü bir araçla konvoyuna düzenlenen saldırıda 20 kişi ile beraber hayatını kaybeden Hariri´nin öldürülmesinin sorumlularını bulmak için Birleşmiş Milletler tarafından özel bir mahkeme kuruldu. Özel mahkeme 2009 yılında, yani suikastten 5 yıl sonra çalışmalarına başlayabildi. Ele geçirilemeyen Lübnan Hizbullah´ı üyesi 4 zanlının gıyaben yargılanmalarına başlanması ise 2014 yılını buldu. Davanın 3 yıl sürmesi bekleniyordu ancak günümüzde hala sonuca yaklaşılmış değil. Refik Hariri´nin katillerini bulmak için başlatılan süreç, Lübnan´daki hassas siyasi dengelere bağlı hükümet kurma çalışmaları tarafından rehin alınmış durumda. Mahkemenin görev süresi 2020 yılına kadar uzatıldı. Lockerbie ve Hariri davalarının tecrübelerinin ışığında Türkiye´nin Cemal Kaşıkçı cinayetinin emrini verenleri etkili bir yargı süreci ile karşı karşıya bırakmak için bugüne kadar yürüttüğü soruşturma kadar güçlü bir dava dosyasının hazırlığı yapması gerekiyor.

ABD için değişim fırsatı

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump´ın dahi Kaşıkçı cinayetinin örtbas edilmesi için Suudi Arabistan tarafından sergilenen beceriksizliği tarihteki en kötü "örtbas etme çabası" olarak yorumlamasıyla beraber gözler şimdi Veliaht Prens Selman´ı bekleyen akıbete çevrilmiş durumda. Kaşıkçı meselesinin çözüm şekli ve Prens Selman´ın kaderi yalnızca Suudi Arabistan içerisindeki dengeleri değiştirmekle kalmayacak, belki de küresel düzenin yeniden tanzim edileceği bir süreci başlatacak. Ulusal para birimleri ile ticaret yapmak için harekete geçen ülkeler karşısında çaresizliğini giderek daha fazla hisseden Amerika Birleşik Devletleri için bu süreç bir değişim fırsatı olabilir. 1945´te dönemin ABD Başkanı Roosevelt, Yalta Konferansı´nın hemen ardından 14 Şubat´ta Süveyt Kanalı´nda USS Quincy savaş gemisinde bir araya geldiği Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz bin Faysal el Suud ile bugüne kadar gelen dünya düzeninin temelini atmıştı.

Yalta´da Avrupa´nın paylaşımını tamamlayan Roosevelt, Süveyş´te ABD´nin silahlı koruması karşılığında Suudi Arabistan ile petro-dolar sisteminin şartlarını belirledi. Bu petro-dolar sistemine ilerleyen yıllarda CIA´nın örtülü operasyonları için Ortadoğu, Uzakdoğu ve Latin Amerika´da yürürlüğe koyduğu narkoterör ve silah satışı zinciri eklendi. İşte Kaşıkçı cinayeti, 1945´te Mısır sınırları içerisinde kurulan bu yapıyı temellerinden sarsmakta. Bütçesinin yüzde 87´si petrol gelirine dayanan ve Trump´ın petrol fiyatlarının düşürülmesi baskısı ile de mücadele eden Suudi Arabistan için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Türkiye ve Katar´a karşı cephe oluşturmada başarısız olan, İran´a yönelik yaptırım süreci için son hazırlıklar yapılırken Kaşıkçı cinayeti ile müttefiklerini zor durumda bırakan Suudi Arabistan´da beklenen değişiklikler Veliaht Prens Selman´ı koltuğundan etmenin ötesinde bir boyuta ulaşarak Riyad´da öngörülemeyen sonuçlara yol açabilir.

[Ankara´da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —